Dünyanın en önemli ve endüstriyel anlamda en büyük beş festivalinden biri olan Toronto Film Festivali’nin çeşitli bölümlerinden merakla beklenen 24 filmi sizler için gördük ve pek önemli 16 başka filmi de sizler için göremesek de hakkında bilgi topladık. 24, 16 daha, 40 yapaaar! Ve Toronto Film Festivali’nin 40. yılı!
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Her yıl Oscar sezonu açılmadan hemen önce, bu yılki adaylar hakkında en belirgin fikirlerin oluşmasında kılavuz hizmeti gören, geniş çaptaki endüstri katılımı ve film pazarıyla sektörü epey tatmin eden, yan bölümleri ve galalarıyla pek çok yeni filmi ilk kez seyirci karşısına çıkaran “Festivallerin Festivali” sloganlı Toronto Film Festivali, 40. kez Kanada’da yaklaşık 450 bin seyirci katılımıyla gerçekleşti.
10-20 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen festivalde, Oscar’ın da habercisi olan ve festivalin en büyük ödülü niteliğindeki İzleyici Ödülü, Lenny Abrahamson imzalı Room’a giderken, 11 günlük koşuşturma içerisinde 20’den fazla salonda, 400 civarında film, halk ve sektör profesyonelleriyle buluştu.
Festivalin merkez salonları, yaklaşık 2 bin kişilik Ray Thomson Hall ve bir o kadar devasa Princess of Wales’in önüne kurulan kırmızı halılarda Matt Damon, Sandra Bullock, Johnny Depp, Tom Hardy, Mark Ruffalo ve daha pek çok Hollywood yıldızının arzı endam etti ve salonları dolduran binlerce kişiyle birlikte filmlerini ilk kez izledi. Midnight Madness ve Contemporary World Cinema gibi klasikleşmiş yan bölümlerin yanına, bu yıl Platform ve gittikçe büyüyen bir sektörle sinemayla giriştiği rekabetten nitelikli örnekler çıkaran televizyon dizilerinin prömiyerlerinin yapıldığı PrimeTime gibi yeni yan bölümler de eklendi.
Çiçeği burnunda prömiyerlerin yanı sıra, Cannes, Berlin, Sundance ve Venedik gibi büyük film festivallerinin bu yılki programından en iyi filmlerin de gösterildiği programın tüm filmlerinden bahsetmek elbette mümkün değil. Ancak aşağıda okuyacağınız yazıda, festivalin öne çıkan bölümlerinden 40 kadar filmin adını anmayı başardık. Yıl boyu adından söz edeceklerimizin sayısı bir hayli fazla ama şimdiden kısacık da olsa fikriniz olması adına işte o filmler:
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
ABLUKA
Contemporary World Cinema
Yön: Emin Alper
İlk filmi Tepenin Ardı ile güçlü bir çıkış yapan ve ulusal, uluslararası çok sayıda ödül ve övgünün sahibi olan Emin Alper’in merakla beklenen ikinci filmi Abluka, festivalin dünya sinemasına ayrılmış bölümünün öne çıkan filmlerinden biriydi. Alper’in yaşadığı coğrafyadaki düşmanlık kavramını bir kez daha usta işi bir senaryo ve katran karası bir atmosferle tanımladığı filmi, Toronto’daki gösterimlerinde de ilgiyle karşılandı.
Ödül potansiyelleri: Geçtiğimiz ay Altın Aslan için yarıştığı Venedik Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü’yle ayrılan film, yıl boyu daha pek çok festival ve ödül listesinde karşımıza çıkacağa benziyor.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
ANOMALISA
Special Presentation
Yön: Charlie Kaufman, Duke Johnson
Being John Malkovich, Adaptation. ve Eternal Sunshine of the Spotless Mind gibi senaryolarıyla akılları baştan aldıktan sonra yönetmenliğe soyunduğu ilk filmi Synecdoche, New York ile de kendine has bir hayran kitlesi edinen Charlie Kaufman’ın yazıp, animasyon yönetmeni Duke Johnson’la ortaklaşa yönettiği bu aşırı derecede kendine özgü stop-motion animasyon, seyircisini orta yaş bunalımındaki kahramanının renksiz dünyasına hapsedip yabancılaşmaya doyuruyor.
Ödül potansiyelleri: Abluka gibi Altın Aslan için yarıştığı Venedik Film Festivali’nden Jüri Büyük Ödülü kazanan film, Oscar ve Altın Küre dahil, yıl boyu verilecek hemen her animasyon ödülünün büyük potansiyelli adaylarından.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
BASKIN
Midnight Madness
Yön: Can Evrenol
Çektiği kısa filmlerle gore türünün Türkiye sinemasındaki en özgün ve yegâne temsilcisi niteliğindeki Can Evrenol’un çok uzun süredir beklenen ilk uzun metrajlı korku filmi Baskın, nihayet Toronto’nun klasikleşmiş bölümlerinden Midnight Madness’ta prömiyer yaptı ve salonu dolduran yüzlerce kişinin ağzını açık bıraktı. Çok katmanlı senaryosu kimileri tarafından karışık bulunsa da, atmosfer yaratma becerisiyle salonu dolduran seyircileri avucunun içine alan film, düşük bütçesine rağmen özenli sanat yönetimi ve yapım tasarımıyla da dikkat çekici.
Ödül potansiyelleri: Festival sırasında Amerika satışı gerçekleşen Baskın’ın, dünya çapında çok sayıda fantastik ve korku festivalini gezeceği ve önemli festivallerin de gece yarısı bölümlerine seçileceği kesin gibi.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
CHEVALIER
Contemporary World Cinema
Yön: Athina Rachel Tsangari
Yunanistan yeni dalgasının Yorgos Lanthimos’la beraber öncü isimlerinden birine dönüşen senarist, yönetmen, yapımcı Athina Rachel Tsangari, Attenberg’in ardından çektiği kısalardan sonra yeni bir uzun metrajla da karşımızda. Bir grup erkeği bir tekne yolculuğunda toplayıp eğlenceli ve sinir bozucu bir oyunun içine hapseden film, kahramanlarının değişken egoları ve tutarsız davranış biçimleri üzerinden erkek egemen toplum düzenine zehirli oklar fırlatıyor.
Ödül potansiyelleri: Locarno, Saraybosna ve Londra Film Festivali’nde en iyi film ödülü için yarışan ve Saraybosna’da başrol erkek oyuncularına ödül kazandıran filmin, doğru bir strateji ve tanıtımla birkaç yabancı dilde en iyi film adaylığı kaçınılmaz görünüyor.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
DEMOLITION
Gala
Yön: Jean-Marc Vallee
C.R.A.Z.Y. ve Café de Flore gibi mütevazı ve pek nefis filmlerinin ardından Dallas Buyers Club ile daha geniş kitlelere seslenen ve son olarak geçtiğimiz yıl Wild ile karşımıza çıkan Kanadalı yönetmen Jean-Marc Vallee’nin üst üste çektiği filmlerin sonuncusu olan Jake Gyllenhaal, Naomi Watts ve Chris Cooper’lı Demolition, eşini kaybeden bir genç adamın duygusal iniş çıkışlarını merkeze alıyor. Senaryoda, özellikle ikinci yarıda başlayan karmaşa nedeniyle hafif yoldan sapan film, Vallee’nin her zamanki olağanüstü kurgu marifetinden nasibini alıyor.
Ödül potansiyelleri: Yönetmenin her zaman seyirci tarafından kucaklandığı Toronto’dan dahi, açılış filmi olmasına rağmen harika dönüşler almayan film, Oscar yarışını ıskalayıp Amerika’da nisan aylarında gösterime girecek gibi. Ancak başrolde Gyllenhaal’un epey başarılı bir performans sergilediğini söyleyebiliriz.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
ENDORPHINE
Vanguard
Yön: Andre Turpin
Kanadalı görüntü yönetmeni Andre Turpin’in bu üçüncü uzun metrajlı filmi, deneysel sularda yüzen ve sırtını yarattığı tedirgin edici atmosfere dayayan bir gerilim filmi. Festivalin bu yılki örtük temalarından birine dönüşmüş olan kayıp meselesine bir örnek teşkil eden film, annesi gözleri önünde öldürülen bir genç kızın içine düştüğü korkunç psikolojiyi, parçalı bir anlatım yapısı ve zaman atlamalarıyla, takip etmesi zor bir kâbusu andıran şekilde karşımıza getiriyor.
Ödül potansiyelleri: Geniş kitlelerin içine girmesi zor bir film olsa da tematik festivallerin radarına girdiği takdirde ödül ve övgüyle karşılanabilecek bir film Endorphine.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
EQUALS
Special Presentation
Yön: Drake Doremus
Amerikan bağımsız sinemasının sevilen yönetmenlerinden Drake Doremus’un bundan dört yıl önce Like Crazy ile sağladığı yükselişin ardından, yoluna bu kez bir bilim kurgu romansıyla devam ettiği Equals için ciddi bir geri adım demek yanlış olmaz. Doremus’un ekstrem yakın planlarla dolu filmi, herhangi bir duygu hissetmenin hastalık sayıldığı bir gelecek tasvir edip, başrole yerleştirdiği iki âşığı bu engellere rağmen ayakta tutmaya çalışıyor. İçinde uzun metrajlı bir filme yetecek malzeme barındırmayan zayıf senaryosu nedeniyle tökezleyen ve yer yer sıkıcı bir hâl alan filmi, başroldeki Nicolas Hoult ve Kristen Stewart ikilisi dahi kurtaramıyor.
Ödül potansiyelleri: Filmi izleyen ergenlerin sıkıntıdan kendini kesebilme ihtimali nedeniyle Equals’ın MTV Movie Awards Best Kiss adaylığı bile sallantıda.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
THE FAMILY FANG
Special Presentation
Yön: Jason Bateman
Oyunculuk kariyerinin yanı sıra çok sayıda televizyon projesinin yönetmenliğini de üstlenen Jason Bateman’ın, ilk filmi Bad Words’ün ardından, toplum düzenine ve sisteme çomak sokan kahramanları merkeze aldığı filmler tüm hızıyla sürüyor. The Family Fang’de de insanları çıldırtan eşek şakalarıyla ünlü bir performans sanatçısı ailenin yıllara yayılan öyküsünü konu ediyor Bateman. Başarılı bir fikirden yola çıkan ancak uzun metraj yolunda kimi tekrarlara düşen film, başrolde Bateman’a eşlik eden Nicole Kidman ve Christopher Walken gibi isimler sayesinde biraz güç topluyor.
Ödül potansiyelleri: Independent Spirit ödüllerinde senaryo adaylığı olası görünse de, iyi bir kampanya yapılmadığı takdirde ödül listelerini çok da zorlayacak bir film olduğu söylenemez The Family Fang’in.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
FREEHELD
Gala
Yön: Peter Sollett
Hemen her yıl Oscar kumaşına sahip, bir LGBTİ karakteri merkeze alan bir film izlemeye alışmış durumdayız. Bu hikâyelerin geniş kitleler açısından hâlâ faydalı filmler olduğu bir gerçek, ancak didaktikliğin diz boyu olduğu ve başarılı bir biçimde kotarılamamış, birbirinin aynı örnekleri görmek de biraz tatsız oluyor elbette. Başrollerini Julianne Moore, Ellen Page, Michael Shannon ve Steve Carell gibi isimlerin paylaştığı bu dram da, ne yazık ki pek de matah olmayan örnekler arasında yerini alıyor. Özellikle başroldeki lezbiyen çiftimizde Moore ve Page arasındaki ciddi kimya problemi filmi inandırıcılıktan uzaklaştırıyor ve Peter Sollett’in televizyon filmi rejisinin de konuya pek yardımcı olduğu söylenemez.
Ödül potansiyelleri: Oscar adaylığı için fazla naif ve fena bir film olsa da Julianne Moore’a en iyi kadın, Ellen Page’e en iyi yardımcı kadın oyuncu kategorilerinde Altın Küre ve benzer adaylıklar gelebilir.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
HIGH-RISE
Platform
Yön: Ben Wheatley
Kill List, Sightseers ve A Field in England gibi şaşırtıcı ve tamamen özgün filmlerin yönetmeni Ben Wheatley, şimdiye dek çektiği en büyük prodüksiyonlu filmi High-Rise ile Ballard’ın aynı adlı romanından uyarlaması epey güç bir işe girişip, Toronto’nun bu yılki en iyi filmlerinden birine imza atıyor. Baştan sona temposu bir an bile düşmeyen, yüksek miktarda eğlence ve bolca kaos vaat eden bu film, tamamı bir apartmanda geçen ve bu apartmanın sakinlerinin gitgide daha görünür hâle gelen toplu cinnetini merkeze oturtan, absürt bir taşlama. Giriştiği uyarlamanın güçlüğü nedeniyle, özellikle ikinci yarıda kimi senaryo sorunları yaşayarak, bazı tempo problemleriyle karşılaşsa da Wheatley’nin umarsız rejisiyle eşsiz görüntü ve sanat yönetimi, izleyenlerin seyir zevkini yükseltiyor.
Ödül potansiyelleri: Tom Hiddleston, Jeremy Irons, Sienna Miller, Luke Evans ve Elizabeth Moss gibi isimlerden oluşan oyuncu kadrosu özel bir ödülü hak etse de film en çok uyarlama senaryo kategorisinde güçlü görünüyor. BAFTA ödüllerinde yolu epey açık.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
I SMILE BACK
Special Presentation
Yön: Adam Salky
Komedyen Sarah Silverman’ı çeşitli film ve dizilerde görmeye alışığız ve performansının da fena olmadığını biliyoruz. Ancak Silverman çapındaki bir komedyenden I Smile Back’teki kadar güçlü bir dram performansı görebilmek açıkçası oldukça şaşırtıcı. Banliyö hayatı içerisinde sıkışıp kalmış, bağımlı bir ev hanımının çıkışsızlığını olağanüstü gerçek bir yerden oynayan ve neredeyse tek kişilik şov yapan Silverman, bu kendi hâlinde Amerikan bağımsızını yukarıya taşıyor.
Ödül potansiyelleri: Silverman’ın Independent Spirit adaylığını şimdiden hazırlayın. Film aynı zamanda senaryo ve bir ihtimal başka kategorilerde de adaylık kazanabilir. Silverman’a iyi bir kampanya yapıldığı takdirde Oscar adaylığına kadar yürüyebilmesi olası.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
MA MA
Special Presentation
Yön: Julio Medem
Lovers of the Arctic Circle ve Sex and Lucia gibi pek sevilen filmlerin yönetmeni Julio Medem, şunun şurasında birkaç sene öncesine kadar İspanyol sinemasının yüz aklarındandı. Fakat bir kariyerin bu kadar hızlı ve bu denli sert düşüşe geçtiği çok az görülür. Chaotic Ana ve Room in Rome gibi son dönem filmlerini sevmemiş olanlar, Penelope Cruz’lu melodram Ma Ma’yı görene dek beklesin. Klişeler klişesi senaryosu, finale doğru ilerlerken artık absürt bir noktaya evrilirken, neredeyse tüm reji tercihleri de bir felaket Medem’in. Cruz’un performansıyla biraz oyalanmak mümkünse de, Toronto’daki gösterimi sırasında sonlara doğru seyirciyi güldürecek kadar kötüleşebilen bir kanser melodramıyla karşı karşıyayız.
Ödül potansiyelleri: Filmi ciddiye almayı başarabilen birtakım ödül komiteleri tarafından Penelope Cruz’un performansının takdir edilmesi olası ancak fazlası değil.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
MAN DOWN
Gala
Yön: Dito Montiel
Kendi romanından senaryolaştırıp yönettiği How to Recognizing Your Saints gibi kalburüstü bir ilk filmle Amerikan bağımsız sinemasının yeni yetenekleri arasına giren Dito Montiel’in, birbiri ardına çektiği biçimsiz aksiyon dramlarla devam eden kariyerinin geldiği en acı nokta ne yazık ki Man Down. Shia LeBeouf’u savaştan sonraki hayatını travmaları nedeniyle sürdüremeyen bir asker olarak başrole taşıyan film, lineer olmayan anlatımının sürprizlerine bel bağlamış durumda ancak sürprizler öylesine klişe ve eski moda ki hayret etmemek elde değil. Her hâliyle 2000’li yılların başında çekilmiş izlenimi veren filmin görsel tercihleri de tam bir fecaat.
Ödül potansiyelleri: Ele aldığı sert ve acı hikâyeden sümüklü bir film çıkarmayı başarmış Montiel’in yüzü ödül törenlerinde de pek gülmeyecek gibi. Dikkate alındığı takdirde LeBeouf’un acılı performansına kananlar ya da Kate Mara’yı beğenenler olabilir.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
THE MARTIAN
Gala
Yön: Ridley Scott
Bu ayın ilk günlerinde Türkiye dahil pek çok ülkede aynı anda gösterime girecek olan Ridley Scott imzalı yeni uzay filmi The Martian, 90’lı yılların Tom Hanks’li sıcak aile filmlerini andıran bir gerçeklik ve zekâ düzeyindeki senaryosuyla geniş kitlelerin ağzına bir parmak bal çalmakla yetiniyor. NASA’nın içinde olup biten tüm olayların ilkokul 5 seviyesinde resmedildiği senaryosunu inandırıcı bulup içine girmeyi başaranların bu bol esprili uzay filminde eğlenmesi de çok olası ancak Matt Damon’ın savaştan kurtarılmaya çalışıldığı Saving Private Ryan’dakine benzer şekilde, bu kez de Mars’tan kurtarılmaya çalışıldığı bu yeni filmdeki başarılı performansı dışında elimizde pek de iyi bir şey yok.
Ödül potansiyelleri: Biraz da gişe başarısı ve kampanyasına bağlı ilerleyecek olsa da film, yönetmen, erkek oyuncu ve teknik kategorilerde Oscar başta olmak üzere pek çok ödüle adaylık kısmından girebileceğe benziyor film.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
ROOM
Special Presentation
Yön: Lenny Abrahamson
What Richard Did ve Frank filmleri bizde de İstanbul Film Festivali’nde seyirci karşısına çıkan ve pek sevilen İrlandalı yönetmen Lenny Abrahamson’ın şaşırtıcı hikâyesi ve seyircisini avucunun içine alan anlatımıyla Toronto’dan izleyici ödülünü kaptığı son filmi Room, 17 yaşında kaçırılıp, yedi yıl boyunca bir odaya hapsedilen bir kadın ve onun beş yaşındaki oğlunun hayata tutunma mücadelesini konu alıyor. Başroldeki Brie Larson’ın, neden son dönem Amerikan bağımsız sinemasının en iyi oyuncularından birine dönüştüğünün kanıtı niteliğindeki performansı bir hayli etkili olan filmi merak edenler, ne yapıp edip sürpriz bozan fragmandan uzak durmalı.
Ödül potansiyelleri: Slumdog Millionaire ve The King’s Speech gibi, Toronto’dan İzleyici Ödülü kazanana dek kimsenin Oscar yarışında olmasına dahi ihtimal vermediği filmlerden birine dönüşen Room’un en iyi film, kadın oyuncu ve çocuk oyuncusu Jacob Tremblay için bir yardımcı erkek oyuncu Oscar adaylıklarını şimdiden hazırlayın.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
TRUTH
Special Presentation
Yön: James Vanderbilt
Bu yıl Toronto’da sayısı bir hayli fazla olan politik dramlardan biri olan Truth, CBS’deki 60 Minutes programının bir bölümünde ele alınan George W.Bush’un ordu görevine dair bir skandalın izini süren gerçek karakter ve olayların takip ediyor. Cate Blanchett, Robert Redford, Elizabeth Moss, Topher Grace ve Dennis Quaid gibi yıldız isimlerden oluşan bir oyuncu kadrosunu başrole taşıyan film, Zodiac ve White House Down’ın senaristi James Vanderbilt’in ilk yönetmenlik denemesi.
Ödül potansiyelleri: Senaryosundan oyuncularına her şeyiyle Oscar kumaşından dokunmuş filmin, yeterince güçlü bulunması durumunda en iyi film dahil pek çok dalda adaylık kazanması yüksek ihtimal. Robert Redford’a yıllar sonra bir yardımcı erkek oyuncu ödülü hiç de fena olmaz.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
WHERE TO INVADE NEXT
Special Presentation
Yön: Michael Moore
Amerika’nın sosyal politikalarına kafayı takmış, gerçek bir hükümet düşmanı Michael Moore’un kendine özgü eğlenceli tarzını, yer yer bayatlamış da olsa bir kez daha konuşturduğu son filmi, önceki filmlerine göre biraz daha gelişigüzel ilerleyerek, dünyanın pek çok ülkesinden başarılı sosyal politikaları Amerika’daki izdüşümleriyle karşılaştırıp, gerçek bir eğlencelik yaratıyor. Toronto’da daima baş tacı edilen yönetmenin, bitirir bitirmez galaya yetiştirdiği ve seyirciler tarafından dakikalarca alkışlandıktan sonra gözyaşlarına engel olamadığı film, Moore’un artık biraz yaşlanmaya başladığını ve pek de yeni bir cümlesi kalmadığını göstererek, hafif üzücü bir manzara yaratıyor.
Ödül potansiyelleri: Moore’un Bowling For Columbine ya da Fahrenheit 9/11 günlerindeki kadar parlak bir iş ortaya çıkarmadığı kesin ancak yine de çok sayıda en iyi belgesel adaylığı kazanabilir durumda.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
THE WITCH
Special Presentation
Yön: Robert Eggers
Geçtiğimiz Sundance Film Festivali’nde seyircisini şoke eden ve dünya hakları saniyesinde Universal tarafından satın alınarak elde edilmesi güç bir başarıya imza atan bu tekinsiz dönem filmi, 1630’lu yıllarda geçen bir aile faciasını konu alıyor. Korku sinemasındaki cadı mitleri tasvirleri arasında kesinlikle en başarılı filmler arasına kafadan yerleşen The Witch, yalnızca derinlikli bir atmosfer kurmakla yetinmiyor, aynı zamanda kimi antolojik sahnelere de ev sahipliği yapıyor. Çocuk oyuncu performanslarıyla da zihinlere kazınması olası filmin genç yönetmeni Robert Eggers’ın adını, yüksek ihtimalle daha uzun yıllar duyacağız.
Ödül potansiyelleri: Sürpriz bir çıkış elde ederek şimdiden kimi ödüllerin sahibi olan filmin önü, bir tür filmi olmasına rağmen epey açık.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
BİRER CÜMLEYLE
EVOLUTION (Special Presentation): 2004 yapımı çok sevilen filmi Innocence’tan bu yana sesi soluğu çıkmayan Lucile Hadzihalilovic’in, seyircisini baştan sona rahatsız edici imgeler ve tedirginlik yaratan bir hikâyeyle baş başa bıraktığı filmi, bu yıl Toronto’nun en iyilerindendi.
EYE IN THE SKY (Gala): Helen Mirren, Aaron Paul, Alan Rickman gibi oyuncularına rağmen, Homeland’in herhangi bir bölümünden hâllice bir seyirlik sunan bu politik dram, Gavin Hood’un imzasını taşıyan ve izleyicisini yer yer duygulandırmaktan fazlasını beceremeyen bir film.
KILL YOUR FRIENDS (City to City): İngiliz sinemasının şiddete meyilli ve epey dengesiz kahramanlara sahip, ahlaksız roman uyarlamalarından bir yenisi olan Kill Your Friends, Owen Harris’in yönettiği ve hem başrole kurulup hem de yapımcılığını üstlenen Nicolas Hoult’un performansına sırtını yaslayan eğlenceli bir seyirlik.
THE MEDDLER (Special Presentation): Başrole taşıdığı orta yaşlı kadın karakterini umut verici bir hikâyenin ortasına bırakan yazar-yönetmen Lorene Scafaria’nın Susan Sarandon, Rose Byrne ve J.K. Simmons’lı filmi, yer yer iki sezon önce izlediğimiz Şili filmi Gloria’yı andırıyor.
SARMAŞIK (Contemporary World Cinema): Tolga Karaçelik’in Gişe Memuru’ndan sonra çektiği bu ikinci uzun metrajlı filmi, kocaman tutsak bir geminin içine küçük bir Türkiye sığdırmayı başaran ve başroldeki Nadir Sarıbacak’ın nefis performansına çok şey borçlu, güçlü bir gerilim.
SUNSET SONG (Special Presentation): İngiliz sinemasının ustalarından Terence Davies’in feci şekilde nostaljik son filmi, 1900’lü yılların başlarında bir İskoç kasabasında geçen bir seri aile trajedisini merkeze alan küçük ve zararsız bir melodram.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
ÇOK KONUŞULAN DİĞER FİLMLER
Bu yıl Toronto’da galasını gerçekleştiren ya da Kuzey Amerika prömiyerini yapan başka bir avuç film daha, önünde uzun kuyruklar oluşturup, hakkında epey konuşturdu. Bunların başında kuşkusuz Venedik’te yarıştıktan hemen sonra festivalde de gösterilen ve en çok Eddie Redmayne’in üst üste ikinci kez en iyi erkek oyuncu Oscar’ı kazanması ihtimaliyle konuşturan The Danish Girl geliyordu. Mark Ruffalo, Rachel McAdams, Michael Keaton gibi isimleri bir araya getiren ve seyircinin de büyük ilgisiyle karşılaşan Spotlight, eleştirel mânâda yeterince güçlü bulunmasa da Oscar adaylıkları konusunda şimdiden kulis yaptırmaya başladı. Bryan Cranston, Helen Mirren, John Goodman ve Louis C.K.’li Trumbo, televizyon filmi hissi uyandırmasıyla konuşulurken, Sandra Bullock’un ödül listelerinde öne çıkmasına neden olacağa benzeyen yeni David Gordon Green filmi Our Brand Is Crisis de festivalin adından söz ettiren prömiyerlerindendi. Daniel Brühl ve Emma Watson’ı başrole taşıyan ortak yapım Colonia, düşmeyen temposu ve kıvrak senaryosuyla seyircinin favorileri arasına girmeyi başarırken, Tom Hardy’nin ikiz kardeşlere hayat verdiği Legend ve Johnny Depp’in performansıyla övülen mafya draması Black Mass gibi aksiyonlar, festivalin en dolu salonlarından birkaçını oluşturuyordu. Stephen Frears’ın bisikletçi Armstrong’un hikâyesini anlatan biyografik dramı The Program’ı fazla sevilmezken, Roland Emmerich’in epik LGBTİ filmi Stonewall bu yılki film programının en kötüleri arasında anıldı. Caz efsanesi Chet Baker’ın Ethan Hawke tarafından başarıyla canlandırıldığı biyografik dram Born to Be Blue, Saoirse Ronan’lı romantik dönem filmi Brooklyn, True Detective’in ilk sezonunun ardından Cary Joji Fukunaga’nın bu kez Idris Elba’nın çok övülen performansıyla karşımıza çıktığı son filmi Beasts of No Nation, Julie Delpy’nin yazıp yönetip başrolünde yer aldığı yeni romantik komedisi Lolo, Alfonso Cuaron’un oğlu Jonas’ın olumlu eleştiriler alan Gael Garcia Bernal’li ilk uzun metrajlı filmi Desierto, Tom Hiddleston’ın performansı dışında son derece vasat bir seyirlik olarak anılan müzikal biyografik dram I Saw the Light ve usta sinemacı Jerry Skolimowski’nin düşmeyen bir tempoyla kotardığı 11 Minutes de bu yılki Toronto’nun hakkında epey yazılıp çizilen prömiyerleri arasındaydı.