Aklımdakiler: kim ki o

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Aklımdakiler: kim ki o

İllüstrasyon: Sadi Güran
ÖNCEKİ İstanbul punk mitolojisi: Tünay Akdeniz SONRAKİ Aklımdakiler: Tuğçe Şenoğul

kim ki o’nun ev stüdyosundan çıkan ve her birimizi isyana, harekete geçmeye, duygulanmaya ve ne olursa olsun tükenmemeye teşvik eden son albümü Zan, grubun müziğine yeni katmanlar eklediği gibi güçlü mesajlarıyla da kalbimize en kısa yoldan ulaşmayı başardı. Berna Göl ve Ekin Sanaç ikilisinin bizlere en taze armağanı olan ve ardında onlarca hikâye ve detaylar barındıran albüm şerefine, kim ki o’nun bir hayli uzun yolculuğunda çeşitli şekillerde yer almış müzisyenler, prodüktörler, DJ’ler ve sanatçılar, merak ettiği soruları gruba yöneltiyor.  

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image

Göksu ​Arı (The Raws)
Hayat her geçen gün biraz daha tuhaflaşıyor ve yaşadıklarımızın bir şaka olup olmadığı sorusunu git gide daha sık sorarken buluyoruz kendimizi. Bir gün bir bomba ihbarıyla dehşete kapılıp ertesi gün sokaklarda dans ediyoruz. Tam dünyanın sonu geldi derken insanoğlu bir kedi videosuyla yeniden doğuyor. Böylesine kaotik bir ortamda hangi punk grubu şarkılarınızdan birini coverlamak istediğini söylese çok sevinirdiniz ve ona hangi şarkınızı vermek isterdiniz?
İngiltere’den çıkma bir riot grrrl grubu olan Huggy Bear “Zan”ı coverlasın isterdik. Huggy Bear’i Orta 3’teyken keşfetmiştik. Biz keşfettiğimizde grup çoktan dağılmıştı aslında. Yalnızca üç küsur yıl kadar bir süre aktif olan bir grup için Huggy Bear’in tesirine yanaşan başka bir grup var mıdır acaba. Grubun ulaşılabilen tek tük fotoğraflarında solist Niki’nin kollarında “Prophet” (peygamber) ve “Slut” (orospu) yazıyordu. Konserlere öyle çıkıyormuş. Stilize olmayan müziğin gücü adına ders gibi okutulabilir bir grup Huggy Bear ve hayata uyum sağlamayanların yalnız olmadığının sanatsal ve alt üst edici bir ifadesi. Aynı hisler bizimle bugünlere kadar geldi açıkçası. Geri dönüp bu hissi tanımlamaya çalışınca ırkçı ve patriyarkal olmayan öfkenin müzikal karşılığıymış gibi geliyor.

Berk Çakmakçı (Age Reform)
Benim için Zan'a kadar olan kim ki o diskografisini tanımlayan şeyler şunlar oldu: demirbaş drum machine'in motorik ritimleri, synthler ile bir olup enstrümana dönüşen vokaller ve kayıttaki küçük oda hissi. Zan bu beklentilerin çoğunu yok sayıyor, hatta yıkıyor. Yine de tam anlamıyla bir kim ki o albümü. Neler oldu merak ediyorum. Son 4 sene içinde kim ki o'yu sizin için tanımlayan sabitler, sınırlar nasıl değişti? Yerlerine yenileri mi geldi yoksa bundan böyle her şey olabilir mi?
kim ki o’yu baştan beri şekillendiren kullandığımız aletlerin koyduğu sınırlar oldu. Fakat, aslında bu sınırlar tarafımızdan kasıtlı olarak belirlenmemişti. Elimizdeki olanaklar ve becerilerimiz doğrultusunda oradaydılar. Eğer grup olarak bir tercih yaptıysak, bu sadece bu sınırları yok saymamak ve varlığımızı onlar üzerine kurmak oldu. Dolayısıyla şu anda da sınırlar var, sadece bazıları değişmiş oldu. Gene onları tanıyor ve yokmuş gibi yapmıyoruz. Galiba bir anlamda prensip olarak aynı yerdeyiz, ama kısmen farklı bir sınır tanımındayız.

Zan’ı uzun bir süre içinde tamamladığımız için, kendi içinde galiba biraz da geçmişe dönük neler yaptığımızı gözeten bir içeriği var. İlk çıkış temamız çuvallama [failure] ve onunla nasıl baş ettiğimiz olduğu için kim ki o’nun her türlü varlığını da albümü yaparken sorgulamış olduk. Zan’ı en çok besleyen konulardan biri de buydu.

Image

Johan Duncanson (The Radio Dept.)
Şarkı sözleriniz genellikle oldukça politik ve antifaşist. Şarkıları yazarken yeterince açık sözlü olabiliyor musunuz? Yoksa bahsedemeyeceğinizi düşündüğünüz şeyler de oluyor mu? Eğer oluyorsa bu durum hiç belirli bir konudan bahsederken daha iyi sözler yazmanıza yol açtı mı? Bazı sözleri kullanmamayı seçtiğiniz için neticede daha iyilerini yazdınız mı?
Evet! Şarkı sözlerinde yaratıcılığa yaklaşımımıza dair çok yerinde bir açıklama bu. Aynı zamanda Zan’da “savaş” gibi ortak meselelere değinirken karşı karşıya kaldığımız en zorlayıcı konu. Bizim için temel mesele o şekilde açık sözlü olmak istiyor muyuz istemiyor muyuz sorusunda yatıyor. Hayır, bizim derdiğimiz zaten slogan kullanmak değil, farklı ifade biçimleri ve anlatılar aramak. Dolayısıyla söz yazarken kullanmak istemediğimiz farklı kelimeler karşımıza çıkıyor. Bu kelimeleri kendi aramızda “yüklü” kelimeler olarak tanımlıyoruz. Kullanıldıklarında her yeri kapladıklarını, çok tanımlı ifadelere yapıştıklarını ve yaratıcılık için yer bırakmadıklarına inanıyoruz. Örneğin “Sanki Hiç Durmadı”nın sözlerini son haline getirmek aşırı uzun sürdü. Başlangıçtaki sözler “şiddet” kelimesine ve “bedenimdeki izler beni siper etmez” gibi bir ifadeye yer veriyordu. Başta iyi geldi ama bir süre sonra tatmin olmadık ve bunu başka türlü ifade etmek için çalışmaya karar verdik. Neticede “Kurban verir talan / para yalan yuvan / kader iz bırakır / unutmaya kalır” sözlerine dönüştü. Bunun arkasındaki temel motivasyon tanımlı politik ifade biçimleri dışında farklı anlatılar yaratmaya çalışmak. Ayrıca 10 yılı aşkın süredir ortalıkta olmamızın da etkisiyle farkına varıyoruz ki bu şekilde yazılan sözler bizim de şarkıları zaman içinde yeni anlamlarla ilişkilendirebilmemiz için alan açıyor. Umuyoruz ki bazı şarkılar düşünebildiğimizden daha fazlasına da işaret edebilmeye başlayabiliyor.

Sanae Yamada (Moon Duo)
Sizi sanatsal olarak besleyen yazarlar ya da kitaplar var mı? Biraz bunlardan ve size ne şekillerde etkilediklerinden bahsedebilir misiniz?
Berna: Bu sıralar Ann Leckie okuyorum. Albüm yapma sürecinde henüz kitaplarıyla tanışmamıştım. Ama bir bilim kurgu yazarı olarak güç ilişkilerini ele alışı ve bir yapay zekâ üzerinden toplumsal ilişkileri ve kısa devrelerini işleyişi, kim ki o olarak üzerinde durduğumuz ve bizi rahatsız eden konuları bir başka türlü yansıtıyor. Birey ölçeğinden toplumsal olana sınıflar arası çelişkileri anlatışı, kültür çatışmalarını işleyişi fazlasıyla katmanlı. Üzerine bir de yapay zekâ gözünden cinsiyetler arası ilişkileri ifadesi çok güçlü. Öznel olanla nesnel olanın birbirinden ne kadar ayrılmaz olduğunu belirsizlikler içinde anlatışı epey ilham verici.
Ekin: Zan sürecine benim için damga vuran Elena Ferrante’nin iki kadının 60 yıla yayılan dostluğunu konu eden, dört ciltlik Napoli Romanları serisi oldu. Napoli’de geçen hikâyenin sınıf basamakları arasındaki iniş çıkışlarıyla da fazlasıyla derinleşen ve sürükleyen bir anlatımı var. Öyle bir içine girdim ki dördüncü kitabı sinirlenip elimden attığım, sonra geri dönmek için kendimle çeşitli yüzleşmeler yaşadığım anlar oldu. O dönem Ferrante’nin bir röportajını okumuştum ve orada içinde büyüdüğü erkek egemen ortamın bir yazar olarak kendini geliştirmesi üzerindeki etkilerinden bahsediyordu; bir kadın olarak erkek figürlerle büyümek, onlara özenmek vs. Sonrasında bir anlatıcı olarak kendi sesini bulma sürecini düşünmek beni çok etkiledi ve çok da gaza getirdi. Biz müzik yaparken müzik dışı yerlerden çok derin etkileşimler alıyoruz. Bir süredir hep kadınların yazdıklarını ve anlattıklarını okuma eğilimindeyim, canım öyle çekiyor çünkü. Edebiyat ya da edebiyat dışı. Şu an Shirin Ebadi’nin son kitabını okuyorum.

​Ful Shup (Secondhand Underpants)
Zan'ın oldukça dingin bir havası var. Aynı zamanda da bir hayli İstanbul; İstanbul'a has bir hüzün, bir yandan da oyuncu bir taraf, rengarenk parıldayan ışıklar... Bana tükenen bir gecenin sonunda sabahın geniş ve rahat sessizliğinde eve dönmeyi hatırlatan bir albüm. Bu karmaşa, tükenmişlik ve histerinin içinde berraklığı, serinliği nasıl yakalayabiliyorsunuz? Neler size ilham veriyor; nelerden besleniyorsunuz? Ve beslenmek demişken, müziğiniz bir sebze olsaydı ne olurdu?
Zan’ın dinginlik verdiğini söylemen çok sevindirici çünkü bizim de peşinde olduğumuz bir şey. Daha doğrusu tükenmemek adına kendimize çıkışlar bulma çabası Zan’a şeklini vermiş temel şeylerden biri. Çünkü en kötü zamanlarda dahi umudu korumak hiç aptalca bir şey değil. Bunun müzikal ifadesini can havliyle aramış olmamız bulmamıza çok yardımcı oldu galiba. Müziğimiz temelde üzerinde çok durulmasa da çok sesi duyulmasa da var olan farklı durumlardan fazlasıyla besleniyor. Kolektif olayların farklı kişisel izdüşümlerini düşünmeyi seviyoruz ve bunu yaparken kendimizden çıkmaya çalışıyoruz. Hakkında çok da konuşulmayan mücadeleler ve varoluş biçimleri gibi. Biraz da karnabahar gibi! Kokusuyla uzaklaştıran, yendi mi rahatlatan. Ve de iyi gelen!

Koray Kantarcıoğlu (Grup Ses)
kim ki o’ya en başından beri tınısını veren 3 ekipmanı sayar mısınız?
İlk günden bugüne olanlar: Alesis BassFX, Fender Precision Bass ve (Zan’da yalnızca iki şarkıda yer alsa da) BOSS Dr-202.

Image

Haluk Damar (Recordstore Journal)
Benim kim ki o ile ilgili en özgün bulduğum niteliklerden bir tanesi de albümlerin plak kapaklarını yan yana koyduğumda bir kadının hikayesini takip ediyor olmam. Kimi zaman dünyayı parmağında döndüren, kimi zaman kalabalıkta dahi yalnızlığı hissedilen, hep mücadeleci olan bu kadının hikayesi son albüm Zan ile birlikte kendine güvenen, ayakları yere çok sağlam basan bir kadın kişiliğine büründü. Hal böyle iken, Zan albümünün hâkim kadın figürünü siz tarif eder misiniz? 
Berna: Doğrusu daha önce böyle hiç düşünmemiştim. Albümlerimizde bir kadın figürü varsa, o zaman içinde farklı yanlarını gördüğümüz tek bir figür olabilir. Önceden gözlem yapan ve kendi duygularıyla dünya olayları arasında ilişki kuran bu kişi, Grounds’da ayağını yere basıp itiraz ediyordu. Şimdi ise (yani Zan’da) daha kararlı ve kendinden daha emin ve kesinlikle hayatta ne yapıyorsa işi daha sıkı tutarak yapıyor. Biraz da ısrarcı.
Ekin: Albümde birçok farklı kadın var da denebilir aslında. Ve asla bizim olduğumuz kadınlardan ibaret değiller. Zan’da kadınlara dair öğretilmişlere, karar verilmişlere, dayatılmışlara ve varsayımlara karşı bir başkaldırı var. Kırılgan olmayan kadınlar, çocuk sahibi olmak istemeyen kadınlar var örneğin. Yalnızlıktan korkmamak yoğun olarak var. Ayakları yere daha sağlam basıyor hissi büyük ihtimalle yıllar içinde mücadelemizi ve müziğimizi daha rahat ifade edebiliyor olmamızdan kaynaklanıyor. Zan’ın kapağında Eylül Su Sapan olarak gördüğümüz kadın, biriken’in “Sanki Hiç Durmadı” için çektiği klibin ilk planından bir kare ve gördüğüm andan itibaren bana çok iyi geliyor. Eylül’ün ve diğerlerinin klipteki tüm halleri öyle.

Jens Lekman
“Belirsizliğin getirdiği iyimserlik” (Optimism Of Uncertainty) ne demek?
Ekin: Howard Zinn’in bir makalesinden ödünç aldığımız bir ifade bu. Zor zamanlarda umudu yeniden bulma ve etrafı saran karamsarlıktan kurtulmak adına bir öneri aslında. Geleceğin çok belirsiz görünebildiğini ama geçmişte hiç tahmin edilmeyen olaylar olduğunu, dolayısıyla benzer olayların gelecekte de gerçekleşeceğini ve bunun iyimser olmak için yeterli olduğunu söylüyor. Metinden bir bölüm de paylaşmak isteriz:
“Devrimsel değişim çok sarsıntılı tek bir an olarak değil (böyle anlara dikkat edin!), birbirini takip eden sonu gelmez sürprizlerle daha iyi bir topluma doğru zikzaklar çizerek gelir. Değişim sürecinin bir parçası olmak için çok büyük, kahramanca eylemlere katılmamız şart değildir. Milyonlarca insanın yapacağı ufacık hareketler de dünyayı dönüştürebilir. ‘Kazanmasak’ bile başka insanlarla birlikte değerli bir şeyin parçası olmak bize mutluluk ve tatmin duygusu verir. Umuda ihtiyacımız var.”
Bu arada herhangi bir metin olmaksızın da bu kavramın kendi başına kafa açıcı ve güçlü olduğunu düşünüyoruz.
Berna: Zinn bu kavramı aktivizmi kumarla ilişkilendirerek açıklıyor. İnsanın oyunu oynamak için masaya oturmadığı sürece asla kazanamayacağına işaret ediyor. Bir dava için mücadele ederken bu mücadeleyi kazanılamayacağı için kenara koymanın mümkün olamayacağını vurgulamak adına kumar metaforunu özellikle kullanıyor.

Serdar Asker (Radical Noise)
Albüm kayıtlarınızı canlı yaptığınızı, dijital kayıt kolaylıklarından yararlanmadığınızı biliyorum. Bugüne kadar çıkan albümlerinizin de mutlaka plak versiyonları oldu. Analog bir master'dan gerçek analog bir plak basmak için tek eksiğiniz analog kayıt imkanı olan bir studyoya erişim. Bu konuda kafanızda düşünceler var mı? Yakın bir gelecekte analog kaydedilmiş bir kim ki o albümü görür/duyar mıyız?
Ekin: Zan süreci bu anlamda önceki albümlerden biraz farklı. Albümde ritim ve sampling anlamında dijital hareketler de mevcut ve albümü yine kanal kanal evde kaydettik. Daha önce analog kayıt yapma fikri heyecanlandıran bir fikir olsa da bir süredir (bende en azından) böyle özel bir istek yok aslında. Kaydın nasıl olduğundansa bütünün yarattığı duygu daha çok heyecanlandırıyor. Zan için durum buydu en azından. Ama geleceğe dönük de net bir şey söylemek istemem.
Berna: Karşımıza tam olarak böyle bir fırsat çıksa ne düşünürüz bilmiyorum. Üretmeye devam etmenin bu kadar zor olduğu bir müzik piyasasında (yani kültür fonlarının başka üretimlere aktarıldığı, bağımsız kalarak bir destek bulmanın neredeyse olanaksız olduğu bir ortamda) bunu deneme şansımız biraz zor galiba. Ama analog sesin sıcak ve derin niteliği de kalbimizin tam ortasında tabi ki!

Image

Image

Image

Okan Urun & Melis Tezkan (biriken)
Sözleriniz ve müziğinizin yeri hep bizim kalbimizin yakınında oldu, ancak Zan geldi ve bizi tam anlamıyla kalbimizden vurdu...  "Kader iz birakır, unutmaya kalır" uzun zamandır duyduğumuz en sahici ve şiirsel söz. Sadece "kader" üzerinden değil, unutmakla kurduğunuz ilişki de o kadar buralara ait ki... Hem halimizi anlatan hem de kaderimizi kucaklamaya sevk eden bir tarafı var. Bizim sorumuz ise hem bu sözler özelinde hem de genel olarak bu albümde sözlerin ve müziğin yazımı üzerine; albümü oluştururken sizde izi kalan kişisel ve kolektif olaylardan bahseder misiniz? Ne oldu da Zan bu çarpıcı formunda ortaya çıktı?
Zan’daki parçalar 2013 – 2017 yılları arasında içinden geçmekte olduğumuz olaylara ve Türkiye’den dünyaya bakarken var olma yollarına dair bir gözlem ve arayış sürecine tekabül ediyor. Olayları tek tek detaylandırmak kolay değil ama müziğimizin başına geçtiğimizde kolektif olaylar ve kişisel izdüşümlerini çok ayrıştıramıyor oluyoruz. Yaratıcı olabildiğimiz yer biraz da orası zaten. Albümü ve şarkı sözlerini “failure” (çuvallamak) teması üzerinden düşünerek çerçeveledik çünkü umutsuzlukla beslenen kaybetme fikrini olduğu gibi almak yerine kaybederek var olmanın gücü bizim için ilham verici oldu ve elbette tema daha da derinleşen birçok yere gitti. Galiba Zan’ın şarkı sözlerini önceki albümlerden farklı kılan net bir şey daha var. O da bu albümü hazırlarken çoğu zaman gözümüzü kapayıp dürtülerimizi takip etmek yerine şarkıları mümkün olduğunca irdeleyip üzerine konuşarak ilerlememiz. Geri dönüp değiştirdiğimiz, tekrar tekrar denediğimiz, üzerinde uzun süre kafa yorduğumuz sözler oldu ki “Sanki Hiç Durmadı”nın sözleri bunun en belirgin örneği. Belki “çarpıcı” bir hale gelmelerinde bunun da etkisi var.

Burak Tamer (Reverie Falls On All)
Gülmek Yasaktı”nın hikâyesini öğrenebilir miyim?
Hikâyeye politik doğrular ve kişisel doğrular arasındaki sınırların bilendiği bir arkadaş toplanma gecesi ilham verdi. Pratikteki yakınlığın teorik tartışmalarla sınanmasını anlatan, teorilerin sessizleştirdiği varoluşların kutlandığı bir şarkı da denebilir. Gülmek yasaktı/Yasak kalktı sözleri bunu sembolize ediyor.

DJ Fitz
Bir numaralı müzikal ilham kaynağınız nedir?
Bu soruya bizi hayatta müzik yapmak için gaza getiren ve yapabilme gücü veren bir numaralı ilham kaynağımız L7 diyerek cevap vermek istiyoruz.

Image

EDH (Lentonia Records)
Facebook’ta birkaç hafta önce yayınladığınız fotoğrafa bayıldım. İkinizin 1990’ların ikinci yarısında Taksim Meydanı’nda çekilmiş bir fotoğrafıydı. O iki gençkızla şimdi buluşacak olsanız hayat ve müzik adına ne gibi tavsiyeler verirdiniz?
Berna: Benim ilk söyleyeceğim müzik, ikinci söyleyeceğim arkadaşlıkla ilgili olurdu. İyi olmanın yetenekten değil adanmışlık ve inattan geleceğini söylerdim. Ve yolları ayrılan arkadaşların yollarının gerçekten de ileride kesiştiğini söylerdim!
Ekin: Çok heyecan verici bir fikir! Etraflıca konuşmak isteyeceğim gerçekten çok fazla şey olurdu ama şu an biraz kısa kesmek durumundayım. Sanırım en kısaca derdim ki, “Bazen her şey tam da size göründüğü gibidir, sizi parçalamalarına izin vermeyin!” Ve elbette gelecekte kuracakları grup konusunda onları heyecanlandırırdım.

Zafer Aracagök (SIFIR)
Evimizin filozofu Deleuze der ki: "Her sanatçı aslında hep aynı işi yapar, aynı şeyi söyler." Buradan yola çıkarak ve kim ki o’nun müziğinin yıllardır takipçisi olarak, değinmek istediğim konu müziğinizde ısrarla kullandığınız bazı sabit öğeler. Örneğin, bir albümden ötekine, bir parçadan diğerine pek fazla değişmeden tekrar eden davul track’ler, synth patch’ler ve bass line’lar. Kuşkusuz daha ince, dikkatli dinleyişlerde her birinin birbirinden nasıl farklı olduğunu, ısrarın her geri dönüşte işitsel ifadede nasıl farklılıklar yarattığın ayırdındayız. Özellikle, performanslarınızda bu izleyicide belki neşesiz ama umut dolu neşesiz bir neşeye dönüşüyor. Hafiften sallanıp, an be an ne yapacağınıza kilitleniyoruz. Bu kuşkusuz bir duruş ve kim ki o'ya ait bir duruş. Siz bu duruşu nasıl yorumluyorsunuz? Duruşunuzun siyasal olan ile ve özellikle günümüzde artık pejoratif anlam alanlarında var olmaya zorlanan feminizm ile ilgisinden söz eder misiniz?
Berna: Biz bu denli kapsamlı ifade edemezdik belki de. Ama tam olarak müzikteki tekrar ve ısrarla, Zan’daki çuvallama ile baş etme arasında kurduğumuz ilişkiyi tarif ediyorsun. Ve yıllar geçtikçe görüyorum ki, kişisel veya toplumsal seviyedeki hatırı sayılır mücadeleler aslında hep ısrardan, önemsiz gibi gözüken hareketlerden, sonucu belli olmayan ama gene de sarf edilen çabalardan oluşuyor.
Ekin: Bir anlamda hep aynı işi yapıp aynı şeyi söylediğimize kesinlikle katılıyorum. Aslında zaten başından beri bizi motive eden şey müziğimizle var olabildiğimiz bir alan açmak. Sanatsal üretimler üzerinden kurulan ilişkilerin ve bizim durumumuzda müzikal ifadelerin yalnızca daha popüler olmaya yönelik adımlar üzerinden belirlenmek zorunda olmadığını pratik etmek bizim için önemli bir duruş ve önemli bir ısrar. Dolayısıyla ilk yıllarımızda bir fotoğraf çekimi esnasında gelen “Diğerleri nerede? Gruptaki erkekler?” sorusunun çok iyi temsil ettiği birtakım mücadeleler gözümün önünden film şeridi gibi akarken (ve de sürerken) kim ki o olarak çeşitli alanları ısrarımızla kazandığımızı çok iyi biliyorum. Hayatta genel olarak birbirimize ve farklı anlatılara alan açma çabası bana feminizmle ilgili çok şey öğretiyor. Patriyarkayı tüm farklı sistemlerin ve kurumların işleyişi üzerinden de tanımlamak gerekli elbet. Feminizmin her ne anlamlarda var olmaya zorlanılırsa zorlanılsın geçmişin olduğu gibi günümüzün de en önemli fikri alan ve mücadelesi olduğuna inanıyorum. İşte tam bu yüzden de ısrar çok önemli. 

Martijn van Gessel (Enfant Terrible,  Gooiland Elektro, Vrystaete)
Müziğiniz oldukça politik ama dinleyince her zaman bunu net olarak anlamak mümkün olmuyor. Geçmişteki punk gruplarından farklı olarak o kadar göze çarpmayan bir şekilde eleştirel olmayı tercih etmenizin arkasında ne gibi bir strateji yatıyor?
Bu biraz içgüdüsel biraz da bilinçli bir tercihin sonucu. İçgüdüsel kısım daha yaratıcı olabilmemize imkân sağlıyor. Bizim için politik olma hali tanımlı anlamda bir manifesto çerçevesinde değil, kişisel olarak omuzlarımızdaki ağır yükleri teşhis edip onlarla (tercihen birlikte) baş etme motivasyonumuzdan geliyor. Buyuran bir yaklaşımdan ziyade eleştiren bir yaklaşım içindeyiz ve bu eleştirelliği uzun vadede sürdürmek genellikle sanıldığından daha çok çaba gerektiriyor.

Brad Weber (Pick a Piper, Caribou)
Zan’ı yaparken dinlediğiniz ve albümü etkilemiş olan yeni ve eski birkaç albüm sayabilir misiniz?
Eski albümler adına Zan süreci Electronic – Electronic albümünü geri çağırdı ve yıllar sonra tekrar tekrar dinletti. Yenilere gelirsek şarkı yazımından kayıt sürecine bolca dinleyip konuştuğumuz albümler şöyle: Black Spuma - Oasi ve Onda, The Radio Dept. – Running Out Of Love, Bullion –  Loop the Loop, Helena Hauff – Discreet Desires, Xeno & Oaklander – Par Avion, Oppenheimer Analysis’in Minimal Wave’den olan yeniden basımı, Automelodi – Surlendemains Acides.

Başak Günak (Ah! Kosmos)​
Harika bir his bulutu var albümde. Albümü yaparken sizin peşinizi bırakmayan, gününüzün olur olmaz zamanlarına ismiyle, melodisiyle sızan parçalar olmuştur diye tahmin ediyorum. Bu kısımda neler deneyimlediniz paylaşır mısınız?
Zan için parçaları birleştirmeye giriştiğimiz ve parçaları son haline getirdiğimiz süreç birbirimizle çok fazla müzik paylaştığımız bir süreç oldu. Kafa açıcı ritimlere kulak kabartmaktan vokal tavırlarına odaklandığımız ya da analog prodüksiyon fetişizmini masaya yatırdığımız tartışmalara giden sohbetler eşliğinde pek çok incelemede bulunduk diyebiliriz. İlk akla gelenler arasında bu parçalar var:
Seahawks – Mystic Freeways (Original Mix)
The Curse – Gatto Fritto
Kraftwerk – House Phone
Giorgio Tumo, Laetitie Sadier – Through Your Hands Love Can Shine  (Turbotito Remix)
Otto Mix - Sahara Sand
Bir de yaklaşık iki sene önce dinleyici olarak hevesimiz azaldığı ve farkında olmadan hayatta müziği geri plana attığımız bir süreç içindeydik. Cavern of Anti-Matter albümü tam o zaman geldi. Kısmen raslantısal olsa da, bir saygı duruşu olarak o albümü de analım.

Image

 

 

ÖNCEKİ İstanbul punk mitolojisi: Tünay Akdeniz SONRAKİ Aklımdakiler: Tuğçe Şenoğul
Bu yazıyı paylaş