10 kaplan gücünde bir müzisyen: Emily Wells

Bu yazıyı paylaş
İçerik

10 kaplan gücünde bir müzisyen: Emily Wells

Röp: Yetkin Nural Çeviri: Seçil Kalendaroğlu
ÖNCEKİ The Cribs'den nasihatler var SONRAKİ Red Bull Music Academy Radio Festival rehberi

27 Kasım'da Babylon'da sahne alan Emily Wells, müzikseverlere eşine kolay rastlanmayan o dört dörtlük konser deneyimlerinden birini yaşattı. buralara kadar gelmişken, biz de röportaj yapma fırsatını kaçırmadık.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Emily Wells her tarafından yetenek damlayan o ender insanlardan biri. Müzikal bir atmosferde doğup, büyüyen Emily Wells uzun zamandır bu yeteneğini parlatmakta. O yüzden muhteşem bir sound ortaya çıkarması sürpriz değil ve sürekli gelişen müziğiyle de dinleyiciyi aynı şekilde şaşırtmaya devam ediyor.

Müzikle dolu bir evde büyüdünüz. Küçükken ne tür ezgilerle tanıştırıldınız ve müzikle iç içe büyümek nasıl bir şey idi? 
Babam vaizdi bu da klasik müzikle çok fazla ilgili olduğu anlamına geliyor. Tabiî bu dine bulanmış bir müzik. Ama sonuç olarak bu tutkusu müziğin güzelliğini, odanın akustiğini, koronun seslerini ve orgun kalitesini keşfe doğru evrildi. Çok küçükken klasik keman öğrendim. Annem hiç bıkmadan beni her derse taşıdı ve piyanonun başında kulaktan, sonsuz sayıda melodi öğrenmem için benimle beraber oturdu. Bu nota öğrenmemden çok daha önceydi.

Müzik kariyerinizde belirleyici olan bir çocukluk anınız var mı?
Dört yaşındayken Midori isimli 14 yaşında bir çocuğun, Johnny Carson Show'da bir Vivaldi keman konçertosu çaldığını görmüştüm. Böylece keman çalma fikri bende bir saplantıya dönüştü. Bıkıp usanmadan ailemi ta ki beni ilk dersime götürene kadar bunalttım. Çoğu erken dönem anılarım ışığın bir odada nasıl göründüğü, erkek kardeşim veya piyano ya da kemanımla nasıl ilişki kurduğum etrafında dönmüştür. 

Neredeyse en başından beri müziğinizde bir DIY yaklaşımı var. Hattâ çoğundan erken dönemden beri davetler almanıza rağmen bir plak şirketiyle anlaşma yapmayan nadir insanlardansınız. Bu tavrınızın sebebi özgürlüğünüzün peşinde olmanız mı yoksa kontrol endişesi mi? 
Özgürlük/kontrol? Tam olarak emin değilim. Son çalışmamda benimle beraber çalışan bağımsız bir etiket vardı ama oraya da çalışmanın bitmiş hâliyle gittim. Yani yaratıcı özgürlük benim için asla sorun teşkil etmedi... Özgürlük, dağıtım ve promosyonla ilgili detayları düşünmeden iş yapabilme özgürlüğü olduğu kadar bir plak anlaşmasından bağımsız olma özgürlüğü de aynı zamanda.

Bize biraz stüdyonuzdan bahseder misiniz? Orada neler oluyor, çalışma alanınızın olmazsa olmazları nedir?
Şu anda stüdyomda iki büyük pencere ve o pencerelerden gün boyu gelen çok güzel bir ışık var... Enstrümanlarım ve topladığım bazı mikrofonlar, eski bir Gibson tüplü amplifikatör, Fostex Spring bir reverbim var. Ortamda gün geçtikçe arapsaçına dönmüş kablolar ve amansız bir müzik kovalama durumu. Ayrıca 10 yaşındaki pitbullumu bir yerlerde uyuklarken bulabilirsiniz. Artı olarak birçok kitap, kupaların yanında yanlışlıkla abone olduğum ama yığınla okunmamış dergi; çay, kahve ve viski bardakları var.

2012'de, Partisan Records'dan Mama’yı çıkardıktan sonra bir yılınızı albümü çok daha basit bir sounda, vokal ve gitarla yeniden keşfetmeye adadınız. Mama'nın akustik versiyonu yine Partisan Records'dan 2013'te çıktı. Bu vokale odaklanan keşif yolculuğu nerden çıktı? Bu süreçte kendiniz ve müziğinizle ilgili ne keşfettiniz?
Bu kasten yapılmış bir şey değildi ama tüm bu süreç beni büyüledi. Bir şarkı nedir? Ses nedir? Bunlar cevaplanması gereken çok basit sorular. Kendimi odasında kendinden vücut bulan şarkılara, gitar bölümleri yapan bir ergen gibi hissettim… Benden vücut bulan parçalar… Hani ergenken yaparsın ya… Kendini müziğe bağlarsın. Albüm kendiliğinden oluştu ve akustikleri kaydederken ben sadece kemiktim. Bilirisiniz güneşte bir süre kaldıktan sonraki gibi… Şarkılar öyle tınlıyor ve ben bu huzuru seviyorum; hâlâ iskelet olmalarını ama zaten ölümle bir derdim olmayacak kadarını biliyorum artık…

Mama'da şarkıların farklı versiyonlarını dinlerken neler hissediyorsun?
Albüm çıktığından beri pek fazla dinlemedim... Ki bu pek beklenmedik değil... Aslında bunlar  gerçekten ilk çıktığı zaman dinleyebileceğim remiksler. Çünkü artık katkıda bulunan kişiyi içeriyor ve orijinal kayıtları dinlerken hissettiğim tanıdık, yoğun duyguları hissedemiyorum.

Aynı zamanda Chan-woon Park'ın son filmi Stoker için "Becomes The Color" diye bir parça yazdın. Filmi henüz izlememişler olanlar için spoiler vermekten kaçınıyorum fakat Park'ın diğer işleri gibi sonunda doruğa çıkaran oldukça titiz bir iş. Film hakkında ne düşünüyorsun ve kapanış müziğini yazma aşaması nasıl geçti?
Yapım sürecinden büyülendim. Park kesinlikle ne istediğini biliyor fakat aynı zamanda birlikte çalıştığı artistleri özgür bırakarak oyuncuların, bestecilerin, sinemacıların vs. yapım aşamasında  yaratıcı olmalarına sağlıyor. Diğer bir deyişle çalışma arkadaşlarının bu yolu kendi bulmalarını sağlamak için onlara kendilerinin sahip olduklarından bile daha fazla genişlik tanıyor.

Senin için rahatlıkla tek kişilik bir grup diyebiliriz. Çok geniş ve kapsamlı bir enstrümantal repertuvarın var. Önceden kaydedilmiş sesler yerine performanslarında canlı loop ve sample’lar kullanmayı tercih ediyorsun. Bu da dinleyicilerin tabaka tabaka bir parçanın ortaya çıkmasına tanık olacakları çok özel bir dinleme deneyimi oluyor. Bir parçayı bu şekilde inşa etmek senin için nasıl bir deneyim peki? 
Bu tarz bir performansa ilk başladığım zaman sahneye daha çok ses taşımaya çalışıyordum. Ayrıca canlı performanslarımda beceriye dayalı deneyimleri ön planda tutuyordum. Bir süre sonra arzulanan deneyim değişti. Seyircinin aşamaları anlamasını istediğim sırada onların ilk on dakika içinde her şeyi unutmalarını da istiyorum. Gerçekten sample mı yapıyorum ya da loop mu diye düşünmelerini istemiyorum; bu seslerdeki deneyimin herhangi bir piyano resitalinde ya da rock’n’roll grubu konserindeki gibi değil sadece duygulara odaklanmasını istiyorum.

Canlı bir müzik oluşturuyor olmak yanı sıra bir konseri iyi bir performans haline getiren nedir? Ve de tam tersi kötü hale getiren?
Seyirci ile bağlantı kurmak her şeydir... Onunla beraber ne kadar küçük ya da garip bir  mekan olmasının önemi kalmaz, sen yanıyorsundur. Onsuz ise hiç uçamazsın.

Bildiğim kadarıyla gezmeyi seviyorsun. Yaptığın geziler müziğini nasıl etkiliyor?
Gezmeyi seviyorum ama bunun için evim dediğin bir yer ve hayatın bir süre aynı görünmesi gerektiğini öğreniyorum. Her yerde insanlarla bağlı kalmanın, bir yeri öğrenmenin en kolay yolunun da en küçük etkileşimler olduğunu anladım. Bu tip incelikler müziğin içinde her zaman kendilerine bir yol bulur.

Bugünlerde ne üzerine çalışıyorsun? Yeni projelerin, albüm planların var mı?
Yeni yazdığım bir kaydı tamamlamak üzereyim, son birkaç ayımı kaydetmekle geçirdim.  Bir kaç ay önce Richard Brautigan'ın hayatını anlatan bir film müziği yaptım. Ayrıca aşk, arzu, vücut, insan doğasının etkileşimi üzerine sorulan soruları "college rap" sözler sayesinde yanıtlamaya girişen bir başka remiks /sanat çalışması üzerinde çalışıyorum.

Stüdyonda ya da turnede değilken neler yapıyorsun?
Stüdyo ya da turnenin dışında zaman var öyle mi? Ha! Böyle düşünmek istiyorum fakat nasıl eğleneceğimi öğrenmeye çalışıyorum. Arkadaşlarımla vakit geçirmeyi, okumayı, koşmayı ve köpeğimle vakit geçirmeyi seviyorum, harikulâde bir şehir olan New York'u deneyimliyorum.

Son zamanlarda keşfettiğin müzisyen ya da gruplar nedir? Ya da herhangi bir favorin var mı?
Geçen hafta Airwaves adında bir grubu izledim ve onların "Knockout" parçasına âşık oldum.



Emily Wells Babylon konseri öncesinde Robinson Cruose'de minik bir akustik performans da gerçekleştirdi. 

 

ÖNCEKİ The Cribs'den nasihatler var SONRAKİ Red Bull Music Academy Radio Festival rehberi
Bu yazıyı paylaş