Aklımdakiler: Gaye Su Akyol

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Aklımdakiler: Gaye Su Akyol

Hazırlayan: Busen Dostgül - İllüstrasyon: Sadi Güran
ÖNCEKİ Haz ve acı aynı anda hissedilir: Meltem Şahin SONRAKİ Alliance, Mumbai ve işbirlikleri: DJ Fitz ve Grup Ses

Dinleyeni tarifi zor bir tutkuyla karşılayan yeni albüm Hologram İmparatorluğu dünyayı ele geçirirken, Gaye Su Akyol’un “dostlar meclisi”nden isimler, Gaye Su’ya merak ettiklerini, aklındakileri sordu.  

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Bir şeylerin olamamasından ziyadesiyle bunalmış, her şeyin mümkün olduğu bir yerler hayal ediyordunuz... Gaye Su Akyol’un ruhuna çektiği ince ve kendine hayran bırakan ayarların tezahürlerini sunan yeni albümü Hologram İmparatorluğu sizi duydu, duygudaşınız oldu ve yanınıza yetişti. Yıldız tozu havalandıran surf gitarlar, psikedelik rock naraları, klasik Türk müziği ve Anadolu popun; “kesişmez” diyebileceğiniz türlü duygu ve duyumun bırakın kesişmeyi, kenetlendiği bir yerlere çağırıyor Hologram İmparatorluğu ve içinden geçmekte olduğumuz, önümüze acı üstüne acı koymakta olan bugünlere dair de yüklü paylaşımlarda bulunuyor. Albüm 4 Kasım’da Gaye Su Akyol ekibinden “tüm ötekilere” ithafen dijital platformlardaki yerini aldı. Göbek danslarını öpüştüren muazzam ilk video “Eski Tüfek” de ekranlarımızda sayısız tekrara düşmüşken sorarız, siz hâlâ “kendinizin efendisi” değil misiniz? Çünkü “korkunun ecele faydası” yok ve Hologram İmparatorluğu’nda sizi karşılayan tutkunun tarifi zor dostlar!

Hologram İmparatorluğu’nun fiziksel kopyaları ise 11 Kasım itibariyle dolaşıma giriyor. Kendi kurdukları plak şirketleri Dunganga Records’ın ilk kaydı olacak yeni albüm, aynı zamanda Almanya merkezli Glitterbeat Records etiketiyle de hologram kafasıyla çoktan fokurdamaya başlamış dış dünyadaki hayranlara kavuşacak. The Guardian, The Observer, The Quietus ve daha birçok müzik oluşumu tarafından şimdiden bu senenin en iyileri arasında gösterilen albümün yayınlanmasından hemen önce, Gaye Su Akyol’un “dostlar meclisi”nden isimler, Gaye Su’ya merak ettiklerini, aklındakileri sordu.  

Kanat Atkaya soruyor:

İkinci albüm stresi, riski, sıkıntısı diye bir hadise vardır. Hologram İmparatorluğu’nu dinlediğimde şahsen bunu zerre kadar hissetmedim ama üreten kişi olarak Gaye Su Akyol’un hisleri nedir? Doğru mudur? Var mıdır böyle bir kaşıntı sanatçı için? Aydınlanalım lütfen...

Sık sık bahsedilir bu ikinci albüm stresinden. Ama açık konuşmak gerekirse, ilk albümün kayıt süreci çok daha sancılıydı. İnsanları, henüz hayatta olmayan, yalnızca senin görüp duyabildiğin bir şeye inandırmak ve örgütlemek, deveye hendek atlatmaktan daha zor.

Hologram İmparatorluğu, Develerle Yaşıyorum’un açtığı yolda, gösterdiği hedefe konforlu bir yolculukla ulaştı. İki ay rahat rahat kayıt yaptık, hayalini kurduğumuz bütün çalgıları, sesleri (yaylılar, üflemeliler, perküsyonlar, vs.) ekledik.

“Ay şunu da ekleseydik, şurasını şöyle yapsaydık” deyip içimizde kalan hiçbir şey yok. “Adım Hıdır, elimden gelen budur” hesabı. Gerisi kainata güvenmek, keyfini sürmek ve üstüne orgazm sigarası yakmak.

Levent Akman soruyor:

O uzaya çıktığında yanında olmasını istediği beş şey nedir?

Büyük ve konforlu bir uzay gemisi, zaman makinesi, her şeyi bilen bilgisayar, pikap ve plaklar, sevdiğim insanlar.

Image

Mabel Matiz soruyor:

Favorim “Dünya Kaleska”. Hâlimize yakılmış bir türkü gibi. “Mavi bir elmayım, ne fark eder ki” lafına özellikle hasta oldum. Adıyla bile kafada ışık yakan şarkını ve önerdiklerini biraz daha anlatır mısın?

Bu şarkıyı, doğduğumdan beri şahit olduğum ve bir türlü değişmeyen acılara dayanmakta zorlandığım için yazdım. Hayatında bir kere bile karşılaşmamış iki insanın, birbirinden nefret eder hale geliyor olması, insanların dilleri, ırkları, inançları yüzünden acı çektiklerini, hayatlarını kaybettiklerini görmek çok üzücü. 

Gel gör ki üzülmek hiçbir işe yaramıyor. 

Böyle zamanlarda bazen bir resim ya da şarkı; paranın ya da politikanın çoğu kez başaramadığı şeyi başarıyor. Görmezden gelinen şeyler tartışılır oluyor, insanlar yan yana geliyor ve gerçekten bir şeyler değişebiliyor. John Lennon'ın "Imagine"ı buna iyi bir örnek. 

"Dünya Kaleska" da, bazı acıları belki biraz daha görünür kılar. Herkesin özgür ve eşit yaşadığı, insanların savaşlarda ölmediği bir dünya hayaline yaklaşmamıza bir tuğla koyar belki... "Olamaz mı, olabilir..." 

Şenol Erdoğan soruyor:

Mütevazılık sadece yerinde güzel, geçiyorum: bir “şey” yarattın (buna "sound" de, "tür" de, bununla ilgilenmiyorum) ve dünya halkının sanal mecra vasıtasıyla içindeki yokluğu, kuraklığı ve bilgisizliği egosantrik bir düzeyde pazarlamaya gündelik bir uğraş olarak kalkıştığı bir zamanda yaptın bunu. İçinde biriken bir sesti ve onu ne zaman ortaya koyacağını mı biliyordun? O vardı ve saklıyor muydun? Onu serbest bıraktığın; o "şimdi" dediğin anı neler şekillendirdi? Ve asla yarattığın bu “şey”in son hâlinin bu olmadığını gülümseyerek söyleyen bir şey var içimde, bir rutin ya da geleneksel tekrardan ziyade yarattığının bir bebek, bir canlı gibi büyüyerek başkalaşacağımı düşünüyorum. Öyle mi? 

Matematik formülü gibi soru yazmışın kardeşim. Buna anca Şah İsmail’in hayat bilgisi formülü yakışır:

“Garip bülbül gönlüm eğler ses ile

Nicelerin ömrü gitmiş yas ile

Arayıp bulduğum pür heves ile

Bir derdim var bin dermana değişmem.”

Kaan Sezyum soruyor:

Yeni albümün ilkinden farkı ne oldu? (Kayıt süresi, tekniği, kullanılan yöntem, alet edevat, kafa yapısı ve yeni bir plak şirketi üretime nasıl yansıdı?)

Bunu sana bi çizelgeyle anlatmak istiyorum Sezyum’cum.

Image

Bu sırada kendi plakçımızı kurduk. Gümrük, bandrol, dağıtım ve benzeri sıkıcı bürokrasi işleriyle ilgilendik, hâlâ da devam ediyor (Her şeyin bedeli var gerçekten). Alman menşeili Glitterbeat Records bastı, tüm dünyaya dağıtıyor.
Yani, iki albüm arasında teknik olarak çok da fark yok. İlkindeki gibi davulları çaldım (3 şarkı hariç), bas-gitar-davul triosunu önden hücum, metronomsuz kaydettik. Üzerine diğer sesleri kanal kanal ekledik. İlk albümdeki gibi prodüktörlüğü Ali Güçlü Şimşek’le birlikte yaptık.

Yine imece usulü, herkes işin bi’ ucundan tuttu, eşimiz dostumuzla hep birlikte arı gibi çalıştık, eğlendik, yorulduk.

Tuğçe Şenoğul soruyor:

Bu hayatta yaşamayı hayal ettiğin en tuhaf karşılaşma nedir?

Başka bir galaksiden, iyi kalpli bir canlıyla tanışıp arkadaş olmak.

Image

Bob Van Heur (Le Guess Who) soruyor:

Müziğinde Türkiye’nin ve şu anki gündemin nasıl bir etkisi var olduğunu düşünüyorsun? Devam ettirmek isteyeceğin, Türkiye’ye has bir geleneğin bir parçası gibi hissediyor musun? Ve tabii ki seni etkileyen müzisyenleri de merak ediyorum.

Bir yerde şöyle bir cümleye denk geldim, bence çok güzel özetliyor: “İzah, sanatı öldürür (explanation kills art)”. Analiz yapmak yerine, şarkıların kendi diliyle derdini anlatması daha isabetli. Ama şunu söyleyebilirim; hiçbir şarkımı -politik olarak algılanabilecekler de buna dahil- belli bir dönem ya da belli şahıslarla kısıtlandırmayı tercih etmiyorum, daha ziyade evrensel ve zamansız şeyler bırakabilmenin peşindeyim.

Dünya olarak garip zamanlardan geçiyoruz. Toplumsal travmaların üstümüzde bıraktığı derin izleri kısa zamanda gözlemlemek zor. Yıkımını ve etkisini belki on sene sonra anlayacağız. Ama sanat, üstü örtülen bu tür travmaları daha hafif atlatabilmek için çok kıymetli.

İkinci soruna gelecek olursak;

Türkiye’de 1960’larda, 1970’lerde üretilen Anadolu Pop, çok ilham verici ve eşsiz. Psikedelik, folklorik öğeler, Aşık edebiyatının izleri, kimi zaman Klasik Türk Müziği gamları ve makamları, kimi zaman türkülerden etkileşimler... Tüm bunlar çok dengeli biçimde müziğe eklenmiş. Hem yerel, hem de evrensel bir dil oluşmuş. Harika besteler yapılmış, çok etkileyici sözler yazılmış. Dönemin kendine ait bir görsel dili ve zekası var. Kendimi o ekolü (yaş itibariyle geriden) takip eden ve çok seven biri olarak görüyorum, müziğimde de bu dönemin etkileri fazlasıyla mevcut. Devam ettirmeyi değil ama görüp artırmayı, üstüne yeni fikirler eklemeyi tercih ederim. Yan yana gelmesi imkansız gözüken şeyleri ahenkle yanyana getirmeyi seviyorum. Müzikal deneyler yapmak, bir geleneği yeni bir forma taşımak ve yeni, henüz hiç söylenmemiş bir şeyler söylemek için kıymetli.

Beni etkileyen çok fazla müzisyen oldu. İlk aklıma gelenler; Selda Bağcan, Müzeyyen Senar, Zeki Müren, Erkin Koray, Avni Anıl, Nick Cave, David Bowie, Dave Gahan… 

Image

Elif Domaniç soruyor:

Seni büyüleyen kostüm nasıl bir şey? Biraz anlatır mısın... 

Süper kahraman pelerinleri, uzun çizmeler, fantastik kumaşlar ve hibrit, zamansız kesimler.

John Fitzgerald (DJ Fitz) soruyor:

Müzik yapmandaki asıl gayen nedir?  

He-man gibi bir kayanın üstüne çıkıp kılıcımla “Gölgelerin gücü adına” diye bağırmak, biraz eğlenmek ve dünyayı sonsuza kadar değiştirmek.

Image

Chris Eckman (Glitterbeat Records) soruyor:

En sevdiğin grunge grubu hangisiydi?

Nirvana! İlkokul dördüncü sınıfa giderken birader sayesinde tanıştığım ve her şeyi ilelebet değiştirecek olan grup! 

Benim için birçok şeyin başlangıcı o gündür. Külüstür bir Doğan SL'in içindeydik ve Nevermind kasedi dönüyordu. Duyduğum şeyi, daha önce dinlediğim hiçbir şeye benzetemiyordum ve çok mutluydum. Sonraki yıllarla birlikte derinlere indik ve olaylar gelişti. 

İlerleyen zamanlarda Alice in Chains'i, Pearl Jam'i keşfettim. Daha sonra Melvins, Mudhoney ve diğerleri... Ama Nirvana'nın yeri ayrı.

 

 

ÖNCEKİ Haz ve acı aynı anda hissedilir: Meltem Şahin SONRAKİ Alliance, Mumbai ve işbirlikleri: DJ Fitz ve Grup Ses
Bu yazıyı paylaş