2015'te plastik toplardan barikatlara: Yaşasın halkların yaratıcılığı!

Bu yazıyı paylaş
İçerik

2015'te plastik toplardan barikatlara: Yaşasın halkların yaratıcılığı!

Yazı: Aylin Kuryel, Fırat Yücel
ÖNCEKİ 2015’in iz bırakan kitapları: Editörlere sorduk SONRAKİ 2015’ten kalan: Küçük tiyatroların büyük oyunları

2015’de memleketten yaratıcı direniş manzaraları... 

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Suruç ve Ankara katliamlarının getirdiği yıkım ve acı, 1 Kasım seçimleri sonrasında muhalif kesimlere hakim olan kaybetmişlik psikolojisi, Kürt şehirlerine yapılan operasyonlara ve sivil ölümlerine karşı Batı şehirlerinin sessizliği… 2015 hiç kuşkusuz toplumsal muhalefetin güç kaybettiği, Gezi Direnişi ve akabindeki yaratıcı eylem biçimlerinin toplumsal sahneden çekilmeye başladığı, ana akım medyanın hızla sindirilerek askeri bir üs gibi yayın yaptığı bir yıl olarak anılacak.

Ancak ülke gündeminin hızına ve ekranların karanlığına aldanıp tarihsel açıdan nerede durduğumuzu unutmamalı: Asla yan yana duramayacağını düşündüğümüz toplumsal kesimleri birbiriyle karşılaştıran Gezi’nin üzerinden henüz iki yıl geçti ve iktidarın sopasının uzandığı her yerde yaratıcılık kendini göstermeye devam ediyor. Bazen üstü örtülmeye çalışılan yolsuzlukları “bayram”a çevirerek gündeme getiriyor, tabandan gelişen bir seçim kampanyası halini alıyor, doğanın kıyımına türkülerle karşı duruyor, bir plastik topu halktan çalınmış bir ormanın temsiline dönüştürüp hesap soruyor veya barikatların ardındaki direnişin hayatta kalma taktiklerinde kendini gösteriyor…

Ana akım medya Gezi Direnişi’ndeki mizah ve yaratıcılığı, sanki bir anda ortaya çıkmış bireysel zekâ pırıltıları olarak sunmuş, bireysel bir meziyet olarak kodlamıştı. Oysa Gezi tam aksine hayal gücünün hiyerarşik düşünce biçimlerinden sıyrıldığı, bireysel vasıf değil ortaklaşma ifadesi olarak anlam bulduğu bir tarihsel andı. Bu anlamıyla hayal gücü, toplumsal yarığın iktidar propagandasıyla genişletilmeye çalışıldığı 2015’in protesto ve direniş eylemlerinde de iktidardaydı. Yaptığımız liste, bireylerin değil, halkların hayal gücü ve yaratıcılığından örnekler sunuyor. Eksik bir liste bu. Unutulan, atlanan birçok eylem olduğuna eminiz. Bizimkisi daha çok bir anıştırma, 2016’ya ilham versin diye.

Image

Topumuzu Geri Verin

22 Haziran’da Öğrenci Kolektifleri’nden bir grup genç, piknik yapmak ve top oynamak için halka açık Atatürk Orman Çiftliği’ne giderler. Kendini piknik yapacak ailenin babası olarak tanıtan grubun atletli üyesi Gezi’den tanıdık bir simadır, “Belediye fıskiyesiyle bile grup seks yaptılar” videosundan bildiğimiz genç. Seçtikleri yer ise, halk arasında Ak Saray ya da KaçAk Saray olarak bilinen Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın kapılarının önüdür. Karpuz desenli toplarını sadece birkaç tur döndürebilen öğrenciler, “burası piknik alanı değil” diyen Cumhurbaşkanlığı korumaları tarafından tartaklanarak ormandan uzaklaştırılır.

Piknik eylemi, canlı icra edilmiş absürt bir hikâye gibi. Bu hikâye, ormanlık bir alanın, oligarşik yönetici sınıf tarafından nasıl gasp edildiğini anlatıyor. Hukukun hiçe sayılmasını (tarihi sit alanlarında kamu binası yapılamaz) insan tecrübesine tercüme ediyor. Bu eylemle Öğrenci Kolektifleri, hükümet tarafından “milletin sarayı” olarak adlandırılan binanın, yöneticilerin gösteriş için halktan çaldığı bir şehir alanı olduğunu berrak biçimde ortaya koydu. Çalınan bir şey daha vardı, öğrencilerin karpuz desenli topları. Grup 25 Haziran’da ellerinde topun fotoğrafının olduğu, üzerinde “haber alamıyoruz” yazan pankartlarla bu kez de Ankara Adliye’sinin önünde toplandı. “Topumuzu geri verin” diyerek suç duyurusunda bulunan öğrencilerin, adliye önünde okudukları basın açıklamasında şu cümleler de yer alıyordu: “Hadi diyelim ki 17-25 Aralık montaj, sormazlar mı bu da mı montaj diye, milyonların gözü önünde bir tane plastik topu gasp etti saray muhafızları… Biz ki bir ağaç için ülkeyi ayağa kaldıran gençleriz, bir plastik top için sarayı uykusuz bırakırız.”

HDP Yaz

HDP Yaz” furyası, 7 Haziran seçimi öncesinin coşkulu ve umutlu atmosferini besleyen en akılda kalıcı eylemlerden biri oldu. Sadece destek ve dayanışma eylemlerinin alabileceği yaratıcı formları göstermesi bakımından değil, bir sosyal medya furyasını inşaat işçilerinin başlatması anlamında da eşsiz bir örnekti. İşçilerin kullandıkları malzemelerle veya kendi bedenleriyle HDP yazarak başlattığı akım, hem tabandan yeşeren bir propaganda kampanyası olarak anlam buluyordu, hem de siyasi hareket çevresindeki örgütlenmenin çeşitliliğini ve kararlılığını gözler önüne seriyordu. Farklı saiklerle de olsa umudun simgesi haline gelmiş olan bu üç harf, hal işçilerinin kasaya koydukları renk renk meyve sebze, tarım işçilerinin soğanları, çiğ köfte, lokum ve baklava, kesilmiş döner parçaları, konfeksiyon işçilerinin iplikleri, gül yaprakları, çimen tutamları veya eczanedeki ilaç kutuları, yurt binası ışıkları ve hatta okey taşlarıyla yazıldı. Saç tıraşı şeklinde kafalarda yerini aldı. Park eden arabaların veya içi boyanmış çoktan seçmeli sınav kâğıdı seçeneklerinin şekliyle oluşturuldu. Yüzlerce imgeden oluşan bu tabloda Noel ışıkları, sütlü kahve kreması veya suşilerle yapılan HDP yazıları da, dayanışmanın sınıfsal ve mekânsal çeşitliliğine dair fikir veriyordu.

Hepimiz Harranlıyız

7 Haziran seçim kampanyaları sürerken, Bursa’daki Renault fabrikasında bir direniş başladı. 15 Mayıs’ta otomotiv işçilerinin Türk Metal Sendikası’na tepkisiyle başlayan direniş, patronları ve yasaları karşısına alarak Renault’dan TOFAŞ, Mako, Coşkunöz, Arçelik, Ford gibi başka fabrikalara yayıldı. İşçiler Türk Metal Sendikası’nın fabrikadan def edilmesi, kimsenin işten çıkarılmaması, ücret zammı gibi toplu sözleşme şartlarının yenilenmesi talepleri etrafında bir araya geldi. Direnişin sözünü kurarken önemli rol oynayan kolektif hafıza kodlarından bir tanesi de sinema oldu. İşçiler, Atıf Yılmaz’ın Kibar Feyzo (1978) filminde Kemal Sunal’ın canlandırdığı Feyzo karakterinin repliğine atıfta bulunarak kendilerini “Harranlı” olarak tanımladılar. Direniş alanlarına “Harran Ovası” yazan afişler astılar, “Hepimiz Harranlıyız” dediler. Harranlılar, ilk iş bırakma eylemi başladığında Renault’nun resmi açıklamasının da teyit ettiği üzere “üretim sürecinde öngörülmeyen bir duruş”tu. Bu durumu Renault’dan bir işçi şu şekilde anlatıyor: “Kemal Sunal’ın bir filmi vardır. İnşaatta çalışırken yevmiyesi az verilince nedenini sorar. Patron da ‘sen sendikalı değilsin’ der. O da ‘Ben Harranlıyım’ der. İşte biz de şimdi öyle diyoruz: Sendikalı değiliz, Harranlı Renocuyuz. TOFAŞ’takiler de TOFAŞLI Harranlılar diyor.”

Popüler kültürden direnişe mal edilen “Harranlılar” referansı, sadece direnişe geçen işçilerin ideolojik, kültürel ve coğrafi farklılıklarının olası engellerini bertaraf eden bir “bir aradalık” yaratmakta değil, direnişin toplumsal hafızadaki yankısını arttırmakta da oldukça etkili oldu.  Kibar Feyzo’nun politikleşme biçimini işçilerin kendilerine örnek aldıklarını ve kendilerini hem Türk Metal Sendikası ve Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) devlet desteğiyle yapacağı müdahalelere karşı, hem de kendi içlerinde bölünme tehlikesine karşı bu sayede koruduklarını söyleyen Emre Yeksan’ın konuyla ilgili kapsamlı yazısında dediği gibi, “sarı sendikalara karşı yürütülen mücadeleyi ileride Harranlıların direnişi olarak anacak olmamız bile ihtimal dahilinde.”

Ne Mutlu Türkü Söyleyene

Bir İstanbul duvarında da yazdığı gibi, “duvarlar halkın matbaasıdır”. Gazete, günlük, afiş gibi işlev kazanabilir, toplumsal hafızanın kaydını tutarlar. Duvarlardaki hareketlilik son yıllarda, özellikle Gezi Direnişi’yle birlikte arttı; belli başlı duvar yazıları direnişin ikonik imgelerine dönüştü ve sayısız sitede kayıt altına alındı. Feministler seksist duvar yazılarını “düzeltti”, duvar yazılarını örten gri boyaların üzerine ironik gri güzellemeleri ve “boyacı abi”lere hitaben mesajlar yazıldı. Özellikle bir duvar yazısı 2015 yılını döşeyen katliam ve baskılarla bunlara karşı süregiden mücadelelerin sembolü olarak anılabilir. Kasım ayında Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde asker ve özel harekatçıların duvarlara yazdığı kan dondurucu “devlet geldi”, “devlet her yerde” gibi yazılamalar, duvarların sadece muhalifin mecrası olmadığını kanıtlar nitelikteydi. Polis devleti işgalinin ikonu olarak, kurşun izlerinin yanında yerini alıp parmak sallayan bu yazılamalardan biri,  “Ne Mutlu Türküm Diyene”, halk tarafından “Ne Mutlu Türkü Söyleyene” şeklinde değiştirildi. Halkın işgal ve baskılara karşı mücadele etme iradesini, yazıya eşlik eden üç hilalin yuvarlaklara tamamlanarak gülen suratlara dönüştürülmesinden daha iyi anlatan az imge olabilirdi herhalde.

Bas Geri Bas Geri, Al da Git Askeri

Karadeniz yaylalarını birbirine bağlarken doğa katliamına zemin hazırlayan Yeşil Yol Projesi’ne karşı yapılan eylemlerde ekolojik mücadeleye büyük ilham veren iki an vardı: Havva Bekar’ın iş makinelerinin önüne geçerek efsanevi “Vali, kaymakam kimdir? Ben halkım” konuşmasını yapması ve komando birlikleriyle yol açmaya çalışan iş makinelerinin önüne geçerek çalışmalarına izin vermeyen yöre halkının şu türküyü söylemesi: “Denizi aldınız, dereyi çaldınız, yaylaya gelmeyi kolay sandınız, Rize size yalan, Yeşil Yol katliam, yaylaya dozeri sokturmayız, bas geri bas geri, al da git askeri.”

Image

17 Aralık Yolsuzluk Bayramı

17 Aralık 2013’te başlayan yolsuzluk operasyonu, aradan geçen ve Türkiye hızıyla çok daha uzun olan iki yıla ve tüm yasaklamalara karşın unutulmadan “kutlanmaya” devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda 17 Aralık günü Akdeniz Üniversitesi Öğrenci Kolektifi, üzerlerinde yolsuzlukla ismi anılanların fotoğraflarının olduğu dövizleri ağaçlara astıktan sonra, getirdikleri ayakkabı kutularının içinden çıkardıkları sahte 100 dolarları kampüstekilere “yolsuzluk hatırası” olarak dağıttı. İsteyen, ortası delik büyük boy 100 dolar banknotunun içinden kafasını çıkararak yolsuzluk hatırası fotoğrafı çekebiliyordu. Düzenlenen yarışmada “sıfırlayamayan” ödülünü Bilal Erdoğan aldı. Yolsuzluk bayramı, farklı üniversitelerdeki benzer eylemlerin yanı sıra, LDP’nin parti binasına astığı “İndiragandi” pankartı, hesap sormak için “yakılan gemileri” temsilen kâğıt gemilerle veya en kısa sürede en fazla ayakkabı kutusu “kaçıranın” galip geldiği yarışmalarla 2015’te de coşku içinde kutlandı.

Image

Oltalı Afiş

Öğrenciler Anadolu Üniversitesi’nde, Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) kuruluşunu protesto etmek için yemekhane duvarlarına ve okul duvarlarına 6 Kasım’daki yürüyüşe davet eden afişler astı. Üniversitenin özel güvenlik görevlileriyse, okula gelen çevik kuvvet ekipleri eşliğinde afişleri kaldırdı. Bu esnada iki öğrenci çatıya çıkıp olta şeklinde hazırladıkları borunun ucuna taktıkları afişi aşağıdaki özel güvenlik görevlilere ve polis ekiplerine salladılar. Böylelikle, polis ve özel güvenliği oltaya getirme amaçlı afiş yemleri 2015 yılında icat edilmiş oldu.

Image

Barikatlar ve Bezler

Gezi Direnişi’nden bu yana barikatlarda giderek artan bir çeşitlilik söz konusu. Kaldırım taşı, lastik, araba gibi daha tanıdık malzemelerin yanı sıra, çamaşır makinesi, koltuk gibi ev eşyaları da yerini aldı barikatlarda. Pimapen çerçevelerinden yapılmış tarihin ilk soyut sanat barikatı, barikatın işlevsel olduğu kadar estetik de bir obje olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Mis Sokak’ta koca tomayı korkutan küçük koli barikatı unutmak kolay olmadı. Çatışmaların yeniden başladığı son dönemde, hayatta kalmak için yaratıcılığın zaten bir zorunluluk olduğu Kürt illerinde ablukaya karşı yeni taktikler geliştirildi: Silvan’da halkın keskin nişancılardan korunmak için mahallerde binalar arasına gerdiği bez parçaları, Cizre’nin barikatlarındaki oyuncak bebekler ve Silopi’de bu sefer de bizi barikatlardan izleyen Avea tişörtlü Atatürk…

Image

Sokak Tabelaları, Bir Gece Ansızın…

1 Eylül Dünya Barış günü öncesi anonim bir grup tarafından gece vakti gerçekleştirilen eylemde Kadıköy’ün Yeldeğirmeni mahallesindeki sokak isimleri, ağustos ayındaki polis operasyonları ve çatışmalarda öldürülen çocukların isimleriyle değiştirildi. Böylelikle, Gezi’den bu yana sıkça karşımıza çıkan tabela değiştirme eylemleri, Kürt illerinde öldürülen çocukların isimlerinin ülkenin batısına, İstanbul’un merkezi bir alanına taşınmasıyla yeni bir boyut kazandı. Bu eylem, gazeteci Nuh Köklü’nin öldürüldüğü sokağın isminin Kartopu Sokak olarak değiştirildiği, Moda Eski Havuz meydanına Mehmet Ayvalıtaş’ın, Yeldeğirmeni’ndeki parka Ali İsmail Korkmaz’ın adının verildiği Kadıköy’de gerçekleşen kamusal alan müdahalelerine bir yenisini ekledi. Tahmin edileceği üzere ana akım medyaya yansımayan eylem, sosyal medyada ise çeşitli sorulara neden oldu. Tabelaların Kadıköy Belediyesi tarafından değiştirildiğini zanneden ve eylemin birkaç kişilik bir grup tarafından yapıldığını öğrenince hayal kırıklığına uğrayanlar oldu. Eylemi gerçekleştiren grup, tabelaları değiştirirken o sırada mahallede bulunan birkaç kişinin “şehitlerin isimlerini de yazın” tepkisiyle karşılaştıklarını aktarıyor. Beytullah Aydın, Hasan Nerse, Baran Çağlı, Emin Yanaş ve Fırat Elma gibi isimler ancak üç-dört gün sokak tabelalarında kalırken, Türkiye’de ağustos ayından yıl başına kadarki süreçte en az 44 çocuk çatışmalarda hayatını kaybetti.

Bodrum’dan Sur’a

Yılın son günleriydi ve gerek sokağa çıkma yasaklarının getirildiği şehirlere, gerekse de sosyal medyaya, #DoğuÖlüyorBatıİzliyor hashtag’iyle en net ifadesi bulan bir duygu hali hâkimdi. İşte bu günlerde Bodrum’da Barış Gönüllüleri adı altında toplanan bir grup, sokağa çıkma yasağının devam ettiği Diyarbakır’ın Sur ilçesine yürüyeceklerini duyurdu. Uzun yürüyüşlerin bir eylem biçimi olarak “yeni” ya da “yaratıcı” olduğu söylenemez belki. Ancak bu barış yürüyüşü, toplum psikolojisinin faşist bir abluka altında olduğu bugünlerde belki de gerçekleştirilebilecek en nefes aldırıcı eylemlerden biri. Gönüllüler yürüyüşlerini “Batı’nın sessizliğine karşı bir haykırış” olarak tanımlıyor. Bodrum’dan başlayacak yürüyüşe Marmaris, Datça, Muğla, İzmir ve Ankara’dan katılımlar olacak. Yolları açık olsun.

Not: 27 Aralık 2015 günü Bodrum’dan yola çıkan ve yol boyunca 70 kişiye ulaşan Barışa Yürüyorum İnisiyatifi 31 Aralık günü Diyarbakır’a vardı. Kendilerine şehirde katılan kitleyle birlikte Sur’daki ablukanın kaldırılması yönündeki taleplerini Dağkapı’da dile getirdiler. Burada karşılaştıkları polis saldırısının ardından gözaltına alınan inisiyatif üyesi 24 kişiden 23’ü 3 Ocak’ta serbest bırakıldı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde bir basın açıklaması yapan inisiyatif, demokratik haklarının polis tarafından engellendiğini ve tüm hukuksuzluklara rağmen bundan sonra da barışa ses vermek için çabalarını sürdüreceklerini belirtti.

DÜNYADAN YARATICI DİRENİŞLER

*25 Haziran’da, Hollandalı sanat grubu Front 404, George Orwell’ın 110. yaş gününü güvenlik kameralarının üzerine yerleştirdikleri küçük parti şapkalarıyla kutladı! Sene 1984 değil, 2015.

*Çek sanat kolektifi Ztohoven, Prag’daki başkanlık sarayının tepesinde dalgalanan bayrağı büyük, kırmızı bir erkek donuyla değiştirdi. Böylelikle “kimseden utanmayan bir adam” olarak tanımladıkları, göçmen karşıtı tavırlarıyla da bilinen Başbakan Milos Zeman’a kişisel bir bayrak hediye etmiş oldular.

*İspanya’da eylem yapma hakkını kısıtlayan, izinsiz eylemleri, polise kimlik göstermeyi ve polisin fotoğrafını çekmeyi cezaya tabi hale getiren Yurttaş Güvenlik Kanunu’na karşı tarihin ilk hologram eylemi düzenlendi. Hologramas para la Libertad adlı grup Madrid’de parlamento binası önünde toplanarak “Avrupa’nın üzerinde bir hayalet dolaştığını” gözler önüne seriyordu. 1 Mayıs’ta Türkiye’de hologram eylem düzenlememiz konusundaki yardım talebimizi cevapsız bıraktıkları için bizi hayal kırıklığına uğratmış olsalar da bu esin verici eyleme şapka çıkartıyoruz.

*Amsterdam Üniversitesi’deki bütçe kısıntılarını ve üniversitenin piyasaya gittikçe daha bağımlı hale gelmesini protesto eden öğrenciler, önce Soho House adındaki elit kulüp zincirine satılan Beşeri Bilimler Bungehuis binasını, daha sonra üniversitenin idari binası Maagdenhuis’i işgal ettiler. Dayanışma için hazırlanan görsellerde, polis teşkilatı tarafından öğrencilere saldırmakta kullanılan atlar ve Soho House’a dönüşmesi planlanan okul binası gibi motifler öne çıkıyordu.

*Brezilya’da Criola adlı ırkçılık karşıtı bir aktivist grup ırkçı Twitter kullanıcılarının tweet’lerini ayaklarına getirerek büyük bir hizmete imza attı. Criola böylelikle tweet’leri, sahiplerinin kapılarının önlerine billboard şeklinde yerleştirerek, “sanal ırkçılık gerçek sonuçlar doğurur” fikrini dile getirmiş oldu.

Image

Image

 

 

 

 

 

ÖNCEKİ 2015’in iz bırakan kitapları: Editörlere sorduk SONRAKİ 2015’ten kalan: Küçük tiyatroların büyük oyunları
Bu yazıyı paylaş