Daha iyi yarınları umut etmeye devam: “Mr. Gay Syria”

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Daha iyi yarınları umut etmeye devam: “Mr. Gay Syria”

Röportaj: Mehmet Ekinci - Fotoğraf: Bradley Secker
ÖNCEKİ Orgullo*, Orgulho**: Latin Amerika LGBTİ+ Sineması SONRAKİ “Bu ülkede tarihin tekerrürü bir ömre birçok kez sığabiliyor”: Parçalar

2017'nin ilk aylarından beri festival festival dolaşan ve Mayıs ayında Başka Sinema vasıtasıyla geniş bir izleyici kitlesiyle buluşan Mr. Gay Syria'nın arkaplan hikâyesini, sosyo-politik önemini ve geçtiğimiz bir buçuk sene boyunca aldığı tepkileri bizlere daha detaylı anlatmaları için filmin yönetmeni Ayşe Toprak ve yapımcısı Ekin Çalışır ile söyleştik.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Mr. Gay Syria, Türkiye-Suriye sınırı-İstanbul-Avrupa hattında yaşayan bir grup Suriyeli mülteci LGBTİ bireyin gündelik hayatlarına, aşklarına ve dayanışmalarına odaklanıyor. Ayşe Toprak'ın yönettiği ve Ekin Çalışır'ın yapımcısı olduğu belgesel film, yaşamlarını türlü zorluklar altında devam ettiren insanların hikâyelerine özenle yanaşırken bir yandan da o insanların yaşamlarını olumlamayı ihmal etmiyor. Filmin müzikleri ise Arapça hip hop ve Beyrut yeraltı müzik çevreleriyle birlikte yaptığı işlerden tanıdığımız Zeid Hamdan imzası taşıyor.

Filmin arkaplan hikâyesini, sosyo-politik önemini ve geçtiğimiz bir buçuk sene boyunca aldığı tepkileri bizlere daha detaylı anlatmaları için filmin yönetmeni Ayşe Toprak ve yapımcısı Ekin Çalışır ile söyleştik.

Image

Filmin açılış sahnesi ile başlayalım. Hussein, Hatay Reyhanlı'daki sınır kapısında telefonda sınırdan Afrin'e geri dönen ailesi ile konuşuyor sanırım. Daha sonrasında kameraya o anki hislerini ifade ederken “Dağın bir yamacından en tepeye tırmandıktan sonra, diğer yamacından aşağı düşmek gibi bir his” gibi bir ifade kullanıyor. Sizce Hussein'in bu ifadesi belgesel boyunca kamerada gördüğümüz LGBTİ mülteci bireylerin (ve onların oluşturdukları toplulukların) içinden geçtikleri süreçleri hangi açılardan temsil ediyor?
Ayşe Toprak:
Etraflarında sevdiklerinin öldüğü, kendilerinin ölüm kalım savaşı verdiği, bir şekilde hayatta kalmayı başarmış, Suriye’den kaçıp Türkiye’ye sığınmış bireyler bunlar. Türkiye’de daha rahat yaşayacaklarını umarken, kendilerini burada da yaşam savaşı verirken bulmuşlar. Kimi merdiven altı tekstil atölyelerinde, arka sokak otellerinde veya gay hamamlarında gece vardiyalarınde çalışıyor, kimi ise geçinmek için seks isçiliği yapıyor. Ayrıca gay bireyler olarak Türkiye’de daha rahat edeceklerini umarken, hayatları boyunca karşılaştıkları ötekileştirme ve ayırımcılık burada da önlerine çıkıyor. Hepsinin tek bir hayali var: Avrupa’ya kapağı atmak. Dolayısıyla Türkiye’ye gelerek yamacın en tepesine tırmandıklarını sanırken, aslında diğer yamaçtan aşağı düştüklerinin farkındalar.

Mr. Gay Syria'nın ön yapım ve oluşum sürecine geçecek olursak, belgeselde hikâyelerini takip ettiğimiz karakterleri İstanbul, Berlin, Bergen ve Hatay Reyhanlı'daki Cilvegöz Sınır Kapısı'nda görüyoruz. Olaylar daha çok 2016 yılının akışı içinde geçiyor değil mi? Kamera ile çekimlere başlamadan ne kadar süre önce Mahmoud, Hussein, Omar ve diğer karakterlerle tanıştınız? Belgesel projesi nasıl ortaya çıktı? Belgesel projesi ortaya çıkmadan önce Mr. Gay Syria yarışmasını düzenleme fikri Mahmoud Hassino tarafından halihazırda ortaya atılmış mıydı?
Ayşe Toprak:
Ana karakterlerimden biri olan Mahmoud’la Al Jazeera’da çalışırken tanıştım. 2011 yılında Hatay’daki Suriyeli çocukların eğitim sorununu inceleyen bir belgesel yapıyordum. Arapça bilmediğimden bir rehbere ihtiyacım vardı. Mahmoud’la tanıştığımız gün, daha kendisine soru sorma fırsatı bulmadan bana gay olduğunu ve bununla bir problemim varsa beraber çalışamayacağımızı söyledi. Bu arkadaşlığımızın başlangıcı oldu. Mahmoud yıllarca Suriye’de LGBTİ hakları üzerine çalışmış, ülkesindeki savaş ortamında kendi meselelerini nasıl dile getireceklerine kafa yormuş biriydi. Eski bir gazeteci olarak, her gün karşılaştığı insanlık dramının ortasında böylesi bir konuya farklı bir bakış açısı getirmezse, medyanın ilgisini çekemeyeceğini biliyordu. Mr. Gay World fikri buradan çıkmıştı.  Amacı, bu yarışma sayesinde arkadaşlarının ve tüm mültecilerin sorunlarına dikkat çekmekti. Bu fikirle Mahmoud, Mr. Gay Syria’yı bulmak için yola koyulmuştu. Hussein başvuru yapan adaylardan biriydi. Ben de ikisini takip etmeye karar verdim. 

Ekin Çalışır: Hussein ve Omar’la çekimlere başlamadan kısa bir süre önce tanıştık. Filmde bu kadar ön plana çıkacaklarını henüz biz de bilmiyorduk o zaman. Ama içlerinden birinin Mr. Gay Syria olacağını ve hikâyeyi bir bakıma Mahmoud’dan devralacağını biliyorduk. Çekimler sırasında onları daha iyi tanıdık ve bu süreçte Ayşe, Hussein’in hikâyesini filmin ana eksenine oturtmaya karar verdi çünkü onun içinde bulunduğu çatışma hem bölgedeki hem de LGBTİ bireylerin aşmak zorunda oldukları engelleri çok iyi yansıtıyordu.

"Bazı sahneleri çekmemi kendileri beni arayıp önerdiler. Kamera onlar açısından sanki bizlerden biriydi. Ayrıca ekipten kimsenin Arapça anlamaması kamerayı unutmalarını sağladı."

Peki belgeselde hayat hikâyelerini takip ettiğimiz karakterlerle ne kadar süre birlikte vakit geçirdiniz? Kamera çekimleri kaç ay sürdü? Kitlesel fonlama için de bir çağrınız olmuştu. Bu sürece dair anlatmak istediğiniz belgeselin kamera arkasına dair detaylar var mı?
Ayşe Toprak:
Çekimleri 2016 yılı boyunca gerçekleştirdik. Çekimler yaklaşık 10 ay kadar sürdü. Tabii ki aralıklar vererek. Karakterlerin hepsini Mahmoud kanalıyla tanıdım. Bana güvenmeleri Mahmoud’un arkadaşı olmamdan kaynaklanıyordu çünkü hepsinin rol modeli olarak gördüğü biriydi. Ancak film çekimi sürecinde bu ilişkinin de ötesine geçmeyi başardık. Bizi çok sevdikleri ve hikâyelerini doğru yansıtacağımıza güvendikleri için, normalde paylaşmayacakları pek çok şeyi bizimle paylaştılar. Bazı sahneleri çekmemi kendileri beni arayıp önerdiler. Kamera onlar açısından sanki bizlerden biriydi. Ayrıca ekipten kimsenin Arapça anlamaması kamerayı unutmalarını sağladı. Hatta pek çok sahnede önemli bir konu konuşuluyor zannettiğimde, deşifrelerden sonra anladım ki sahnenin çoğunda kamera ekibini çekiştirmişler, arkamızdan dedikodu yapmışlar. Ara sıra bizden sıkıldıkları oldu, bu da varlığımızı tamamen görmezden gelmeleri demekti. Böylelikle kamera mümkün olduğunca gözlemci pozisyonda kalabildi.

Kitlesel fonlama için olan çağrımız post prodüksiyon içindi. Bizim için kitlesel fonlama sadece para bulmak amaçlı değil, filmin çevresinde bir topluluk oluşturabilmek, filmin temelindeki düşünceleri ve karakterlerimin hayallerini destekleyecek bir dayanışma yaratabilmek idi. Yapımcım Ekin’le en gurur duyduğumuz anlardan birinin sondaki jenerik yazısı olduğunu düşünüyoruz. Filmin sonunda jenerikler çıktığında aniden crowdfunder’larımızın isimleri koca ekranı kaplıyor. Bize yardımcı olmak için 5 dolardan 5000 dolara kadar bağış yapanların desteğini, kitlesel fonlama sırasındaki dayanışmayı hiç unutmayacağız.

Ekin Çalışır: 2016 İstanbul için zor bir yıldı. Şehirde arka arkaya saldırılar oluyordu, hatırlarsınız. Böyle bir ortamda sokakta yabancı bir ekiple çekim yaparken güvenlik risklerini sürekli göz önünde bulundurmak gerekiyordu. Şanslıyız ki hem ekibimiz hem de çekim yaptığımız karakterler çok cesurdu. Hiç korkmadık diyemem ama korkularımızı paylaşarak, riskleri konuşarak ve herkesin kendini güvende hissettiğinden emin olarak çekime çıktık böyle zor zamanlarda.
2016 Onur yürüyüşünde her yanda gözaltılar oluyordu, Hussein ve arkadaşlarının sokakta yakalanması sınır dışı edilmelerine neden olabilirdi. Bir yerde çekimleri unutup onların güvenliğini sağlamaya odaklandık. Mülteci LGBTİ bireyler konusunda çok hassas davranan HeviLGBT’nin yardımıyla o gün mültecilerin güvende olacağı, en azından gerektiğinde kaçabilecekleri bir yer ayarladık. Hussein ve arkadaşları yine sokakta geçirdiler günü ama en azından gaz geldiğinde ya da gözaltı tehlikesi olduğunda güvenli mekâna kaçabiliyorlardı.

Filmin başlığının Mr. Gay Syria olması fikri sizden mi çıktı yoksa Mahmoud Hassino'nun önerisi miydi?
Ayşe Toprak: Zannedersem hepimizden çıktı. Sürekli aramızda tartışıp durduk. Hayatı Beklerken’den Halepli Berber’e kadar bir sürü farklı ismi düşündük. Sonunda en iyi ve çarpıcı olanın Mr. Gay Syria olduğuna karar verdik.

Image

Image

Belgeselin müziklerini Lübnanlı yapımcı ve besteci Zeid Hamdan hazırlamış. Hamdan ile birlikte çalışma kararı ne aşamada alındı? Sizin için belgeselin bizlere aktardığı hikâyeler ve duygular adına Hamdan'ın müzikleri nerede duruyor?
Ayşe Toprak:
Zeid Hamdan’ın parçalarını ilk defa bir arkadaşımın alternatif Arap müziği üzerine yaptığı belgeselinde duymuştum. Kendisiyle tanışma fırsatı bulduğumda ise filmin konusuna karşı gösterdiği duyarlılıktan etkilenmiştim. Zeid’in besteleri hem duygusal hem isyan ve direniş temalarını barındırıyor. Lübnan’ın en başta gelen müzik yapımcılarından biri olması da Maii Waleed ve Hiba Mansouri gibi sevdiğim müzisyenlerle de çalışmamızı sağladı. Ayrıca Zeid’le müzik besteleme süreci inanılmaz ilham vericiydi. O sırada kurguda olduğumdan bestelediği bazı parçalar filmin sahnelerinin ritmini etkiledi. Umarım kendisiyle tekrar çalışma fırsatı bulabilirim.

Film Türkiye'de If! Bağımsız Filmler Festivali programında geçtiğimiz 2018 Şubat ayında İstanbul'da gösterildi. Hatta festival programında filmin Türkçe ismi de “Halepli Berber” olarak geçti. Film Türkiye'de başka nerelerde gösterildi? Türkiye'deki sinema izleyicilerine başka bir dille hitap etmesi açısından bu ikinci ismin bir farklılığı oldu mu?
Ayşe Toprak:
If! sırasında filmin farklı bir isimle gösterilmesinin nedeni geçtiğimiz Şubat ayında Ankara ve İstanbul’da LGBTİ etkinliklerine karşı getirilen yasaklardan dolayıydı. Filmi seyircilerle buluşturmak çok istiyorduk ancak Mr. Gay Syria ismiyle bunu becerebilir miyiz emin değildik. Halepli Berber ismi esasında festival kataloğunun basımı için bir gün içinde uydurulmuş bir isimdi. Ancak şimdi daha güvende hissettiğimizden orijinal ismiyle çıkma kararı aldık. If! sırasında seyirci tepkisi olağanüstüydü. Kapalı gişe oynadı ve soru cevap bölümü bitmek bilmedi. Sanırım seyirciler Halepli Berber isminin bir çeşit oyun olduğunun farkındaydı. Bu nedenle filmin ismi seyirci sayımızı etkilemedi. Şu an Başka Sinema’da vizyondayız. Umarım aynı ilgi devam eder.

Mr. Gay Syria yarışmasını kazanan Hussein daha sonrasında, Mr. Gay World yarışmasının o sene düzenlendiği ülke olan Malta vizesi alamadığı için yarışmaya gidemiyor. Hussein'in yerine Malta'ya Mahmoud Hassino gidiyor ve Mahmoud'un Malta'daki yarışmayı düzenleyen ekibin Ortadoğu ve Avrupa'da devam eden mülteci krizine dair duyarsızlığına sitem edişini duyuyoruz yarışma sonrasında. Hussein'in vize başvuru süreci ve daha sonrasında Mahmoud'un Malta'daki yarışmada geçirdiği günleri takip ederken neler hissettiniz? Mr. Gay Syria'nın Mr. Gay World tarafından, Mahmoud'un başta hayal ettiği ölçüde sahiplenilmemiş olması size neler düşündürdü?
Ayşe Toprak:
Mr. Gay World bir hayal kırıklığıydı. İnsan hakları temalı bir yarışma olarak kendini lanse eden bir organizasyonun Suriyeli bir delegeden 2.500 Euro katılım parası istemesi akıl alır gibi değildi. Mahmoud’un çabalarını tamamen sabote ettiler. Malta’ya gittiğimizde ise çekim izni için bizden fahiş ücretler istediler. Bir Suriyelinin bu yarışmaya katılmak istemesi önemli bir cesaret işiydi. Hussein vize alamamış olsa bile, gıyabında onu Mr. Gay World olarak seçebilirlerdi. Veya özel bir ödül verebilirlerdi. Bunu yapmamış olmaları, insan hakları konusunu kendi imajları için kullandıklarını düşündürttü. Ancak Malta’daki diğer yarışmacıların, organizasyona rağmen Mahmoud’u bu kadar sevip benimsemeleri bizi etkiledi. Filmde de bu dayanışmayı görüyoruz.

Mr. Gay Syria ile ilgili çeşitli internet haber platformlarında (Guardian, ROAR, DW, The Economist) övgü dolu değerlendirme yazıları mevcut. Ve de filmin IDFA gibi prestijli belgesel film festivallerinde ve MoMa gibi kültür sanat kurumlarında gösterimleri oldu. Türkiye'de yaşayan Suriyeli mülteci LGBTİ bireyler hakkındaki bu belgeselin Türkiye dışında karşılanışı, verilen tepkiler sizin beklentilerinize göre nasıl gelişti? Bu tepkiler ne noktalarda sizi şaşırttı? Ne noktalarda beklentilerinize göre daha düşük desibelli tepkilerle karşılaştınız?
Ayşe Toprak: Şu ana kadar Mr. Gay Syria yaklaşık 50 festivalde gösterildi, insan hakları veya özgürlük temalı ödüller dahil toplam 11 ödül kazandı. Festivallerin ötesinde birçok sivil toplum kuruluşu ve eğitim kurumu bizimle iletişime geçip filmi göstermek istedi. Filmin çevresinde bir topluluk oluşturabilmemiz, filmin temelindeki düşünceleri ve karakterlerimin hayallerini destekleyecek bir dayanışma yaratabilmemiz bizi her şeyden çok sevindirdi. Çünkü bizim için bu süreç bir film yapmanın ötesinde karakterlerimizin hayatına bir şekilde dokunabilmekti de. Bu filmi seyredenler belki ülke politikalarını değiştiremezler, ancak bireysel olarak Suriyeli LGBTİ’lerin ve mültecilerin karşılaştıkları sorunlara duyarlılık yaratabilirler.

Festival sürecinden çok yapım süreci bizi şaşırttı. İki tane Avrupalı yapımcımız olmasına rağmen uluslararası kurumların filme güvenebilmesi zaman aldı. Zannedersem filmin farklı temalarını iyi dengeleyemeyeceğimden ve sadece güzellik yarışmasına odaklanırsam filmin sığ olacağından korktular. Bu nedenle fonlama süreci festivallere nazaran çok daha zordu.

Belgeselin merceği vasıtasıyla tanıştığımız karakterlerin birçoğunun zaman içerisinde İstanbul'dan Avrupa'ya mülteci statüsünde geçişine şahit oluyoruz. Mesela Omar'ın erkek arkadaşı ve daha sonra Omar'ın kendisi Norveç, Bergen'e gidiyor. Diğer yandan belgeselin sonunda Hussein'in karısı ve çocuğunun Afrin'e geri döndüğünü görüyoruz. Belgeselin yapım süreci ile birlikte hareket halinde olan, farklı coğrafyalara göçen insanları takip etmek sizin için neler ifade ediyor? Belgesel vasıtasıyla tanıştığımız insanların bugün nerede ve ne şartlarda yaşadıklarına dair bizlerle paylaşmak istediğiniz şeyler var mı?
Ayşe Toprak:
Filmi ilk defa izlediğinde Hussein çok duygulandı ve ağladı. Nedenini sorduğumda, hayatında hiçbir şeyin değişmediğini, hâlâ kızından ayrı olduğunu, bir kısır döngü içinde bulunduğunu ve bu durumdan bir türlü çıkamadığına üzüldüğünü söyledi. Hussein hâlâ İstanbul’da. Birleşmiş Milletler tarafından Fransa’ya gitmek üzere kabul edildi. Ancak bürokrasinin yavaşlığından gidemedi.

Omar ve Nader ise Avrupa’da ama hayal ettiklerini bulamadılar. Kendilerini yalnız hissediyorlar. Norveç kültürünün Arap kültürüne göre çok daha içine kapalı olmasına alışamıyorlar. Arkadaş edinemiyorlar. Ancak bu yalnızlığa rağmen, okula başladılar, çalışıyorlar ve en önemlisi kendilerini güven altında hissediyorlar.

Hussein’in karısı ise halen Afrin’de. Filmin festival gösterimi sırasında, son gelişmelere istinaden karısının durumunun ne olduğu soruldu. Hussein de bulundukları bölgenin emniyetli olduğunu söyledi. Biz de bu kadarını biliyoruz.

Karakterlerin hayatları, süregelen çaresizlikleri, umduklarını bulamamaları tabii ki bizi etkiliyor. Özellikle Hussein ve ailesinin durumu hakkında bir şeyler yapmaya gayret ediyoruz. Sürekli Fransız konsolosluğuna yazılar yazıp, dosyasını hızlandırmaya çalışıyoruz. Maalesef bizim elimizden de çok bir şey gelmiyor. Koca bir Fransız ve Birleşmiş Milletler bürokrasisinin önüne küçük bir belgesel ekibi olarak geçmemiz imkânsız.

Image

Mr. Gay Syria'nın İstanbul ve Berlin'de geçen kısımlarını, LGBT bireyleri bir araya getiren irili ufaklı etkinlikler bağlamında karşılaştırmak istersek, İstanbul kısımlarının daha çok kapalı mekânlarda ya da ufak kafe/barlarda ya da 2016 Pride Yürüyüşü'nde olduğu gibi Beyoğlu'nun ara sokaklarında koşuşturma halinde geçtiğini, Berlin'de geçen sahnelerden birinde ise büyük bir kent meydanına kurulmuş bir sahnede Mahmoud'un geniş bir kalabalığa seslendiğini ve alkışlandığını görüyoruz. İstanbul ve Berlin'de çekim yaparken kamusal alanlarda LGBTİ hareketinin mevcudiyetine dair farklılıklar sizin yapım süreciniz üzerinde nasıl etkiler bıraktı?
Ayşe Toprak: İstanbul’daki mekânlar filmin karakterlerinin yaşadıkları mekânlardı. Bu insanlar mülteci olarak hayatlarını zar zor devam ettiriyorlar.  İstanbul’un lüks caddelerine gidecek paraları yok. Birçoğu Boğaz’ı bile sadece Beşiktaş ve civarından tanıyor. Daha ilerisine hiç gitmemişler. Beyoğlu’nda ise yaşadıkları hayatlar bir turistin veya biz İstanbulluların hayatlarından farklı. Onların Beyoğlusu gizli saklı, kapalı kapılar ardında. Türkiye’ye geldiklerinde hayatlarında ilk defa Onur Yürüyüşü’ne katıldıkları için çok heyecanlanmışlardı. Hepsinin rengârenk maskeleri vardı ve grup olarak Arapça slogan atıyorlardı. Adeta festival havasında geçen bu yürüyüşün bir sonraki sene yasaklanması, Beyoğlu’ndaki hayatlarını iyice klostrofobik kıldı. Bunun tam zıttında ise, Mahmoud’un Berlin’de yaşadığı özgürlük var. Kısacası görsel olarak bu iki şehrin temsiliyeti özgürlük ile kapana sıkıştırılmışlığı simgeliyor. Buna rağmen yaşam sevinçlerini kaybetmiş değiller. Gülmeye, eğlenmeye, daha iyi yarınları umut etmeye devam ediyorlar.

ÖNCEKİ Orgullo*, Orgulho**: Latin Amerika LGBTİ+ Sineması SONRAKİ “Bu ülkede tarihin tekerrürü bir ömre birçok kez sığabiliyor”: Parçalar
Bu yazıyı paylaş