Alımlı dünyalar, anlık portreler: David Armstrong

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Alımlı dünyalar, anlık portreler: David Armstrong

Yazı: Leyla Aksu
ÖNCEKİ Bant Mag. SONRAKİ Etrafınızı tutkulu insanlarla çevreleyin: Chris Bilheimer

David Armstrong’un, kendisi ve arkadaşlarının 70’lerde çektiği fotoğrafları bir araya getiren Polaroids kitabının yayımlanışını göremeyeceği kimsenin aklından bile geçmemişti...

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -"

David Armstrong
24 Mayıs 1954 – 26 Ekim 2014

Amerikalı fotoğrafçı David Armstrong’un sade kompozisyonları ve dolaysız sunumuyla çektiği portreler yıllarca sanat ve moda dünyasını bir araya getirdi. Yakaladığı cezbedici anlar ve kamerasını yönelttiği alt kültürlerle 1970’lerin Boston Ekolü’nün bir parçası olan Armstrong, ilerleyen yıllarda siyah-beyaz karelerine renkler ve buğulu şehir görüntüleri de ekledi. Şimdi, Armstrong aramızdan ayrıldıktan bir yıl sonra, Mörel tarafından yayınlanan David Armstrong: Polaroids adlı yeni kitabı, fotoğrafçının 70’lerde çekmeye başladığı ve yakın çevresine odaklanan resimlerin bir derlemesi. Armstrong’un dünyasına ve geçmişine açılmış ufak bir pencere gibi...

Alımlı dünyalar
Arlington, Massachusetts doğumlu Armstrong, hayatı ve kariyerinin çoğunu New York ve Boston şehirlerinde geçirdi. Üniversite yıllarında resimden fotoğrafçılığa kayan sanatçı, Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nin okulunda okudu. Daha lise yıllarındayken de uzun yıllar arkadaş kalacağı ve kariyerinde büyük rol oynayacak akranı Nan Goldin’le tanıştı. Goldin’le geçirdiği 1970’li okul yılları boyunca arkadaşlarıyla daldıkları dünyalardan çıkarttıkları portreler, fotoğrafçılıkta Boston ekolünü başlattı.

Armstrong’un genç erkekler, drag queen’ler, arkadaş ve sevgililerine odaklanan çalışmaları daha önce pek de kamera önünde yakalanmamış bir çevrenin alımlı portrelerini andırıyordu. Fotoğraflarının klasik havasının altında yatan samimiyet ve yakınlık aracılığıyla işleri iyice dikkat çekmeye başladı.

Daha sonra New York’a taşınan Armstrong, portrelerine kariyeri boyunca devam ederek sadeliğiyle göze çarpan stili ve doğal ışık kullanımını gittikçe geliştirdi; ilerleyen yıllarda da yakaladığı yumuşak ve bulanık manzaralarla çalışma alanını genişletti. 2000’lerde mankenler ve moda endüstrisiyle olan çalışmalarıyla adını yeni bir kesime tanıtan Armstrong, işlerini PS1 ve The Whitney gibi müzeler, dünya çapındaki galeri ve dergilerde sergileyebildi.

Fakat hayatı boyunca yarattığı bu sessiz görüntüleri birbirine bağlayan şey, durgun bir anda, güzelliğin altında yatanları ortaya çıkarma ve yakalama isteğiydi. Bu yalın duyarlılık, David Armstrong: Polaroids’in görüntülerinde fazlasıyla mevcut.

Image

Image

Image

Image

Anlık portreler

Polaroids’in bize sunduğu dünya, Armstrong’un elinden çıkma manzara resimleriyle tanınmış berrak portrelerinin arasında bir yerde oturuyor. Bu 64 sayfalık küçük ve gösterişsiz yolculukta hem Armstrong’un, hem de arkadaşlarının 1970’li yıllarda çektiği fotoğraflar yer almakta. Polaroidlerin anlık yapısı ve solmuş tonlarına has o bağışlayıcı yakınlığı hemen hemen kitabın her sayfasında bulmak mümkün.

Armstrong’un genç ve güzel karakterle bezeli dünyası burada birazcık daha kaba, biraz daha canlı. Mükemmeliyetçilikten nasibini alamamış bu fotoğraflar, sanat dünyasına ilham olmuş bir grubun, uzaktan stilize görünen bir hayat hikâyesinin elle dokunabilir bir yansıtılışı.

Sayfalarda Armstrong’un yanısıra, tanıdık yetenekli isimlerden Bruce Balboni, Nan Goldin, Lisa Love ve Cookie Muller göze çarpıyor. Kompozisyonlar ise sade ve tanıdık: Habersiz portreler, grup fotoğrafları, aile resimleri... Mizah ve arkadaşlıkla dolu abartısız anlar ve aralarına serpiştirilmiş, Armstrong’un tekniğini ve stilini yakalayan birkaç çarpıcı kare.

Fotoğrafçılığa bu resimlerle başlamış olan Armstrong, Polaroids kitabı üzerinde çalışırken hayatını kaybetti. Mörel Books’la işbirliği içerisinde hazırlıklarını sürdürdüğü kitabın yayımlanışını göremeyeceği kimsenin aklına gelmemişti. Kitabın içerisinde bulacağınız Frank O’Hara şiiri ise Armstrong’un bu konuda yolladığı son mailde yer alan bir istekti. Şiir, O’Hara’nın New York’ta geçen normal bir gününde Billie Holiday’in ölümünden haberdar oluşunu, hayatın durmayan akışı içerisinde bu haberin etkisini ele alıyor. O’Hara’nın gündelik programını heyecanlı anlatışının ortasına yerleşen bu kayıp, kitaptaki seçkinin canlılığına ve Armstrong’un kitap üzerindeki çalışmalarına eforsuz bir şekilde eşlik ediyor.

Hem David Amrstrong’un, hem de arkadaşlarının kamerasından daha önce görmüş olduğumuz yüzler, Polaroids’in içerisindeki doygun tonların arasına sevgiyle serpiştirilmiş. Kitap boyunca Armstrong’un çevresinde yer alanları, portrelerin arkasındakileri az da olsa görmeye davet ediliyoruz. Fakat bu plansız anların içerisinde bile Armstrong’un eli ve stili fazlasıyla orada.

Polaroids oldukça mütevazı bir kitap. Düzeni epey sade ve içerisinde dikkati dağıtacak tek bir unsur bile yok. Esas ilgi isteyen, sayfalarının içerisinde yaşayanlar. Polaroids, Armstrong’un kendine yer bulduğu dünyadan gelmiş, mutlulukla yollanmış bir selam gibi...

Image

Image

Image

Image

Fotoğrafların tamamı Mörel Books izniyle yayımlanan David Armstrong: Polaroids kitabından alınmıştır. [Copyright: Estate of David Armstrong, courtesy of Mörel Books.]

ÖNCEKİ Bant Mag. SONRAKİ Etrafınızı tutkulu insanlarla çevreleyin: Chris Bilheimer
Bu yazıyı paylaş