“Bu ülkede tarihin tekerrürü bir ömre birçok kez sığabiliyor”: Parçalar

Bu yazıyı paylaş
İçerik

“Bu ülkede tarihin tekerrürü bir ömre birçok kez sığabiliyor”: Parçalar

Röportaj: Yiğit Atılgan
ÖNCEKİ Daha iyi yarınları umut etmeye devam: “Mr. Gay Syria” SONRAKİ Kıyılardaki kültürlerin ve kişisel hikâyelerin peşinde: Giovanni Cocco

Yönetmen Rojda Akbayır, düşünüp hatırlamaya çalışmanın travmalarla baş etmek için yeterli olmadığının farkında. 1938 katliamı, 1980 darbesi, 1990’lar, köy boşaltmalar gibi Türkiye’nin büyük toplumsal travmaları aynı zamanda onun kişisel tarihinin de travmaları. Rojda Akbayır, ilk filmi Parçalar’da aile, hafıza, yüzleşme, göç ve tarihin tekerrürü gibi kavramları sorgulayarak kişisel tarihinin izinden giderek aldığı yolu izleyiciye aktarıyor. İstanbul Film Festivali 2018 Ulusal Belgesel Yarışması’nda “En İyi Belgesel” ödülüne layık görülen Parçalar’ın terapi-vari yaratım sürecini ve hikâyesini yönetmeninden dinliyoruz.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image

“Ailemin yaşadığı ama benim tanık ya da mağdur olmadığım travmaların ağrısını nasıl oluyor da taşıyabildiğimi ve bunlarla nasıl baş edeceğimi bulmaya çalışıyordum.”

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Turizm okumuşsunuz, hemen sonra kendinizi belgesel dünyasında bulmuşsunuz.
Evet, turizm okudum. Okul bittikten sonra dört yıl kitapevlerinde çalıştım. Sonra yolum BSB (Belgesel Sinemacılar Birliği) ile kesişti. On yıl boyunca BSB’de çok değerli insanlarla çalışma fırsatı buldum. Hepsinden çok şey öğrendim. Belgesel, hayatım olmaya başladı. Yine BSB’nin organize ettiği Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali’nde çalıştım, bu sayede binlerce uluslararası ve yerli belgesel izleme şansı buldum. Çok öğreticiydi. Bu arada atölyelere katıldım, birçok belgesel projede görevler aldım, belgesel sinemayla ilgili çeşitli AB projelerinde de çalıştım. En sonunda ilk filmimi tamamladım.

1980 askeri darbesi öncesinde babanız yurt dışına kaçmış. Sonrasında anneniz ve babanız boşanmış, yıllar içerisinde aileniz Dersim, İzmir, Almanya ve Fransa derken parçalara ayrılmış. Sizi bu parçaları sinemaya aktarma kararını vermeye iten ne oldu?
12 Eylül ile ilgili bir film yapmayı hep istiyordum. Ama kendi ailem üzerinden bir film yapmayı düşünmemiştim. Bir gün kuzenim beni aradı ve babamın kanser olduğunu, ameliyat olmadan önce Türkiye’ye ailesiyle birlikte geleceğini ve benimle görüşmek istediklerini söyledi. Uzun süre düşündükten sonra görüşmeye karar verdim. Böylece ailesiyle, kardeşleriyle tanıştım. Sonra babamın eşi Sandrine beni Facebook’tan ekledi. Facebook’tan onları takip etmeye başladım. Çocuklarıyla kampa giden, tatil yapan ilgili bir baba vardı orada. Bu benim için tuhaf bir duyguydu. Fotoğraflardaki adam benim babamdı ve ben sanki benim için asla gerçekleşmeyecek bir olasılığa bakıyor gibi hissediyordum. Sonra hikâyenin burada olduğunu fark ettim. Benim ailemin parçalanmışlığı ile 12 Eylül’e daha içeriden, daha kişisel bakabilirdim. Ama yapmak için cesaretim yoktu, hikâyenin çok içerisindeydim. Duygular çok yoğundu, korktum. Sonra hikâyeyi arkadaşlarım öğrendi ve beni yüreklendirdiler ve her aşamasında benimle oldular. Yapımcım Ender Yeşildağ ve bana yoldaşlık eden Peri Johnson, Aslı Ertürk, Deniz Üstüner, Meryem Yavuz ve Erhan Arık film henüz proje aşamasındayken bana ve filme inandılar. BSB’de birlikte çalıştığım birçok güzel insan bana çok destek oldu. Çok şanslıydım, çok güzel bir ekiple çalıştım, birçok güzel insanın emeğiyle bu film oldu.

Babanız Avrupa’ya kaçtıktan sonra bütün geçmişini geride bırakıp kendine yeni bir hayat kurmaya çalışmış. Sizce yeni bir hikâye yaşanması gereken başka bir hikâyenin yerini alabilir mi?
Sandrine bu soruya güzel cevap veriyor bence, bir hikâye başka bir hikâyenin yerini alamaz. Belki eskir, derinlere gömülür ama yok olmaz.

“Kişisel yüzleşmeler elbette ki önemli, ama bu olayların ağrısını tüm toplumun hissettiğini ve yüzleşmeden, özür dilenmeden, hesap sorulmadan yolumuza devam edemeyeceğimizi, sağlıklı olamayacağımızı biliyorum.”

“İlerlemek için kendi etrafımda dönüyorum, hafızamı yeniden inşa etmek için” diyorsunuz. Hafıza kavramı filmin nirengi noktalarından, sizin için nereye oturuyor?
Evet hafıza, yüzleşme ve tarihin tekerrürü filmin etrafında dönüp durduğu meseleler. Filmin çekimlerine başladığımız andan itibaren kendi hafızamı yoklamaya başladım. “Babamın yokluğunu ilk ne zaman hissettim, doğduğum topraklarda daha çocukken, politik ortamı fark ediyor muydum, 80’e dair hafızam nasıl oluştu, 90’larda ne yapıyordum, 38’i nasıl öğrendim...” gibi soruların cevaplarını bulmaya çalıştım. Bu soruları cevaplamaya çalışırken, bazı duyguları anımsadığımı fark ettim. Babaannemi düşünürken yılanlı bir masalı hatırlıyordum, ama bizimle Zazaca konuşuyordu ve ben bu masalı Türkçe olarak hatırlıyordum mesela. Ya da babamla ilgili ilk anımı hatırlamaya çalıştığımda, annemin iki yıl sonra Almanya’dan Türkiye’ye döndüğünde hazırladığı kahvaltı sofrası bir imaj olarak aklımdaydı ve bir de hissettiğim duyguyu net bir şekilde hatırlıyordum. Olayları net bir şekilde hatırlamasanız da duygusunu ve bu duygunun şiddetini yaşandığı gün kadar net hissediyorsunuz. Travmaların üzerinden uzun zaman geçmişse ya da travmanın doğrudan mağduru değilsem, nasıl oluyor da ağrısını bu kadar derinden hissedebilirim, anlamaya çalışıyordum. Ailemin yaşadığı ama benim tanık ya da mağdur olmadığım travmaların ağrısını nasıl oluyor da taşıyabildiğimi ve bunlarla nasıl baş edeceğimi bulmaya çalışıyordum. Travmalarınızla elbette ki sadece düşünüp hatırlamaya çalışarak baş edemiyorsunuz. Birilerinin olayları anlatmaya başlaması ilk adım sanıyorum. Başkalarına anlatmak, başkalarının da acınıza ortak olmaları sağaltmanın ilk adımı. 38, 80’lar, 90’lar Türkiye’deki büyük toplumsal travmalar, aynı zamanda benim kişisel travmalarım bunlar, bu olayların bir kısmına tanık olmadım. Ama kaybın acısını doğrudan yaşamasanız da ağrısını taşıyorsunuz. Kişisel yüzleşmeler elbette ki önemli, ama bu olayların ağrısını tüm toplumun hissettiğini ve yüzleşmeden, özür dilenmeden, hesap sorulmadan yolumuza devam edemeyeceğimizi, sağlıklı olamayacağımızı biliyorum. Hafıza dediğimiz şey tüm bu meseleleri, hiç beklemediğiniz anlarda karşınıza çıkarıveriyor, bir adım atmanız için, iyileşmeniz için sizi zorluyor.

Image

Image

Ninenizin size küçükken anlattığı Zazaca masaldan bahsederken “Hatırlamıyorum ama anımsıyorum” diyorsunuz. Bu iki kavram sizin için nasıl ayrılıyor?
Hatırlamak kelimesi bir şekilde emin olmayı içeriyor benim için, anımsamak ise bir duyguyu, bir imajı, bir anı, ya da kokuyu içeriyor, net olmayan belirsiz ama baskın bir şey. İngilizce altyazıda bu ayrımı vermek kolay oldu. “Remember” ve “recall” kelimeleriyle sorun çözüldü. Türkçe sözlükte anlamsal bir fark yok biliyorum. Film kurgu sürecindeyken de çok tartıştık aramızda. Sonunda böyle kullanmaya karar verdik.

Hafıza demişken filmde yer yer ailenizin arşiv görüntülerini kullanmışsınız. Bu görüntülere nasıl ulaştınız ve filmde kullanırken neyi hedeflediniz?
Arşiv görüntülerine kuzenimden ulaştım. Filmi yapmaya başlamadan önce varlığından haberdar değildim. Görüntüler Hİ8 kasetlerdeydi. Ne göreceğimi bilmiyordum. Aktarım bittikten sonra görüntüleri izlemeye başladık. İnanılmaz bir andı benim için. Çekimleri yapan kuzenim, Almanya’dan ailesinin yanına tatile gidiyor kamerası ile. Tam köylerin boşaltıldığı ve yakıldığı zamana denk geliyor. Çekimler çok başarılı, arada çekerken walkman ile müzik kullanmış. Çok etkilendim gerçekten. Çekimler yapılırken kurgusu düşünülmüş gibiydi. Kayıtlarda ben yoktum. Ama beni daha iyi ifade edebilecek başka bir şey olamaz diye düşündüm. Sayfalar dolusu yazsam bu kadar iyi anlatamazdım kendimi, kim olduğumu ya da ne hissettiğimi. O kadar bana aitti ki! Tam da bu yüzden kullandım. Benim ve ailemin nereden geldiğini, o topraklarda kimlerin, nasıl yaşadığını, neler yaşadığını hissetsin, onları bu kadar içeriden tanısın istedim izleyici. 

“Parçalar” aynı zamanda yüzleşmeye dair bir film. Siz belgesel boyunca aile bireylerinizin seçici hafızaları ve yüzleşmeye dair yaşadıkları zorluklar arasında konuşmanın sağaltıcılığına güvenerek kendi gerçekliğinizin peşine düşmüşsünüz. Bu gerçekliğe ulaşabildiğinizi, bazı hesapları kapatabildiğinizi düşünüyor musunuz?
Doğrusunu söylemek gerekirse tüm bu işe kalkışmadan önce de kendi kendime bu olayla yüzleştiğimi söylüyordum. Ama yüzleşmek kendi kendinize ya da içinizden söyleyerek olmuyormuş, öğrendim. Filmin kurgusu çekimlerden daha ağır bir süreç oldu benim için. Bir nevi terapi gibiydi çünkü. Defalarca konuşulanları dinlemek, süzmek ve bir akış oluşturmak. Aynı zamanda filmin yönetmeni olarak mesafenizi sürekli kontrol etmek de ayrı bir zorluktu. Ama asıl yüzleşme film izleyici ile buluştuğunda tamamlandı benim için. Sağaltmak yaralarınızın izlerinin yok olması, hiç sızı hissetmemeniz anlamına gelmiyor. Sadece o yara izlerine artık bakabiliyorsunuz, yaranın içten derinden sızlamasını da hissediyorsunuz, ama onlarla yolunuza devam edebiliyorsunuz. Hesapları kapatmak değil de krizlere girmeden devam edebilir hale geliyorsunuz. Sadece benim için değil, abim ve annem de filmi ilk kez seyirciyle izlediler. İkisi de iyi ki yapmışsın bu filmi dediler. Sanıyorum onlar için de filmi ekranda izleyiciyle görmek, bir sağaltma haliydi.

Babanız size yazdığı mektupta “Çocukluğumdan hatırladığım sürekli oradan oraya göç edişimiz” diyor. Siz de film boyunca kameranızla yolları takip ediyorsunuz. Bu tekerrür hali kişisel olarak ne anlama geliyor?
Şu an İngiltere’ye yerleşmeye çalışıyorum. Tarihin tekerrürü kişisel hayatımda da tamamlandı böylece. Babamın babası sürgüne gönderildi, babam 80’de yurtdışına kaçtı, 90’larda köylerin boşaltılmasıyla ailem tekrar bir sürgün hali yaşadı, ben de şimdi yurtdışında yeni bir hayat kurmaya çalışıyorum. Ne diyebilirim bilmiyorum doğrusu.

Image

Image

Memleketin siyasi ortamında da tekerrür hali mevcut. 1938 katliamı ve 90’lardaki köy boşaltmalar aile öykünüzde dönüm noktaları. Mehmet Ali Birand filmde 1980 darbesini anlatırken yer yer sanki bugünü anlatıyor. Belgeselde son söz olarak “Bu ülkede tarihin tekerrürü bir ömre birçok kez sığabiliyor” demişsiniz. Bu sözü biraz daha açabilir misiniz?
15 Temmuz öncesinde yaşananlar, 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında gelen sivil darbeden bahsediyorum aslında. Sizin de söylediğiniz gibi Birand’ın anlatımı sanki bugünleri de bir şekilde anlatıyor. Çok benzer süreçleri yaşıyoruz. Gerçekten de bu ülkede toplumsal travmalar bir ömre birçok kez sığıyor. Ne yazık ki hiçbirinin hesabı sorulamıyor ve hiçbiriyle yüzleşilemiyor. Böyle büyük toplumsal travmaları anlatırken rakamlar veriyoruz. Büyük toplumsal travmaların kayıpları birer rakam, istatistiksel bir veri değil. İnsanlardan bahsediyoruz, ölenlerden, hapse atılanlardan, işinden edilenlerden, yurtdışına gidenlerden bahsediyoruz. Anneleri, babaları, sevdikleri çocukları var. Rakamlar tüm bunları anlatmıyor bence. Toplumsal travmalarımızla yüzleşmeliyiz. Yüzleşmeyi başarırsak tarihin bu kısır döngüsünü kırabileceğimizi ve yeni, daha iyi bir gelecek inşa edebileceğimizi düşünüyorum. 80 darbesiyle yüzleşmeyi başarabilseydik bugünleri bu şekilde yaşamayacaktık diye düşünüyorum. 20 senede, 30 senede bir büyük travmalar yaşıyoruz bu ülkede, bir ömre birçok kez sığıyor bu travmalar.

Eskilerden bahsederken ailenizde herkes devrimciliği sanki yapılmış bir tercih değil, hayatın akışının doğal hali olarak tanımlıyor. Bu aile geçmişinin sizin üzerinizdeki etkileri ne oldu?
Doğduğum topraklarda insanlar kendilerini komünizm ya da sosyalizme yakın hissediyorlar, doğru. Bilmiyorum, inançsal, kültürel ve etnik olarak yakınlık kuruyor olabilirler. Ya da kimliklerinden dolayı var olan sistem onları kabul etmediği için, yok etmeye, asimile etmeye çalıştığı için, asimile olmadan, yok olmadan var olabilecekleri bir sistem ihtiyacından da olabilir bu politik duruş. 80 öncesi devrimcilerin rahat örgütlendikleri bir yer Dersim. Bu dönemlerden yerleşmiş politik bir bilinç var. Dolayısıyla devrimci olmak, o dönem tam da sizin dediğiniz gibi hayatın akışının doğal hali gibi gerçekten de. Ben de beslendim buradan, o bilinçten geliyorum.

İstanbul Film Festivali’nde kazandığınız ödül sizde nereye oturdu, sizce jüri Parçalar’ı bu ödüle neden layık gördü?
Ben ve yapımcım Ender Yeşildağ çok uzun süredir filmi yapmak için uğraşıyoruz. Biz çok güzel bir ekiple çalıştık. Herkes çok inandı projeye, tüm ekip sahiplendi filmi. Sonunda, İstanbul Film Festivali’nden ödül almış olmamız bize inanan ve desteklerini esirgemeyen dostlarımız için de güzel oldu. Takdir edilmek güzel bir duygu hepimiz için. Jüri filmimizi “Kişisel ve fazlasıyla kırılgan bir öyküyü yinelenen toplumsal trajedilerin yaşandığı bir coğrafya sahnesinde, evrensel ve dengeli bir anlatıma dökmeyi başardığı için...” ödüllendirdiklerini açıkladı. 

 

ÖNCEKİ Daha iyi yarınları umut etmeye devam: “Mr. Gay Syria” SONRAKİ Kıyılardaki kültürlerin ve kişisel hikâyelerin peşinde: Giovanni Cocco
Bu yazıyı paylaş