Pelin Esmer seçti: Amerikalı düşünür Emerson üzerine bir yazı

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Pelin Esmer seçti: Amerikalı düşünür Emerson üzerine bir yazı

Yazı: Özgecan Kunt – İllüstrasyon: Naz Tansel
ÖNCEKİ Barış Bıçakçı seçti: Şair Didem Gülçin Erdem ile röportaj SONRAKİ Jonathan LeVine seçti: Dünyanın dört bir yanından tuhaf yol kenarı atraksiyonları

“‘Shakespeare’in tadını çıkartın  ama onu fazla kafanıza takmayıp yeni şeyler yaratmak için kullanın. Burada olma sebebiniz kendi cümlelerinizi yazmak’ demiş karısının ölümünden sonra rahipliği bırakıp düşünür olmuş Emerson. Duyduğum en güzel öğüt. İnsanın sadece kendi olası geliyor. Ne zor ama ne şahane bir hedef!” 

Pelin Esmer

Image

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Rahipten filozofa: Ralph Waldo Emerson (1803-1882)

Kurmaca filmlerinin ardından geçtiğimiz sene, dünya prömiyerini 25. Saraybosna Film Festivali’nde gerçekleştiren Kraliçe Lear ile belgesel sinemaya bir dönüş yapan yönetmen Pelin Esmer, 6. Adana Altın Koza Film Festivali’nden Yılmaz Güney Ödülü, En İyi Müzik Ödülü ve SİYAD “Cüneyt Cebenoyan” En İyi Film Ödülü’yle ayrılmıştı. Pelin Esmer, Kraliçe Lear ile izleyiciyi Oyun (2005) filmiyle tanıttığı Mersin Arslanköylü tiyatrocu kadınlarla yeniden bir araya getirirken, bizi de bu sayıda 19. yüzyıla, Emerson’un düşüncelerine dönüp bakmaya teşvik etti. 

Almanya'da 18. yüzyılın Romantizminden sonra Gerçekçiler, Fransa'da ayrıcalıklı sınıflara başkaldırıyla birlikte akıl ve deney ön plana çıkmıştı. Kıta Avrupa'sında bunlar olup biterken öteki uçta, Amerika'da bu çevresel etkilerden uzakta, daha farklı, özgün diyebileceğimiz bir aşkıncılığın, bireye dönük ahlaki idealizmin ortaya çıkması belki de doğaldı. 

Siyasi hayat edebiyatı etkilerken, yazın da sosyal yaşamı etkiledi elbette. Ralph Waldo Emerson da dönemin etkili düşünürleri arasında yerini aldı. 1803'te Amerika'da doğdu. Küçük yaşta babasını kaybetti, bütün yoksulluğa rağmen annesinin olağanüstü çabalarıyla yetişip Harvard'dan mezun oldu. Bir süre öğretmen olarak çalıştıktan sonra kendisini kiliseye adadı. Yirmi beş yaşına geldiğinde, Boston Kilisesi'nde bir rahipti artık. Fakat birkaç yıl sonra geliştirdiği düşüncelerle dinî eğiliminin sınırına geldiğini fark etti. Bunda kutsal kabul edilen "İsa'nın Son Akşam Yemeği" konusunda kiliseye ters düşmesi de etkiliydi. 1882'de son nefesini verene dek şiir, deneme ve felsefe metinleri yazdı. 

Aşkıncı ve umutlu

Yazılarında bireyle ilgilendi; özgüven, kendini yetiştirme, kişinin bireysel olarak kendisini ortaya koyması konularına eğildi. Felsefesini en iyi tanımlayan kelimenin “aşkıncılık / transcendentalism / transcendantalisme” olduğunu söylersek yanlış olmaz. Evet, Nietzsche'nin benimsediği, hatta “Kendimi Emerson'a o denli yakın buluyorum ki onu övmekten çekiniyorum, çünkü kendimi övmüş gibi olmaktan korkuyorum” sözleriyle hayranlığını ifade ettiği Emerson'dan bahsediyoruz. Ayakları yere basan bir umudu ilham eden düşünürün, Nietzsche'yi üzerindeki Alman kültürünün tekliğinden uzaklaştırıp daha kozmopolit bir anlayışa sevk ettiği söyleniyor. 

"Şükürler olsun ışığına sabahın,
Şükürler olsun köpüren denize,
Yaylalarına New Hampshire’ın,
Yeşil saçlı ormanın cömertliğine;
Şükürler olsun yürekli insanlara,
Erdenliğine kutsal aklın, ve hevesi kırılmayan
Yaşam oyununda gözüpek delikanlılara
Asla ardına bakmayan.
Heybetli otellerin kentleri büyük,
Saray yavrusu zengin konutlarınızın,
Odalarına yuva kurar kötülük,
Altında arduaz çatılarınızın.
Zamanı-ve-uzayı-fetheden buhar gücü,
Aptallığı alt edemez,
Ve ışık-hızını-geride-bırakan telgraf
Sinyalinde hiçbir şey getirmez."

Adam Phillips'in duvarını yıkmak

Nietzsche yalnız değildi. Emerson'un etkilediği Walt Whitman, Emily Dickinson, Robert Frost gibi büyük isimlerin yanında İngiliz psikoterapist ve yazar Adam Phillips de yer alıyor. Phillips'in yazarı beğenme nedeni de tek başına dikkate değer. Emerson’un “kutsallığa” olan bakışı hakkında şöyle söylüyor Phillips: “Pek çok nedenden ötürü, ama en çok da Museviliğin ağlama duvarından kurtulmamı sağladığı için Emerson’ı okumak beni en fazla sarsan şeylerden biriydi. Emerson şöyle der: Shakespeare’in keyfini çıkarın ama onu kafanıza fazla takmayıp yeni şeyler yaratmak için kullanın; burada olma sebebimiz kendi cümlelerimizi yazmak. Ya da oğlu vefat ettiğinde söylediği gibi, ‘Yas bana yalnızca ne denli sığ olduğunu öğretti. (...) Bu benim için son derece sıradışı bir yaklaşımdı.’ Phillips haklı. Yaşama karşı takındığı bu hafif tavrın yanında, yazarın, kelimelerin neredeyse “birbiri ardına döküldüğü” metinlerinde çarpıcı bir doğallık, bir sade “ben” bilinci buluyoruz.

Image

Evren birdir

"Kadir-i Mutlak vardır" dedikten sonra - ki diyebiliriz -, kendimizi öğrenilmiş kalıplardan sıyırmamız kolay olmaz. İşte Emerson bunu başarmış, bu fikri dinin o baharatlı, hülyalı, rahat ana rahminden çıkarıp gündelik hayata sokmuş bir isim. Ona göre kişilerin ben, diğeri, dünya ve ötesi hakkında fikri vardı. Sezgi bunun merkezindeydi. Biz, bunları hayat ilişkilerini anlamakta kullanabiliriz ve kullanmalıyız. Çünkü evren ve birey bütündür, BİRDİR.

O mutlak kudretin aynı zamanda insanın kendisinde de olduğunu buldu; iddialı bir söylemle kendi Hakk'ını: "Enel Hakk!".

Buna giden yol da Emerson’a göre doğruyu söylemekten geçiyordu. “Doğruyu söyleyin, o zaman bütün doğa ve bütün ruhlar beklenmedik biçimde size yardım eder; canlı ya da yabani her varlık birer delil olur”.  Sonra sezgiye geri döndüğümüzü söylüyordu: “Ahlaki duygunun sezgisi*, ruhun yasalarının mükemmelliğini ortaya koyan bir anlayıştır. Bu yasalar kendi kendilerini icra ederler. Zamanları ve mekânları yoktur, koşullara tabi değillerdir. Dolayısıyla insanın ruhunda bir adalet vardır, bu adaletin cezaları da hızlı ve eksiksizdir. İyilik yapan anında yüceltilir. Kötülük yapan ise yaptığının aynısını yaşar. Pisliği üzerinden çıkarıp atan, arınıp temizlik giyinir. Bir insan kalben adil ise o adalet ölçüsünde Tanrı'dır; Tanrı'nın güveni, Tanrı'nın ölümsüzlüğü, Tanrı'nın yüceliği de o adil insanın gönlüne girer. Bir insan gerçeği gizler, başkalarını kandırırsa kendisini kandırır, kendisine yabancılaşır. Mutlak iyiliğe gözünü diken insan, mutlak bir alçakgönüllülükle tapar. AŞAĞI DOĞRU HER ADIM, YUKARIYA DOĞRU BİR ADIMDIR. Kendisinden el çeken, kendisini bulur”.

Kefaret erdem değildir

Evet, Emerson'u okurken aklımıza bugünün kişisel gelişim kitaplarında sıkça kullanılan olumlamalar ya da dinlerin sacayağı koşulsuz inanç gelebilir. Ama Emerson bundan ötesini sunuyordu. Çıplak gerçeğin bilincindeydi. “Kendi tabiatının kuralları dışında hiçbir kural onun için kutsal değildir”, “Hayatı kendisi için vardır, bir gösteri için değil” ve “Sakatlarla deliler yüksek bedel ödeyenler olarak görülür, erdemleri kefaretleridir. Ama Emerson kefaret ödemek değil YAŞAMAK istemektedir”. Son örnek yeterince etkileyici değil mi? Sık tekrarlandığı için anlamını yitirmiş cümleleri güzel söyleyince böyle oluyor. Tıpkı “Taklidin bir intihar olduğu”, “İtaatin özgüvenden tiksindiği” tespitlerinde olduğu gibi. Böylece onun kolaycı, teslimiyetçi tutumlardan hoşlanmadığını anlayıp ferahlayabiliyoruz. Çünkü “İnsan - ozanların ve bilgelerin gökkubbelerindeki perdahtan çok - kendi içinden gelip zihninde yanan ışığı görüp seyretmeyi öğrenmelidir”.

Birlikte ama tek olmak

Kendine güven. Çalış. yaşa. Dene. Düşün ve kendine var. Emerson bunları söylemekteydi. Ne kadar basit ve ne kadar zor sözler. Şu anda, ölümünden neredeyse 150 yıl sonra dönüp etrafınıza bir bakın. Herhangi bir toplulukta, toplumda, birine kendi beyniyle, kendi vicdanıyla düşünmesini söylemek, anlamasını sağlamak ömürler sürebilir. Hele bizim cinnet çağımızda bu düşünceleri dinleyip hafife almayacak çok az kişi bulursunuz. Emerson, sanırız bu nedenle her yeni nesile yeniden anlatılması gereken bir düşünür.

"Dağ tepesinde bir çam olamazsan,
Vadide bir çalı ol.
Ama, Dere kenarındaki en iyi küçük çalı sen olmalısın.
Çalı olamazsan bir avuç ot ol.
Bir yola neşe ver.
Bir nilüfer olamazsan bir saz ol.
Ama,Gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.
Hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya da mecburuz.
Burada hepimiz için birer iş var.
Cadde olamazsan, sokak ol.
Kazanmak ya da kaybetmek ölçü değildir
Her ne isen onun en iyisi sen ol…"

Yine onun sözüyle silkinip noktalayalım: “Büyük insan, kalabalığın ortasında yalnızlığın bağımsızlığının kusursuz tadını yaşayandır.”

* İlahiyat Fakültesi Söylevi. Emerson'u şekillendiren en önemli kişilerden biri İsa'ydı. Fakat düşünür, İsa'nın tehlikeli bir biçimde abartılmasını reddetti. Ona göre "Miskinliğin ve korkunun inşa ettiği Hristiyanlığın şarki saltanatıyla, insanın dostu (İsa) insana zarar veren, onu yaralayan birine dönüşmüştür". Hristiyanlığı yorumladığı bu söylev zamanında büyük yankı uyandırdı.

 

 

ÖNCEKİ Barış Bıçakçı seçti: Şair Didem Gülçin Erdem ile röportaj SONRAKİ Jonathan LeVine seçti: Dünyanın dört bir yanından tuhaf yol kenarı atraksiyonları
Bu yazıyı paylaş