Gerçekle kurgu arasında, yapay doğa manzaraları: Burcu Perçin

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Gerçekle kurgu arasında, yapay doğa manzaraları: Burcu Perçin

Röportaj: Busen Dostgül
ÖNCEKİ Bağımsız, uçuk ve özgün: Milenyumda öne çıkan 10 LGBTİ+ dergi SONRAKİ Plaja banyo havlusu serenlerin kitabı: Anne, kız harikasın!

Şehrin farklı noktalarında yaratılan yapay peyzaj kurgularını irdelediği çalışmalarını x-ist’te açtığı Yeşili Doldurmak adlı bir sergide bir araya getiren Burcu Perçin’le üretim süreci, doğa-insan ilişkisi ve dahasını konuştuk.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Geçmiş geleneklere göre alışılmış olan yeşil alanlarını eski fotoğraflara bakarak yad ettiğimiz İstanbul’un doğadan uzaklaşan dönüşümü, mükemmel gelecek planları yapılmasını talep eden “fütürist” mimarileri ve yapay doğa öğeleriyle karşımızda duruyor ve canımızı sıkıyor. Doğayla baş başa kaldığımız her anın ne kadar değerli olduğunu hissettiğimiz şu günlerde, sanatçı Burcu Perçin, şehrin farklı noktalarında yaratılan yapay peyzaj kurgularını irdelediği çalışmalarını x-ist’te açtığı Yeşili Doldurmak adlı bir sergide bir araya getirdi. Sergisinde şimdiye kadar fotoğrafladığı çeşitli mekânları kendine has dokunuşlarıyla yağlı boya tablolara dönüştüren Burcu Perçin’le bu çalışmalarının üretim sürecini, doğa-insan ilişkisini ve dahasını konuştuk.   

Neredeyse bütün çalışmalarının ortak özelliği olan mekânlarla aranda nasıl bir bağ kuruyorsun?

Çalışmalarımda sosyal ve çevresel konulara duyduğum derin bağlılıkla hareket ediyorum. Genellikle etkilenen çevreyi merkeze aldığım için mekân olgusu üzerinden işler üretmeyi tercih ediyorum. İşlevini yitirmiş, terk edilmiş endüstriyel mekânlar, tahrip edilen doğa, kazılan dağlar, şehrin içindeki yapay doğa manzaraları gibi birbirini doğuran temalar üzerinde çalışıyorum. Temelinde çevremizi suistimal ettiğimize dikkat çekmek istiyorum. Aynı zamanda benim için biçim ve içeriğin birbirini beslemesi çok önemli. Seçtiğim mekânlar, imajlar beni resimsel olarak da konuya bağlıyor ve teknik arayışlarıma cevap veriyor. Dolayısıyla peşine düştüğüm görsel zenginlik, ele almak istediğim mekânları da belirliyor. Karşılaştığım veya özellikle seyahat ederek ulaştığım bu yerleri tuvallerime taşıyorum.

Image

Makinenin İçinde Dolaşmak, tuval üzerine yağlıboya, 2017  

Image

Beyaz Küp, tuval üzerine yağlıboya, 2017  

Image

Neşe Apartmanı, tuval üzerine yağlıboya, 2017 

Çalışmalarında mevcut olanı, kendi istediğin hâle getirerek yağlı boya tablolara çeviriyorsun. Yapacağın kolajlar veya eklemelere dair fikirler, fotoğrafları çekerken mi şekilleniyor? Kararlar o zaman mı alınıyor? 

Evet, yaratmak istediğim kompozisyonda ihtiyaç duyduğum her şeyi kolaj yaparak bir araya getiriyorum. Böylelikle kurguyla gerçek arasında yeni bir mekân oluşturuyorum. Bunun için genelde kendi çektiğim fotoğrafları seçiyorum. Çekim aşamasında kompozisyonlar imgelesem de daha çok atölyemde bu fotoğraflarla geçirdiğim zaman, yani kolaj aşaması eskizlerimi belirliyor.

“BEN ÖNCELİKLE İNSAN OLARAK KENDİMİZİ DOĞAL DÜNYADAN AYRI GÖRMEYİ BIRAKMAMIZ GEREKTİĞİNE İNANIYORUM. DİĞER HAYVANLAR VE CANLI VARLIKLARI DOĞA OLARAK SINIFLANDIRIP KENDİMİZDEN AYIRIYOR VE SANKİ ONDAN AYRIYMIŞIZ GİBİ DAVRANIYORUZ.”

x-ist’te açılan yeni sergin Yeşili Doldurmak’ın yaratım sürecine neler ilham verdi? Nasıl bir süreçte bir araya geldi? Bu sergi için hazırladığın ilk çalışma hangisiydi? 

Var olan günlük şehir hayatı içinde giderek çoğaldığını fark ettiğim yapay doğa manzaraları üzerine düşünmek, gözlemlemek bu seriyi oluşturmama neden oldu. Toplu konutlarda bir pazarlama unsuru olarak yapılan peyzaj düzenlemeleri, otoban kenarlarındaki veya binaların üzerindeki dikey bahçeleri görmek, doğa insan ilişkisinin ne denli sorunlu hâle geldiğini hatırlatıyor. Doğaya ağır tahribatlar verip sonra -tuhaf ama- yapay doğalar inşa ediyoruz. Yeşili, özellikle büyük şehirlerde ait olduğu doğasından bağımsız görüyoruz. Bu suni doğayla nasıl bir ilişki kurduğumuzu, onu ne kadar özümsediğimizi, yarattığımız çevrenin bizi ne kadar güvende tuttuğunu sorgulamak istedim. Geçmiş peyzaj geleneğinden farklı olan bu yeni doğa anlayışı bu sergimin odak noktası oldu. Yeşili Doldurmak serisinden “Büyük Dünyalarımız Var” adlı ilk işimi, sergiden önce Contemporary İstanbul fuarında gösterdim. Bu resimde doğanın içine yerleştirilmiş büyük bir bina ve onu çevreleyen ona tezat bir estetikle, yuvarlak formlardan oluşan bir peyzaj görüntüsü var.

Teknolojiyle tamamen doğadan uzaklaşan, her şeyi kolay ve hızlı bir şekilde halletmeye çalışan prototipler yani modern insanların doğayla sahte olmayan ilişkiler kurması nasıl mümkün olabilir sence?

Ben öncelikle insan olarak kendimizi doğal dünyadan ayrı görmeyi bırakmamız gerektiğine inanıyorum. Diğer hayvanlar ve canlı varlıkları doğa olarak sınıflandırıp kendimizden ayırıyor ve sanki ondan ayrıymışız gibi davranıyoruz. Sonra doğaya nasıl davranmalıyız diye soruyoruz. Doğaya belki kendimize nasıl davranıyorsak öyle davranmalıyız. İnsan ve doğanın ayrılmaz olduğunu hatırlamak, teknolojiye rağmen bizim onunla daha sağlıklı bir ilişki içinde olmamızı mümkün kılabilir. Örnek verirsek Almanya dünyanın en yüksek teknolojilerini kullanan ülkelerden bir tanesi. Bence doğanın insan yaşam alanlarında iç içe geçtiği bir yer olarak bize bu olasılığı gösteriyor. Teknolojiyi doğayla barış içinde kullanma olasılığımızı bunun gibi bazı ülkeler bize gösteriyor. 

Çalışmalarının, bu şehre dair canlı tutmakta zorlanabildiğimiz "hafızamızla" nasıl bir ilişki kurduğunu biraz açabilir misin? 

Son dönemde şehir planlamalarındaki değişiklikleri hepimiz hayretle izliyoruz. Büyük şehirlerde en çok hissedilen, nefes alacak yerlerin kalmaması. İstanbul’da hızlı bir şekilde gerçekleşen dönüşümden şikâyet ediyoruz ve hafızamızı zorlayarak geçmişle kıyaslıyoruz. Yeşil alanlar bir yana, tarihi veya belli bir dönemi temsil eden yapıların yıkımına da tanıklık ediyoruz. Daha önceki işlerimde bende bu tip yapıları görselleştirerek, oraları ölümsüz kılmak ve o mekânlardaki yaşanmışlık duygusunu aktarma ihtiyacı duydum.

Fotoğraflardan kolaj ve eklemelere, yağlıboyaların ortaya çıkmasından önceki tüm süreci de kendi üretimlerinin belirlemesi senin için neden önemli? 

Resmini yapmak istediğim mekânları kendim görmek istiyorum. Çünkü o mekânlarda vakit geçirmek, oradaki havayı solumak benim için önemli. Böylece o yerlerin ruhunu daha iyi aktarabileceğime inanıyorum. Ayrıca teknik olarak bana yeni kapılar açtığını düşünüyorum. Örneğin bir önceki Dağların Sahibi Yoktur sergisi için birçok mermer ocağının içinde bulunmak, maddeyi, malzemeyi özümsemek beni daha sonra heykelimsi formlara yönlendirdi. Bu sergimde yer verdiğim mermerden rölyef işim de bunun bir örneği. Kendi resimsel üslubumdan yola çıkarak oluşturduğum, “Farklı Biten” adlı bu çalışmam, terk edilmiş bir mermer ocağının soyutlanmış bir kesiti ve onun üzerinde oluşmuş bitki kümelerini temsil ediyor.  Bunun yanı sıra çektiğim fotoğraflar üzerine yağlıboya müdahalesinde bulunduğum işler de var. Sergilerime fotoğraf disiplini içinde yer alan işleri dahil etmekten keyif alıyorum çünkü çalışma sürecim çekim aşamasında başlıyor.

Hiç fotoğraf sergisi yapmayı düşündün mü? Eminim çektiğin kareler de en az yağlı boya tabloların kadar başarılıdır...  

Teşekkür ederim. 2009 yılında, Foto-Kolaj adlı bir sergi açmıştım aslında. Sadece kendi çektiğim fotoğraflardan oluşturduğum bir dizi kolaj işimi sergilemiştim. İlerde yine sadece fotoğraf disiplini üzerinden bir sergi oluşturmam elbette mümkün. 

Image

Bitki Evleri, tuval üzerine yağlıboya, 2016  

Image

İskelet, tuval üzerine yağlıboya, 2016

Image

Detay, tuval üzerine yağlıboya, 2016

 
ÖNCEKİ Bağımsız, uçuk ve özgün: Milenyumda öne çıkan 10 LGBTİ+ dergi SONRAKİ Plaja banyo havlusu serenlerin kitabı: Anne, kız harikasın!
Bu yazıyı paylaş