14. Filmekimi’nden 14 maddede 14 film

Bu yazıyı paylaş
İçerik

14. Filmekimi’nden 14 maddede 14 film

Yazı: Melikşah Altuntaş
ÖNCEKİ Quebec’ten Hollywood’a, genç bir usta: Denis Villeneuve SONRAKİ Kitaba duyulan aşkın uyarlaması: Küçük Prens

Bu yıl 3-11 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşecek, sonrasında ise Ankara, İzmir, Bursa, Diyarbakır, Trabzon ve Edirne’yi gezecek olan Filmekimi programından 14 filmi birer cümleyle özetledik.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

* Paolo Sorrentino’nun iki yıl önce yabancı dilde en iyi film Oscar’ının sahibi olduğu La Grande Bellezza’dan sonra, benzer bir temada akıp giden, göze ve kalbe hitap eden reji harikası Youth’unda, Michael Caine ve Harvey Keitel başrollerde âdeta bir oyunculuk atölyesi veriyor.

Image

* Geçtiğimiz ay While We’re Young’ını izlediğimiz Noah Baumbach’ın prömiyerini Sundance’de gerçekleştirilen son filmi Mistress America, yönetmenin sinemasının köklerine dönüşünü müjdelerken, 90’lar Amerikan bağımsız sinemasına referansları, harika karakterleri ve müzikleriyle de dikkat çekici.

* Cannes’ın bu yılki yarışmasının açık ara en sevilen filmlerinden Son of Saul, Macar yönetmen Lazslo Nemes’in henüz ilk uzun metrajında nasıl usta işi bir çalışmaya imza attığını görmek için muhakkak festivalde yakalanıp izlenmesi gereken üç beş filmden biri.

* Yılın en sevilen Amerikan bağımsızlarından Me and Earl and the Dying Girl, Sundance’ten aldığı büyük ödülle izleyici ödülünü boşa çıkarmayan bir zekâ ve dinamizme sahip olmasının yanısıra, bol oyuncaklı anlatımı ve yürek burkan finaliyle de izleyeni mutsuz etmeyecek bir bağımsız hit.

Image

* Kitchen, Home, Augustine ve Mustang gibi filmlerin senaristi Alice Winocour’un yazıp yönettiği Maryland, başroldeki Diane Kruger ve Matthias Schoenaerts’ın arasında bir tık zorlama bir tensel gerilim yaratmayı amaçlayan ve bundan fazlasıyla da ilgilenmeyen bir film.

Image

* La stanza del figlio / Son’s Room’dan bu yana geniş kitleleri tatmin eden bir filmle karşımıza çıkamayan oyuncu ve senarist-yönetmen Nanni Moretti’nin eleştirmenler ve seyirci nezdinde ilgi görmeyi başaran yeni filmi Mia Madre, başroldeki Margherita Buy’ın performansına da çok şey borçlu.

* Tony Manero, Post Mortem ve No gibi filmlerin bol ödüllü yönetmeni Pablo Larrain’in sarsıcı bir seyir sunan ve geçen Berlin Film Festivali’nden Jüri Büyük Ödülü alan son filmi El Club, bu yılki Filmekimi’nin her nabza göre şerbet vermeyen, zorlayıcı filmlerinden.

Image

* Cannes’da Eleştirmenlerin On Dört Günü bölümünün büyük ödülünü kazanan ve festivalin en sevilen filmlerinden birine dönüşerek bolca övülen Paulina, Arjantin sinemasının yeni yeteneklerinden Santiego Mitre imzalı, dram yönü ağır basan, etkileyici bir ilk film.

* Coen kardeşlerin başkan olduğu Cannes jürisinden şaşırtıcı bir senaryo ödülü kazanarak herkesi şaşırtan Chronic, After Lucia’yla çıkış yapan yönetmen Michel Franco’nun yazıp yönetip başrolünü Tim Roth’a teslim ettiği, epey kendi hâlinde ve bir parça eski moda bir ikinci filmi.

Image

* Uzun zamandır eşine rastlayamadığımız türden, modernize edilmeden, âdeta 50’li yıllarda çekilmişçesine çiğ ama dipdiri bir western görmek isteyenlerin kaçırmaması gereken bir intikam ve mücadele filmi olan Slow West, Michael Fassbender hayranlarını da zevke boğacağa benziyor.

* Dogtooth ve Alps’in bol ödüllü ve hafif akıl hastası yönetmeni Yorgos Lanthimos’un Yunanistan’da çektiği özgün filmlerinin tadını, bu ilk İngilizce filminde hiç de aratmadığını rahatlıkla söyleyebileceğimiz The Lobster, Colin Farrell başta olmak üzere tüm oyuncu kadrosunun donuk ve nüanslı performansı ve zeki senaryosuyla tam bir gönül çelen.

* Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde görücüye çıktığı Quinzaine bölümünün büyük ödülünü kazanıp, yıldız filmleri arasına giren Cemetery of Splendor, Altın Palmiyeli yönetmen Apichatpong Weerasethakul’un gerçekle hayalin birbirine karıştığı yaratıcı sinemasından nasibini almış olan son filmi.

* Isabelle Huppert ve Gerard Depardieu gibi iki Fransız ustayı bir araya getiren Guillaume Nicloux  filmi Valley of Love, etkileyici hikâyesini iyi bir biçimde işlemeyi pek beceremediğinden, bu yılki Cannes’ın ana yarışmasında ne işi olduğunu pek anlayamadığımız türden zayıf bir film.

* En son A Tocuh of Sin’ini izlediğimiz usta yönetmenlerden Jia Zhang-ke’nin üç farklı on yılda geçen üç hikâyeyi, üç farklı ekran formatıyla anlattığı epik draması Mountains May Depart, bu yılki Cannes’ın sevilen yarışma filmlerindendi.

 

Image

ÖNCEKİ Quebec’ten Hollywood’a, genç bir usta: Denis Villeneuve SONRAKİ Kitaba duyulan aşkın uyarlaması: Küçük Prens
Bu yazıyı paylaş