Tuhaf ve orijinallerin evi: Fire Records

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Tuhaf ve orijinallerin evi: Fire Records

Röportaj: Cem Kayıran – Fotoğraf: Busen Dostgül
ÖNCEKİ Fikirler arası kozmik bir yolculuk: Jane Weaver SONRAKİ Nostalji ya da değil: 1990’lar shoegaze sahnesinin tam takım dönüşü

“Muhtemelen duymamış olduğunuz müziklere ışık tutmak bizi heyecanlandırıyor.”

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Londra merkezli plak şirketi Fire Records, bu ay ilginç bir yıl dönümü kutluyor. Kataloğunda Josephine Foster, Howe Gelb, Pere Ubu, Jane Weaver, Noveller ve Half Japanese gibi isimlerin yer aldığı etiketin 33.3’üncü yıl kutlamaları bu ay gerçekleşecek. Fire Records ekibinden James Nicholls’la hem otuz yılı aşkın serüveni hem de bu yaz yayınlanacak A Scanner Darkly ve Halt & Catch Fire soundtrack albümlerini konuştuk.

Image

Bu ay plak şirketinin kuruluşunun 33.3’üncü yıl dönümünü kutluyorsunuz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?

Dört yıl kadar önce kutlamak için iyi bir doğum günü olduğu şakasını yapmıştık. Otuzuncu yıl dönümümüzde konserler ve diğer bir sürü etkinlikle yaptığımız kutlamalar çok eğlenceliydi. Bunu bir kez daha yapmak istedik ve 33.3’üncü yaşımızı kutlamaya karar verdik. Her şey kendiliğinden gelişmiş gibi oldu. Birçok grubumuzun turnede olması ve yakında birçok önemli albümümüzün yayınlanacak olması itibariyle garip bir mayıs ayı bizi bekliyordu. Hepsini bir araya getirmek ve üstüne birkaç şey daha eklemek gerekti.

Kutlamalar için ne gibi planlarınız var?

İki hafta içinde on civarında konserimiz gerçekleşecek. Sonrasında da bazı gizli konserlerimiz olacak. Evan Dando için bir gizli konser organize edebilmeyi umuyoruz. Jane Weaver da epey meşgul. Önce Rough Trade ardından da The Flashback dükkânlarında konserler verecek. İkinci konseri BBC gelip kaydedecek. Fazlasıyla meşgul geçecek bir üç ay bizi bekliyor gibi görünüyor. Ayrıca This Corner of England isimli bir festivalimiz var. Temelde The Bevis Frond’u onurlandırmak adına yapıyoruz. Festivalin ismi de grubun şarkılarından biri. Ayrıca grubun kendine ait bir kimlik geliştirebildiğine işaret ediyor. Kendi sound’ları ve müziklerindeki tavırla tipik İngilizler, tuhaflar. Bu da aslında bizim bir araya getirdiğimiz kişileri temsil ediyor. Biz, aslında tuhaf tiplerin plak şirketiyiz.

Fire Records’ın geniş kataloğuna dönüp bakınca, tını ve yaklaşım açısından geniş bir çeşitlilik göze çarpıyor. Yayınladığınız albümler arasındaki ortak noktaları nasıl tanımlarsın?

Az önce yaptığım tanıma benzer bir şekilde. Kenarda kalmış ama yine de ulaşılabilir müzikler gibi. Dinlemesi imkânsız deneysel müziklerden değil. Büyük bir hit olacağını düşündüğümüz şeyleri de yayınlamıyoruz. Orijinal olduğunu düşündüğümüz insanlarla çalışmaya çabalıyoruz. Belli bir janra odaklanmaksızın, hepsinin kendi aralarında bağlantıları var. Tüm albümlerde belli bir oranda pop duyarlılığı var.

Bir dinleyici olarak, Fire Records’ı tek bir janr ismiyle tanımlamanın mümkün olmamasını seviyorum.

Birçok plak şirketinin kendi kimliğine sahip olması iyi bir şey. Biz kendimizi uluslararası bir plak şirketi olarak görüyoruz. Arjantin ve Yeni Zelanda gibi ülkelerden gruplarla çalışabilecek kadar genişledik. Earth Recordings’le Sovyet besteci Mikael Tariverdiev’in bir derlemesini yayınladık. Müziği hiç geniş kitlelere ulaşmamıştı. Ama şimdi The Guardian’da iki sayfalık değerlendirme yazısı çıkıyor ve Pitchfork albüme 10 üzerinden 8 ya da 9 veriyor. Muhtemelen duymamış olduğunuz müziklere ışık tutmak bizi heyecanlandırıyor.

Fire Records’ın yolculuğu boyunca karşılaştığınız en temel engeller neydi?

Ben 2000 yılında başladım. Ve 2003’e kadar da bir plak şirketi işlettiğimi tam anlamıyla hissetmedim. Sonrasında da 5-6 yıllık bir debelenme oldu, benim de Londra’nın dışına taşınıp geri dönmem gerekti. Nihayetinde birilerini işe alabilecek konuma gelmiş ve plak şirketini sağlamlaştırabildik. En büyük engel, yalnızca var olabilmek. Sanırım şu anki durumumuz için en büyük alkışı şimdiki ekibimiz hak ediyor. İyi insanlar olduğunuz zaman hiçbir sıkıntı çıkmıyor, iştah artıyor, sanatçılar sizinle çalışmaya devam etmek istiyor ve sürekli yeni birileri geliyor; büyümeye devam ediyorsunuz. Kendi vizyonumuz içinde büyüyebilmek gerçekten heyecan verici.

Bu yaz birkaç soundtrack albüm yayınlayacaksınız. Biraz bu albümlerden bahsedebilir misin?

Müzisyenlerin filme eşlik ettiği özel konserler düzenledik. Death and Vanilla, Vampyr filmi için özel bir performans sergiledi ve bu seride yayınlayacağımız ilk albüm de o olacak. Ayrıca Jane Weaver ve Josephine Foster da birer tane yaptı. Bu albümlerin hepsi canlı kayıtlar. Yakın zamanda yönümüzü biraz değiştirdik; televizyon ve film müzikleri yayınlamaya başlıyoruz. İlk iki albüm Halt & Catch Fire ve A Scanner Darkly’nin soundtrack’leri olacak. Aslında A Scanner Darkly için, besteci Graham Reynolds’ın canlı performans sergileyeceği bir sine-konser yapacağız. Janrlar hakkında konuşuyorduk, bu albümdeki her şarkı birbirinden farklı ve hepsi muhteşem.

Bir de Paul Haslinger’ın Halt & Catch Fire müzikleri var. Soundtrack albüm yayınlamaya aslında Paul sayesinde başlıyoruz. Dizinin de büyük bir hayranıyım.

Image

Image

Image

Dizinin müzikleri, son dönemde iyice popülerleşen 1980’ler synth odaklı film müziklerinin geri dönüşünün de öncüsü bir anlamda.

Müzikler ve dizinin müthiş uyumu, bilgisayarların ve o tür teknolojinin doğduğu dönemle alakalı. Paul bu hissiyatı çok akıllıca yansıtmayı başardı. Aynı zamanda Tangerine Dream’le söz konusu soundtrack döneminin tam da içindeydi. Onun için şu an piyasadaki en iyi isim diyebilirsin. Paul’un da canlı performans için Londra’ya gelmesini umuyoruz. Belki bunu, önce albümü yayınladığımız sonra da bestecilerin film müziklerini canlı olarak çaldığı ilginç şeyler yapabileceğimiz bir formata dönüştürebiliriz. Besteciler için de ilginç bir tanıtım türü olabilir. İlginç şeyler yapmaya devam edeceğiz.

Soundtrack yayınlarında bu iki albümün ardından sırada ne olacak?

Sıradaki albümümüz Blue Velvet olacak. Çok heyecan verici. Ayrıca çalışmak istediğimiz dört-beş bestecinin isminin yer aldığı bir istek listemiz de var. Jon Brion’ın yaptığı işleri çok seviyorum. Paul Thomas Anderson’ın erken dönem filmlerinin tamamının müziklerini o besteledi. Ayrıca Evan Dando’nun Baby On Board albümünde vardı ve Elliot Smith’le de bir şeyler yapmıştı. Harika bir besteci olmasının yanı sıra tipik bir 1990’lar gitaristi. Onun film müziklerinden birini yayınlamak için stüdyoları ikna etmenin bir yolunu bulmalıyız.

Bildiğim kadarıyla yeni bir belgesel üzerine de çalışıyorsunuz bir yandan.

Yeni Zelandalı grup The Chills’i konu eden bir filme başladık. Plak şirketinin hikâyesine benzeyen yolculuklarını anlatmak istedik. Yeni Zelanda Sanat Kurulu’ndan da destek aldık. The Devil and Daniel Johnston veya Searching For Sugar Man gibi bir film olabilir. Tuhaf, alışılmışın dışında ve benzersiz bir karakter olan Martin Philipps’i konu ediyor.

Alışkanlıklar ve müzik dinleme biçimleri değişse de Fire Records’ı 30 yılı aşkın serüveninde hâlâ aktif kılan şey sizce nedir?

Biz basit bir şekilde sevdiğimiz şeyleri seviyoruz. Ve bunlar da çok geniş bir alana yayılıyor. İş aslında istekli olmak ve iyi müzikle içli dışlı olmakla ilgili. Geçtiğimiz günlerde çok ünlü bir plak şirketiyle yapılmış bir röportajı okudum. Bahsi geçen plak şirketinin nasıl hayatta kaldığıyla ilgili bir röportajdı. Bir soru hariç tüm sorulara nasıl kendilerini sürekli değiştirdikleri ve her zaman popüler olana odaklandıklarını anlatarak cevap veriyordu. Ben hiçbir zaman neyin popüler olduğunu bilmiyordum. Kim bilir, belki zamanla yine popüler olur?

Image

Image

 

 

ÖNCEKİ Fikirler arası kozmik bir yolculuk: Jane Weaver SONRAKİ Nostalji ya da değil: 1990’lar shoegaze sahnesinin tam takım dönüşü
Bu yazıyı paylaş