Galata'da bir kurmaca: Şehzade Yangını

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Galata'da bir kurmaca: Şehzade Yangını

Röp: Seçil Kalenderoğlu
ÖNCEKİ 34. İstanbul Film Festivali’ne özel festival günlüğü SONRAKİ Spor olsun diye içten yazılmış yazılar*: Yazıhane Yıllık

Birbirlerinin hayatlarında figüran olan karakterlerin hileli bir horoz dövüşüyle başlayan hikâyesi

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Geçtiğimiz ay aramıza katılan yeni çizgi roman Şehzade Yangını, 1700'lerin Galata'sında geçen alışılmışın dışında bir dönem hikâyesi. Siyah ve beyaz çizgilere bürünen, raconlarına ölümüne sahip iki kabadayıdan yola çıkan roman, birbirlerinin hayatlarında figüran olan karakterlerin hikâyesini anlatıyor. Alışılmışın dışında bir Osmanlı Dönemi'ni anlatan Şehzade Yangını'nı yazar ve çizeri, Bant Mag.’ı da illüstrasyonlarıyla güzelleştiren dostlardan Selçuk Ören’le konuştuk.

Image

2009 yılında Deli Göcük adlı bir çizgi romanda yayınlanan ilk illüstrasyonundan bu yana çalışmalarını çeşitli mecralarda görüyoruz. Çizgi roman dünyasının seni yeniden içine çeken vazgeçilmezleri neler?
Aslında durum yeniden çizgi roman üretmeye dönmek değil. Amacım hep çizgi roman üretebilmekti. Bunun için çizgimi geliştirirken reklam sektörü ve dergiler için çalışmalar ürettim. Bu süreç hem çizgimi oturtmak hem de hikâye anlatımı için bir demlenme, olgunlaşmaydı.

On sekizinci yüzyıl Galata'sında geçen Şehzade Yangını, bir zamanlar Osmanlı'nın önemli kâbuslarından biri olan İstanbul yangınlarından yola çıkarak  dönemin iki kabadayısının hikâyesine odaklanıyor. 250 yıl öncesine dönerek bu hikâyeyi anlatma amacın neydi?
Serbest çalıştığım dönem tişört tasarım işi almıştım. Benden farklı konseptli işler istediler. Bulduğum fikirlerden birisi kitabın ilk özetiyidi. Sonradan tişört iş olmadı ama bulduğum konu enteresan geliyordu. Absürt komedi şeklinde bir iş yaparım diye yolla çıktım, dönemi araştırdıkça ciddi bir komplo hikâyesine dönüştü: Hikâyenin geçtiği 1768 yılı dünya ve Osmanlı tarihinde ciddi bir kırılma anı. Ruslara, Lehistan bölgesi yüzünden savaş ilan ediliyor. Savaşın sonunda da Osmanlı topraklarının bir kısmını kaybediyor ve çözülme süreci başlıyor. Bir daha kendisini toparlayamıyor. Dünyada ise İngilizler ve Fransızlar arasında sömürge ülkeleri için yapılan savaşın sonuçları ortaya çıkmaya başlıyor; Amerika’nın kuruluşu, Fransız ihtilali... Bu kelebek etkisi durumu çok ilginç geliyor bana. Birbirinden kilometrelerce uzak iki yerdeki savaş bir şekilde birbirlerini etkileyebiliyor. İnsanlar arasında da bu böyle; hiç tanımadığınız birinin yaptığı bir hareket ya da aldığı bir karar bir başkasının hayatında ufak ya da büyük değişikliklere sebep olabiliyor. Şehzade Yangını da böyle bir proje; birbirlerinin hayatlarında figüran olan karakterlerin hikâyesi. Birinci kitap Galata ve çevresinde geçiyor ancak seri ilerledikçe hikâye başka yerlere ve başka karakterlere sıçrayarak devam ediyor. Tabii şunu da belirtmekte fayda var; bu belgesel bir iş değil. Tarihteki bu olayları kurmaca bir hikâye içine yedirerek yazdım.

Image

Image

İki kabadayı demişken adları, sanları nedir bu kabadayıların, onlardan biraz daha bahsedebilir misin? Sence neden okuyucunun ilgisini çekecekler?
Kabadayıların adları Kadırgalı Kör Emin ve Tahir, bağlı oldukları paşaların rekabetleri yüzünden iki ayrı kutupta duruyorlar. Aralarındaki kişisel husumet ise hileli bir horoz dövüşüyle başlıyor. Emin, daha kendi hâlinde, etliye sütlüye pek bulaşmayan bir adam, Tahir ise kumar işinde olan, hırslı bir karakter... Kabadayıların, bana ilginç gelen yanları öldüresiye birbirlerinden nefret ederken bile karşısındaki hasmına karşı derin bir saygı duymaları. Racon olarak belirledikleri kurallara da ölümüne sadık olmaları. Karakterleri yazmadan önce olabildiğince o zamana ait anıları okuyarak gerçek bir kabadayı nasıl ise Kadırgalı Kör Emin ve Tahir’i de o şekilde kurgulamaya çalıştım. Karikatürize edilmiş (sokakta nara atan, sağa sola küfreden) kabadayılardan ziyade, gerçek kabadayıları göstermek istedim.

Hikâyenin hem yazanı hem çizeni olmak sana ne ifade ediyor? Birkaç yıla yayılan hazırlık sürecini nasıl etkiledi? Hem yazıp hem çizmenin zorlaştırıcı ya da kolaylaştırıcı yönlerini keşfediyor musun?
Açıkçası hikâyeyi yazmadan önce yaptığım araştırma sırasında çok zorlandım. Maalesef hem yazılı hem de görsel dünya için çok fazla kaynak yok. Bu yüzden geniş bir tarihi (16-19. yüzyıllar) kapsayan araştırma yaptım ve 1768 yılını hissettirecek şekilde kitabı kurgulamaya çalıştım. Ama bu zor kısmı bile keyifliydi. Bazen bir kitap için günübirlik başka illerdeki üniversite kütüphanelerine bile gittim. Yüzlerce sayfa metin okuyup içinden hikâyemi zenginleştirecek bir satır bulmak, içi altın dolu sandık bulmak gibiydi. Görsel dünyası için de aynı şeyler geçerliydi; hem internette araştırma yaptım hem de kitapları karıştırdım. Bu konuda biraz daha şanslıydım, çizimlere başlamadan önce tam da anlattığım döneme dair farklı yayınevlerinden kostüm kitapları çıktı. Bu sayede illüstrasyonları yaparken olabildiğince zengin bir elbise çeşitliliği oldu, derinliği olan sahneler çizebildim. Hem yazıp hem de çizmenin faydası ise ekip şeklinde çalışılırken yaşanan fikir ayrılıkları ve çatışmaları çok fazla yaşamamak. Bu da zaman ve enerji kaybının önüne geçmenizi sağlıyor. Ama aynı şekilde her şeyin kararını veren siz oluyorsunuz ve bazen gözden kaçan şeyler oluyor. Ama benim açımdan gayet olumluydu her şey. İçime sindiği gibi ve öncelikle kendimi tatmin ederek yaptığım bir proje başlangıcı oldu.

Image

Image

Şehzade Yangını'nın tahminî olarak dokuz kitaplık bir seri olacağını biliyoruz. Biraz bundan bahsedebilir misin? Serinin diğer kitaplarına dair sürecin nasıl işleyeceğini öngörüyorsun?
Kaç kitap olacağı üretim esnasında ortaya çıkacak. Hikâyenin yazılı hâli hemen hemen bitmiş durumda. Belki dokuz kitaptan az ya da çok olabilir. Bunu süreç belirleyecek. İlk başladığımda ben tek kitap olarak hikâyeyi yazmaya başladım, ancak hikâye ilerledikçe ve detaylandıkça tek kitaba sığmayacak bir kurgu çıktı. Yine tek kitapta çıkabilirdi ancak o zaman da hem fiyat hem de sayfa sayısı olarak okuması ve alınması zor bir proje olacaktı. Bunun yerine hikâyeyi bölerek dizi şeklinde ilerleyecek şekilde tekrar kurguladım. Üretim kısmında maalesef sadece kitapla ilgilenemiyorum; gündüzleri reklam ajansı, geceleri de çizgi romanla uğraşıyorum. Üretim süresi de bu sebepten normalden uzun sürüyor ama altı ayda yeni bir kitap çıkartarak seriyi devam ettirmeye çalışıyorum. Şu anda ikinci kitabın çizimlerine başladım. Bir aksilik olmazsa Kasım 2015’te çıkmış olacak.

Kitapta, yine Bant için de çizen isimlerden Ethem Onur Bilgiç, Sedat Girgin, Mert Tugen, Furkan “Nuka” Birgün, Uğur Ünsoy ve Berat Pekmezci hikâyeye çizimleriyle destek oluyor. Bu buluşma senin için neden önemli ve serinin önümüzdeki bölümlerinde de böyle buluşmalar ya da başka sürprizler olacak mı?
Ethem, Sedat, Mert, Furkan, Uğur ve Berat çizimleriyle sağ olsunlar destek verdiler ve görsel olarak daha zengin bir kitap ortaya çıktı. Ethem, Sedat, Mert, Furkan ve Uğur’la okul döneminden tanışıklığımız vardı. Ethem’le güzel sanatlara hazırlandığımız atölye dönemine kadar uzanan bir geçmişimiz var. Uzun süre de ev arkadaşıydık. Berat’la proje esnasında tanıştık. Devam kitaplarında da aynı şekilde farklı çizerlerden bir galeriye yer vermek istiyorum. Böylece görsel olarak daha heyecanlı ve zengin bir kitap ortaya çıkıyor. Bunun dışında süreçle birlikte başka sürprizler de olabilir ama şu anda ben de bilemiyorum bunun ne olacağını. Hep birlikte göreceğiz.

Çizgi romanı yayınlatma sürecinden biraz bahseder misin? Hem çizer hem de yazar olarak, çizgi romanın Türkiye’de yayın ve okuyucu dünyasında gereken ilgiyi ve desteği alabildiğini düşünüyor musun?
İlk kitabın bitmesine yakın birkaç yayıneviyle e-posta üzerinden ya da yüz yüze birkaç görüşmem oldu ancak çizgi roman basmanın riskli olacağını düşündüklerinden ya da geçmişte yaşadıkları tatsız proje denemelerinden dolayı pek sıcak bakmadılar. Bu süreç sırasında Ethem sayesinde Emre Yavuz’la irtibata geçtim. Bir dost meclisinde Ethem, Emre’ye projemden bahsetmiş. Emre’yle sosyal medya üzerinden önce konuştuk, sonrasında da bir araya geldiğimizde ona projenin tamamlanan kısmını gösterip hikâyenin kalanını anlattım. O da sağ olsun, projeye güvendi ve kitap Sırtlan Kitap logosuyla basıldı. Türkiye de zamanında yaşanmış çizgi roman için bir altın çağı var ancak günümüz için bunu söylemek zor. Daha çok mizah dergileri ve karikatürcülere ait kitaplar üretiliyor, okunuyor. Ancak ben biraz şanslıyım sanırım bu konuda; kitabın çıktığı hafta İlban Ertem’in İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası’ndan uyarladığı grafik roman da çıktı. Uzun zamandır farklı çizerler tarafından yapılmak istenen bir projeydi ve insanlar hakkında çok konuştular. Çizgi roman takip edenler dışında ilk defa bu proje sayesinde çizgi romanla tanışan insanlar da oldu. İlban Ertem’in kitabının yanında Şehzade Yangını’nın da sergilenmesi, daha fazla insana ulaşmasını sağladı. Ancak gün sonunda hâlâ çok küçük bir sektör ve okuyucusu az olan bir alan.

Son olarak, kitap için sıkı bir tanıtım filmi hazırladın. Reklamcılıkta çalıştığın düşünüldüğünde beklenmedik değil ama çizgi roman adına güzel bir hareket. Acaba ileriye yönelik olarak, Şehzade Yangını için bir uzun metraj ya da benzeri planların var mı?
Evet söylediğiniz gibi 2004 yılından beri bir şekilde reklam sektöründe olduğum için projeye başladığım andan itibaren kendi olanaklarımla nasıl bir tanıtım kampanyası yapabilirim diye düşünüyordum. Benim de içime sinen bir video işi çıktı ortaya. Şehzade Yangını bundan sonra uzun metraj filme ya da başka bir şeye evrilir mi bilemiyorum ancak benim planlarım arasında sadece çizgi roman kısmı var. Uzun metraja dönüşürse, filmi yapan kişiler de isterse ben sadece danışman olarak içinde yer alırım. Tek bir projeye bu kadar bağlanmak istemiyorum zira anlatılacak başka hikâyeler var...

ÖNCEKİ 34. İstanbul Film Festivali’ne özel festival günlüğü SONRAKİ Spor olsun diye içten yazılmış yazılar*: Yazıhane Yıllık
Bu yazıyı paylaş