Ceyl’an Ertem’in bundan böyle her ay Radio Slow Time’da sürpriz müzisyenleri ağırlayacağı Duyuyor Musun? programı, Nükhet Duru’yu ağırlayan ilk bölümüyle star bir başlangıç yaptı. “Nünü”; tutkuları, yaşantısı, ilhamları ve coşkularını Ceyl’an’a anlattı.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Ceyl’an Ertem: Nükhet ablacım radyo programıma hoş geldin, nasılsın?
Nükhet Duru: İyiyim Ceyl’anım.
CE: Benim seninle ilgili aslında çok anım var. Çünkü babaannem bir terziydi ve senin hayranındı.
ND: Manitalı elbiseler giyerdim.
CE: Evet, göğsü açık, aynı senin elbiselerine benzeyen elbiselerle dolaştım çocukken. Dedem Hacca gitmişti ama karısı torunu hepsi Nükhet’in hastası. Evde seni çalıyorlar, oynuyorlar. Şimdi o yüzden senin benim karşımda oturuyor olman çok özel. Annemle de konuştuk, “İnanamıyorum Cey’lan” dedi. “Onunla büyüdün ve onunla sohbet edeceksin.” Bizim için çok önemli, hislendiğimiz anlar… Yasaksa Yasak albümü çıktığında 13 yaşındaydım galiba.
ND: Düşün 94 yılı.
CE: Aynanın karşısına elimde saç fırçasıyla geçip, evdekilere basılmamak için odanın kapısını sıkıca kapatıp, seninle beraber şarkılarını söylerdim ve eminim ki çok şey öğrendim senden. Çocukken senin de kimlerden etkilendiğini merak ediyorum.
ND: Şimdi senin çocukluğunda izim olmasına çok sevindim. Birçok çocuğun hayatında izimiz var. Kimilerini biz büyüttük, kimileri bizi büyüttü, devam ediyoruz. Benim çocukluğumda şimdiki gibi kolay erişilemiyordu müziğe ama bizim ev müzik doluydu. Plaklardan Zeki Müren ve Müzeyyen Senar dinlerdim, o dönemde üç-dört yaşındaydım. Çok erken başladım meseleye. Evde konser veriyordum, şarkılarını ezberleyip. Bir dönem rock dinledim. Sonra da Türk pop müziği, aranjman dönemi başladı. Ajda Pekkan’a özenmeye başladık. O zaman onun ilk yaptığı şey “İki Yabancı” ya da “Dönmem Sana” idi. Ben ilkokul 5’teydim. Anne baba ayrıldığında o gevşeyen otoritede hemen sızdım. Okulda başladım, bayağı 25 kuruşa konser veriyordum. Tabii çok büyük ve hakiki sanatçılardı etkilendiğim insanlar. Bir kerede şarkıyı söyleyen, işini öğrenmeden ondan bir şey kazanmaya çalışmayan, kendilerini işine adayan insanlardı. Sonra çok şanslı bir kızdım ki büyük müzisyenlere rastladım ve onların her biri belki biraz ufak olduğumdan dolayı şefkatle beni yetiştirmeye çalıştılar. Gördüler ki gönlümde sadece müzik var. Uzun süre gazinolarda büyük orkestralarda şarkılar söyledim. O eğitimden geçtikten sonra Mehmet Teoman, Cenk Taşkan’la tesadüfî olarak birleştik.
CE: Sen galiba “Kadınım” şarkısından çok etkileniyorsun ve söz yazarını merak ediyorsun.
ND: Merak ediyorum çünkü neden; göze çarpan iyi bir şarkıcı olma yolundayım ama insanlar bana acayip acayip şarkılar getiriyorlar. Tabii acayip dediğim hâlâ hit olan şarkılar bana öyle geliyor, çok ukala bulunuyorum yaşıma başıma göre ama derdimi anlatamıyorum. O değil ama ne, anlatamıyorum. “Kadınım” şarkısını duydum, “Hah işte ben bundan söyleyeceğim” dedim.
CE: Kaç yaşındasın?
ND: 17... Böyle olması lâzım benim şarkılarımın dedim. Çiroz gibi kızım ama projelerim çok büyük. Buldum gidip Mehmet Teoman’ı, bak dedim çok iyiyimdir ben dedim. Aşağıdan yukarı bir süzdü, Allah Allah dedi. Cebren ve hileyle o ekibi kurdum, Timur hocam da düzenledi yazılan şarkıyı. Ve tabii düzenlemeden önce beni iyice bir fırınladı. Altım üstüm bir pişti kızardı. Allah razı olsun, her şeyin mükemmelini aramayı öğretti bana. Kulağımı açıp dinlemeyi. Bazı şarkıcılar vardır, “Dağ başını duman almış” çalar orkestra, bilmez o söyler, duymaz. Orkestrayı dinlemek çok çok önemli bir şeydir. O seni zenginleştirir… O günlerden bu günlere aynı aşkla geldim çünkü beni tek iyi eden şey şarkı söylemek. Her derdimi bununla aştım Ceyl’an. Utangaçlığım da, üzüntüm de, yalnızlığım da, yenilişlerim, yeniden ayağa kalkışlarım, küsmelerim yeniden dönmelerim hep bir şarkıyla oldu.
CE: Okudum, 18 yaşında Mehmet Teoman’a hayat hikâyeni anlatıyorsun ve “Gerisi Vız Gelir Bana”yı senin hayatından etkilenip yazıyor.
ND: Tabii, “Beni Benimle Bırak”ın da arkası o. İlk 45’lik çıkmıştı.
CE: Orada da inanılmaz sözler var.
ND: Yaa, gerçek onlar.
CE: Benim henüz yaşadığım bir şey değil ama merak ediyorum, o zaman yazılan bir şarkıyı 20 yıl sonra söylemek nasıl bir his? Çünkü Sezen Aksu “Kaybolan Yıllar”ı kim bilir kaç yaşında söyledi, belki kaybolmuş yılları henüz yoktu…
ND: Tabii, Sezen yirmilerinde bile değildi belki o zaman… O şarkıyla kardeş oluyorsun ya da o şarkı oluyorsun. Hücrelerine bedenine, sesindeki rezonansın her titremesine oturuyor o şarkı. Her söylendiğinde de tazeleniyor. Eski bir şarkı asla köhnemez, eğer iyi bir şarkıysa, hakiki bir şarkıysa. Sanatın her dalında böyle değil mi zaten, iyi bir resim de yok olmaz, iyi bir roman da yok olmaz, iyi bir şiir de unutulmaz. Bu yüzden gerçek bir şarkı söylendikçe tazelenir.
CE: Acaba onu kerelerce söyledikten sonra o his yavaşça kayboluyor mu diye düşünüyorum bazen ama …
ND: Kaybolmuyor, “Destina” kaydettik ya az önce, bugüne kadarkilerden bambaşka bir “Destina” idi. O karşıda çalan müzisyen arkadaşımla beden diliyle iletişim kurduğumda ve oturduğum yerde söyleyince başka oldu, normalde biliyorsun kreşendolar yaparım sahnede, o gelmedi içimden. Hazin hazin yumuşak yumuşak söylemek geldi. Bu yüzden tazeleniyor işte, o da başka bir yorum olarak çıktı. “Sevda”yı seninle söyledik mesela, zevkten bayılacaktım, o kadar kalbim çarptı sen söylerken. O kadar güzel tazeledin ve başka bir hava verdin ki…
CE: Radio Slow Time dinleyicileri, “Duyuyor Musun”u duyuyorsunuz. Konuğumuz Nükhet Duru, ancak Nükhet Duru dışında Nükhet Duru’yu anlatması için Murat Meriç’le de konuştum. Murat Meriç adını muhtemelen programımızda çok sık duyacaksınız. Kendisi harika bir insan, harika bir araştırmacı, Türk pop ve rock tarihiyle ilgili memleketimizin sayılı uzmanlarından biri. Harika röportajlar yapar. Takip edin okuyun, birçok dergide ismini göreceksiniz. Harika bir DJ’dir. Bir sürü festivalde karşılaşırız. Şimdi Murat Meriç’in Nükhet Duru’yla ilgili sözlerini dinleyelim;
Murat Meriç: “Nükhet Duru’yu benim duyduğum tarih 70’lerin ortası, bütün Türkiye’nin de duyduğu tarihe tekabül ediyor aslında. “Beni Benimle Bırak”la tanıdık. Nükhet Duru şanslıydı, çok önemli insanlarla çalıştı hep. Mehmet Teoman, Cenk Taşkın ikilisi zaten Nükhet Duru’yu Nükhet Duru yapan Türk popundaki ikinci önemli ekiptir. Üç büyük ekipten bahsedebiliriz. Birisi Melih Kibar, Erol Evgin, Çiğdem Talu. Diğeri Onno Tunç, Aysel Gürel, Sezen Aksu. Biri de Mehmet Teoman, Cenk Taşkın, Nükhet Duru. Bu ekip diğerlerinin yanında bambaşka bir yerde çünkü çok özel şarkılara imza attılar. Bu özel şarkıların içinde çok güzel aşk şarkıları da var. Başta ben olmak üzere bir sürü çocuğu tavlayan “Cambaz” gibi şarkılar da var ama daha da önemlisi, memleketin ilk savaş karşıtı şarkılarından birisi de bu ekip tarafından söylendi. “Harp ve Sulh”. Ki Cenk Taşkın’ın müziği, Nükhet Duru’nun yorumu, Mehmet Teoman’ın sözleri çok etkileyicidir bu şarkıda. Barışa en çok ihtiyacımız olan bu günlerde bu şarkının yeniden gündeme gelmesi ne güzel olur mesela…
Sonrasında Ali Kocatepe’yle yaptığı çalışmalar, ki çoğu Sabahattin Ali’nin dizelerinden oluşan şarkıları, o şiirlerden Ali Kocatepe’nin bestelediği şarkıları söylemiştir, “Melankoli”, “Ben Gene Sana Vurgunum”, “Benimsin Diyemediğim” ve “Çakır” tüm zamanların en güzel şarkılarından biridir benim nazarımda. Ve sonrasında hep böyle cesur ve cüretli adımlar attı. Timur Selçuk’la yaptığı çalışmalar, sonrasında yaptığı bir kısım denemeler, ki “Sevda” mesela, o çok önemli bir denemedir. Atilla Özdemiroğlu, Aysel Gürel ikilisinin arabeske alternatif başlattığı çalışmalar çerçevesinde söylenmiş ikinci şarkıdır. İlki “Firuze”ydi. Ki o dönem ART diye bir şirket vardı, Atilla Özdemiroğlu’nun, Zülfü Livaneli’nin de Ada gibi plakları yayınladığı. Muazzam şirket. Aslında Şart Yapım’ın devamıydı. 1970’lerden sonraki en güzel yapım şirketlerinden birisiydi, yazık ki battı. Ama Nükhet Duru’nun Sevda’sı, ondan sonra denediği Nadide, ki “Endülüs’te Raks” söyler bu albümde, benim açımdan çok önemli yorumlardan birisidir. O güzel denemelere imza attı Nükhet Duru ve hiçbir zaman kendi istemediği bir şeyi yapmadı. Aslında Nükhet Duru’nun güzelliği, özelliği, büyüklüğü burada belki de. Hep kendi istediği şeyi yaptı. Bu yüzden çok sevildi. Sadece yorumculuğu değil, tavrı, tarzı ve hiç kendini bozmamasıyla da. Evet şekil olarak değişime uğramış olabilir zamanla ama yorumu hep aynı kaldı. “Karadır Kaşların”da da aynıydı, 1970’ler ortalarında yaptığı o ilk 45’likte, “Benim Elimi Bırak”da da aynıydı, “Adamların Adamı”nda da aynı. Son dönem çalışmalarında da aynı. Hiçbir zaman bozulmadı. Bu bir tekdüzelik de değil ama; var olan bir şeyi geliştirerek ileri götürmek. Yani şimdi bir Nükhet Duru konserinde onun eski şarkılarını dinlediğinizde fark ediyoruz ki aslında bu ileri gitmenin çok özel bir yeri var Nükhet Duru’da. İyi ki var hayatımızda ve iyi ki onun şarkılarını dinledik ve hâlâ iyi ki dinliyoruz.”
CE: Pop müzikteki ekip çalışmasını da ilk siz ortaya çıkartıyorsunuz ve bir döneme öncülük ediyorsunuz.
ND: Tabii başka ekipler kurulmaya başladı, insanlar özgün ve gerçek kendi repertuvarını oluşturma ihtiyacını hissettiler. Dışarıdan nereye kadar besleneceksin, Türkçe söz yazıp yazıp… Dünyanın her yerinde tutmuş bir şarkıyı doğru bir fonetikle iyi bir söz yazarsan Türkiye’de tutması garanti. Ama bizim yaptığımız ciddi olarak risk almaktı. Acaba sevilecek mi, anlaşılacak mı? Ben en geç anlaşılanlardanım. Çünkü o benim müzikteki arzularım, anarşist yapım, hep canımın istediği şarkıları söylemeye götürdü beni. Bu ne kadar satar, bir gün düşünemedim. Sadece o şarkıyı sevdim diye söyledim. He belki içinde kötü şarkı vardır, ya da sıradanlaşmış olabilir zaman içinde. O zaman ondan menfaat edinmek değil, onu söylemek adına hep stüdyoya giriyordum ya da sahneye çıkıyordum.
CE: Kara Orkestra’nın “Ben Gene Sana Vurgunum” yorumuna ne diyorsun?
ND: Ben beğendim, sert, hoş. Zaten o zaman moda olsaydı, fiziğime otursaydı belki daha rocker devam ederdim. Baş kaldırım, meydan okumam, hiçbir şeye pabuç bırakmaz görüntüm zaten rocker.
CE: Sahnedeki imajdan aslında tavra dek öyle… Geçen bir program izledim yine çok eski. Herkes pleybek yapıyor sen canlı söylüyorsun. Bu da bizim için çok önemli çünkü şimdi canlı performansı güçlü müzisyenler etrafta ve sen o örneklerden birisin. Hâlâ o kadar güçlüsün ki. Sana yazmıştım ya, büyüyünce senin gibi söyleyeceğim diye.
ND: Canım söyleyeceksin, söylersin, ilk şartı sigara içmeyeceksin, ikincisi kontrolsüz gülmeyeceksin,
CE: A, bunu çok yapıyorum!
ND: Ama geçer…ve yüksek sesle gürültülü yerlerde konuşmayacaksın. Bir kere ses dediğin organ bedende en geç yaşlanan organdır. Uzun zamana yaymış kariyerlerini sanatçılara bak, her birinin ilk günkü gibi pırıltılı çıkar sesleri. Tabii ki doğa kanunu zamanla bir şeyler olabilir ama sen onu teknikle nefesle, elimine etmeyi öğrenebilirsin. Bu biraz baş koymak, yürek koymak meselesidir Ceyl’an. Biz öyle dönemlerden geçtik ki, buramdan kurşun geçiyordu, buramda bir şey patlıyordu, biz ilk günden beri terörle mücadelenin çocuklarıydık. Yaradana sığınıp öyle bir asılıyorduk ki şarkıya… Benim aldığım dersler sonucunda üç hocam da birbirini tanıyormuş gibi, “Sen git” dediler, “Sen kendini çözmüşsün.” Çünkü can havliyle söyledim. Aslında nodüllüydü sesim. “Melankoli”de hastayım mesela. Bir tane stüdyo var. Yer bulmak çok zor. O hasta sesi bir yere oturttum, başka şansım yoktu…
CE: Ama bence o kaydın güzelliği de orada, o pusta.
ND: Eskilerin demesiyle işte, can havliyle söylemişim, sesimin üzerinde bir tül vardı…
CE: Peki Nünü, bende hiç olmayan bu dans yeteneği sana nereden gelmiş? Eğitim aldın mı, ailede mi vardı?
ND: Yok canım benim ailem çok ağırbaşlı insanlardı, ben arıza çıktım. Bu durumun altında çok garip şeyler yatıyor. Evet dansa yetenekliyim ve büyük hocalardan eğitim de aldım çünkü ben tam olmak istiyordum. Bizim başladığımız yıllarda benim rakibim televizyonda Raffaella Carra’ydı. Buradan birisi değildi çünkü o büyük dans gruplarıyla şovlar yapıyordu. Ayda ya da haftada bir kere yayınlanırdı. Benim hedefim oydu, ben de öyle şov yapmak zorundaydım. Niye bilmiyorum, önce gidersin Sait Sökmen’in okuluna, sonra başka okullara. Sonra İstanbul’a geldim başka bale hocaları. En son hocam Duygu Aykal’dı. Oytun Turfanda, Devlet Opera Balesi’nde o zaman böyle yasaklar yoktu, benim yaptığım müzikallerde bütün baletler ve balerinler revü olarak bana eşlik ediyordu. İnterneti karıştır bak “Papatya Falı”nı bir gör. Tabii buna ilave çok genç yaşta bir yürüyememe sorunum olmuştu. Aslında benim dansım kimsede yok. Ne 9/8’lik dans ediyorum, ne Latin. Benimki tamamen benim bedenimin bana yolladığı hareketler. Şükür duası gibi alabilirsin, çünkü altı ay yürüyemedikten sonra yeniden hayata dönmüşlük beni mutluluktan öyle dans etmeye yönlendirdi. Eskiden dört saat dans ederdim diskolara gidip, “dağıttı” diye yazarlardı gazeteler. Bizim zamanımızda dört saat dans etmek, dağıtmaktı efendim. Hayatım boyunca çok dans ettim ve çok iyi geliyor bana.
CE: Dinleyicilerimizden gelen bir iki sorumuz var, ilki şu; “Sizli Bizli” şarkısında bir gökkuşağı mı gizli? Eşcinsel bir aşkı mı anlatıyor?
ND: Onu Sezen’e sormak lâzım. Sanmıyorum ama âni çıktı o şarkı. O başka bir şarkıda var. Mehmet Erdem’le düet olan şarkıda var gökkuşağı. Ama duymak istediklerini duyabilirler.
CE: Bir videonda Mesude diye kekeleyen bir kedin olduğunu duymuşlar, o yaşıyor mu?
ND: Yaşamıyor. Çok tatlıydı. Bir tanesi de şaşıydı. Şimdi dört tane kedim var. Dördünün de karakteri başka. Bahçem olduğu zaman köpek de çok seviyorum. Bütün hayvanları çok seviyorum çünkü doğada birbirinden ilintisiz yaşam sürdüremez. Toprağın canlı bir yaratık olduğunu, her bir şeyin oradan gelip oraya gittiğini anladığın zaman sükûnete eriyorsun. Bak bana nasıl sükûnetliyim.
CE: Müzik dışında nelerden ilham alırsın?
ND: Eski belgesel filmleri izlemekten çok keyif alıyorum, o dönemde yaşadığıma inandığım için. O felsefeyi, kültürü incelemeyi seviyorum. Tarih öncesi filmleri seviyorum. Kitap okumayı çok seviyorum. El işleri yapmayı çok seviyorum. Bir elbiseden üç elbise çıkartırım, onu keserim bunu biçerim, ayakkabımı değiştiririm. Spreylerle elbiselerin rengini değiştiririm.
CE: Erken mi kalkarsın?
ND: 11:00’i beğeniyorum. Star bir kalkış oluyor. Yatağımdan da payet çıkar, pul çıkar…
CE: Sezen Aksu senin için; “Nükhet doğuştan getirdiği öyle güçlü ses yeteneğine sahip bir şarkıcı ki kendine rağmen kendini bitiremedi” demiş. Ne demek istemiş diye soruyorlar?
ND: Aslında o diyordu ki, daha kitlelere yönelik iş yap, olman gereken yer çok yüksek. Ama bu seçim ve talep meselesi. Ben bana biçilen göreve hazır değildim yani. Bir dahaki gelişime bakarız. Çünkü star sistemine oturtamıyorum karakterimi, yani bir star benim gibi olmaz ama ben bu hâlimden memnunum. Çünkü ben star olabilmek için kimsenin kalbini kırmayı göze almadım. Kimsenin bir yerine basmayı göze almadım. Star olmak demek bu demektir maalesef. Tamamen kendini düşünmen ve egonu yükseltmen gerekiyor. Bu bende mümkün değil. Ben normal hayatında hâlim selim, kakara kikiri bir insanım. Sahneye çıktığımda o öbürü geliyor. Kesinlikle bir kabahatim yok, ne yapıyorsa o yapıyor ve benim oradaki kadınla hiç alakam yok. Ama yılda bir kere coşarım, cam çerçeve iner.
CE: Çok teşekkür ederim Nükhet abla. Benim bir çok dev ruhla tanışmışlığım vardır ama onların içinde gerçekten en egosuz, mütevazı sensin. Bunun dışında yardımsever, belli ki kendimi kötü hissettiğimde de arayabileceğim, kucağını hep açan öncelikle bir insansın. Sonra harika bir şarkıcı ve sanatçısın. Bizimle olduğun için çok mutlu olduk. Seni çok seviyoruz.