Gelecek zaman, gergin zaman: Alex Gross

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Gelecek zaman, gergin zaman: Alex Gross

Röp: Ekin Sanaç
ÖNCEKİ Bant Mag. SONRAKİ “Görsel olan her şey benim için bir malzeme”: Haydi Roket

Geçtiğimiz ekim ayında yayınladığımız Bant Mag. 10. yıl özel sayısı için röportaj yaptığımız Cem Yılmaz’ın evindeyken bizi Alex Gross’un orijinal bir işi karşılamıştı. Tüketim toplumlarının teknoloji bağımlılığı, duygu yoksunluğu ve hantallığına dair gözlemlediği çıplak gerçekleri, gerçeküstü kurgularla anlatarak olağanüstü bir üslup sergileyen Alex Gross’un Future Tense (Gelecek Zaman) isimli sergisi aynı adlı kitabının lansmanıyla eşzamanlı olarak ekim ayında Jonathan LeVine Gallery’de açıldı. Biz de bu sayfalarda Gross’un geçtiğimiz beş yıl içinde yapmış olduğu bu çalışmalardan bir seçkiyi bir araya getirdik. Gross’un tablolarına yerleşmiş, gözlerindeki bıkkın ve hayattan kopuk ifadeleriyle asabımızı bozan karakterlerle göz göze bir halde sanatçıya sorularımızı yönelttik. Los Angeles’ta yaşama psikolojisi, sanat ve müzikteki politik ifade tercihleri, sembolizm, Her filmi ve Thom Yorke’a dair yanıtlar aldık.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Akıllı telefonlar, tabletler ve buzlu kahvelerine sarılmış karakterlerin oldukça uyuşuk ve çevreden kopuk gözüküyor. Fiziksel olarak orada olsalar da gözleri boş bakıyor, hattâ neredeyse ele geçirilmiş gibiler. Tanıdığımız bir hâl bu. Karakterlerin bu hâlini, ait oldukları seri “Future Tense”in (Gelecek Zaman) ismiyle nasıl bağlıyorsun anlatabilir misin?
Son sergim ve sergideki işlerin yer aldığı kitabım için isim düşünürken uzun bir beyin fırtınası yaptım. İçinde bulunduğumuz duygu yoksunluğu, hantallık ve teknoloji bağımlılığı gibi durumları iletmek isteyen bir isim aradım. Nasıl işlediğini net olarak çözemediğim bir sürecin sonunda “Future Tense” adında karar kıldım. İçinde birtakım kelime oyunları var elbet. Sonuç olarak biraz önce de bahsetmiş olduğum hisleri iletebilecek bir isim olduğunu düşünüyorum.

Image

Tüketim toplumu, reklam dünyası, şirket gücü ve teknolojinin hayata getirdiği koşullarla ilişkilenen temalardaki çalışmaların modern dünyanın vasat hâlini yansıtıyor. Bütün bunların seni umutsuzluğa sürüklediği oluyor mu? Bugünlerde sana umut veren şeyler nedir?
Bana bu konuda yardım eden şeylerden biri, birçok insanın benimle aynı duyguları paylaşıyor olması. Yani şirketler henüz tamamen galip gelmiş değil. Ama biraz kinik yaklaşacak olursam kaybedilen bir savaşı andırıyor elbet. Genç nesiller şirketlerin hayatına zorla girmesinden henüz ben ve benden daha yaşlı nesillerin olduğu kadar rahatsız değil. Onlar bununla beraber büyüdüler, yani başka bir alternatiften haberdar değiller. Yine de toplumun her kesiminin aynı endişeyi taşıdığını düşünüyorum ve hayatlarında bir şeyler yaparak bu endişeyi hafifletmeye çalışıyor gibiler. Bugünlerde insanlarda geçmişte olduğundan çok daha fazla yerel kültür bilinci var ve birçoğu en kötü şirketlere ait ürünleri tüketmiyor. Teknolojiyi iyi amaçlar için kullanmamızı sağlayan gelişmeler de oldu, yani tamamen umutsuz değiliz. Belki bizim nesil gelecek nesilleri bütün bunlardan haberdar ederek onlara olan biteni pasif bir şekilde kabul etmemeyi öğretebilir.

Image

Image

Şirketlerin etkisinden tamamen kaçamıyor olmak sinir bozucu. Peki sen bununla kişisel olarak nasıl başa çıkıyorsun?
Elbette şirketlerin etkisinden kaçmaya çalışmak neredeyse imkânsız, özellikle de benim yaşadığım Los Angeles gibi büyük bir şehirde yaşıyorsanız. Bazı şeylerden, örneğin televizyon reklamlarından özellikle kaçınıyorum. Neredeyse hiçbir zaman canlı televizyon programı izlemiyorum, kaydedilmiş programları izlemeyi tercih ediyorum. Eğer canlı bir program izleyeceksem de reklamlar sırasında televizyonun sesini kısıyorum çünkü reklamların beyin yıkayıcı yönünü çok sinsice buluyorum. Reklamları bir süre izlemeyi bıraktığınız zaman onların zararsız olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz, ancak ne zaman yeniden bir reklam görseniz aslında onların ne kadar tiksindirici olduğunu ve her yönüyle beyninizi yıkamak üzere tasarlandığını, sonuç olarak sizi bir şeye ihtiyacınız olduğuna ve yeterince iyi olmadığınıza ikna ederek mutsuz etmeye çalıştığını anlıyorsunuz. Bu gerçeği görmezden geliyor olmamız oldukça garip çünkü aslında çoğumuz televizyonların önünde büyüdük ve reklamlar çok uzun zamandır hayatımızın bir parçası. Kendimi reklamlardan uzak tutmanın beni yine de daha iyi hissettirdiğini düşünüyorum.

Bunun dışında, Walmart gibi işlerimi vermediğim çeşitli marka ve kurumlar bulunuyor ancak bu çok zorlayıcı bir yaklaşım olabiliyor çünkü çoğu marka çoğumuzun farkında olmadığı daha büyük holdingler tarafından işletiliyor. Örneğin Monsanto ya da Philip Morris gibi holdingleri  boykot ediyor olduğunu düşünüyor olsanız bile bu şirketlerin sahip olduğu daha küçük şirketler ve ürünler bulunuyor, bunları takip etmek oldukça meşakkatli oluyor.

Image

Image

İşlerinde anlam muğlaklığı ile doğrudan mesaj veren içeriği dengede tutabilmek için çok dikkatli çalışıyor gibi görünüyorsun. Kendine özgü esrarengiz ve gerçeküstü dokunuşlarınla yüzümüze vurulan gerçekçiliği çok etkileyici şekillerde farklılaştırıyorsun. Aslında bu sosyal ve politik kaygılar taşıyan sanat işleri için bilinen bir tartışma konusu. Peki sen doğrudan mesaj veren politik işler hakkında ne düşünüyorsun? Sadece sanat işleri değil, örneğin müzik ve şarkılar hakkında da?
Genellikle işlerimde çok fazla politik olmaktan kaçınmaya çalışıyorum ama bu da zorlayıcı olabiliyor. Ama yeni sergimde “Drones” ve “Disrespect” gibi kısmen politik işler de yer alıyor. Politik ve sosyal bir düşünceyi yaratıcı bir anlam belirsizliği içinde aktarabilmeye, bu dengeyi iyi kurabilmeye önem veriyorum çünkü bu sayede iş basit bir propaganda olmaktan öteye geçiyor. Propaganda yapmakta yanlış bir şey yok, sadece benim yapmaya çalıştığım şey tam olarak bu değil, çünkü o da bir çeşit reklamcılık. Müziğin şarkı sözleri ve melodinin birleşiminden doğan ve aynı anda politik ve yaratıcı olabilmesini sağlayan bir doğası var. Çoğu zaman bir parçanın müziği o kadar güzeldir ki sözleri politik bile olsa, hattâ hemfikir olmadığınız bir düşünce üzerine bile olsa o parçadan zevk almanız mümkündür. Sanırım zor olsa bile benim sanatımla yapmaya çalıştığım da tam olarak bu.

Image

İşlerinde bir ölçüde sembolizmden de bahsedilebilir. Sembolizme yaklaşımın nasıl?
Sembolizme sezgisel bir yaklaşımım var. Taslaklarım üzerinde çalışırken farklı öğelerle deneysel çalışıyor ve bir işi tamamladığımı hissedene kadar farklı kombinasyonlar deniyorum. Tabiî ki bazı durumlarda bir sembol daha kolay anlaşılıyor, örneğin kuzularla dolu bir şehir gibi. Fakat bazen bu sembol daha bireysel oluyor, aslında istediğim de bu.  Tabloya bakan kişiye tabloyu hissedebilmesini ve tablodan tematik bir sonuç çıkartabilmesini sağlayacak özgürlüğü bırakabilmek istiyorum. Bu yüzden yoruma açık semboller benim için çok daha ilgi çekici olabiliyor.

Thom Yorke’un senden haberi var mı, bağlantıya geçtiniz mi? Onun müziğinin büyük bir hayranı olduğunu okudum, ayrıca çalışmalarından “Distractions”da Yorke’un yüzünün bir kısmını görmekteyiz. 
Beni tanıyıp tanımadığını Thom’a sormalısınız, çünkü hiç iletişim kurmadık. Evet, müziğinin büyük bir hayranı olduğum için bir tablomda onun da yer almasını istedim. Onu kesinlikle reddedeceği bir marka olan Starbucks bardağıyla resmetmenin komik olacağını düşündüm.

Image

İşlerinde şirket logolarına nasıl yer verebiliyorsun? Sana neredeyse para ödemeliler?
Evet bana para ödenmeli! Şaka bir yana, markalarını tanıtmak için büyük şirketlerin bana para ödemesi hiç ilgimi çekmiyor. Çalışmalarımda markalara ve logolara yer vermemin sebebi onların neredeyse her yerde karşımıza çıkmaları, ben de bu logoları kullanarak devrimizi yansıttığımı düşünüyorum. Apple ya da RVCA gibi kendi kullandığım markalara da bazen yer veriyorum.

Image

Bugünkü sanat piyasasını başladığın dönemki piyasayla nasıl kıyaslarsın?
Bir karşılaştırma yapabilmem gerçekten de zor çünkü yeni bir sanatçı değilim ve şu an geçmiştekinden çok daha farklı işler yapıyorum. Kariyerimin ortasında olduğum için daha büyük işler yapıyorum ve fiyatları da daha yüksek. Ayrıca şimdilerde bundan 15 yıl önce çalışmadığım galerilerle çalışıyorum. Sanat piyasasının 2008’deki ekonomik krizin yaralarını saramadığını duyuyor olsam da o dönemden beri kariyerimde ilerleme kaydedebildim ve geçimimi sağlayabiliyorum, bu da hâlâ aktif ve canlı bir topluluğun var olduğunu gösteriyor olabilir.

Image

Image

Anladığım kadarıyla bir süre önce üniversitede ders vermeyi bırakmışsın. Eğitmen olmanın güncel sanata yaklaşımını ve bakış açını nasıl etkilediğini söyleyebilirsin?
Ders vermeyi gerçekten de çok sevdim ve ileride yeniden ders verebilmeyi çok istiyorum. Eğitmen olmanın zor yanı işim için ihtiyacım olan zamanı ve enerjiyi tüketmesiydi, ama eğitmenliğin çok faydasını gördüğümü düşünüyorum. Belki de en iyi yanlarından bir tanesi öğretmenlerin daha genç nesillerin nelere ilgi duyduğunu öğrenebilmesidir. Bu açıdan düşündüğümde sanırım ders vermeyi özlüyorum. Çalışkan bir öğrencinin belirli bir alana yönelmesinde duyduğu desteği sağlamak da eğitmenliğin bir diğer iyi yanı olabilir ve bazen bunu başarabildiğimi düşünüyorum.

Image

Web sitende ya da sergilerinde görmediğimiz, hiç yayınlanmamış olan çok sayıda işin var mı? Herhangi bir formatta olabilir...
Taslaklarımı paylaşmıyorum ama tablolarımın tamamı sergilerde gösterildi. Kişisel web sitem de yaptığım her çalışmayı göstermemi sağlayacak kadar geniş bir alana sahip değil, bundan dolayı sadece daha yeni çalışmalarımdan oluşan sınırlı bir seçkiyi görebiliyorsunuz. Ayrıca hayatım boyunca yaptığım neredeyse bütün işleri içeren dört kitabım yayınlandı. Bunları dünyanın her yerinde bulabilirsiniz.

Image

Çalışma sürecinin yıllar içinde nasıl değiştiğini düşünüyorsun?
En büyük şansımın çizimler ve taslaklarım için kâğıt ve kalemden bilgisayara geçmek olduğunu düşünüyorum. Photoshop’u sıklıkla kullanıyorum. Hâlâ wacom tabletimi kullanarak bilgisayarda çizim yapıyorum. Kalemle çizim yapıyor olsam bile farklı fikirleri bir araya getirmemi sağlayacak yarı saydam kâğıt kullanmayı tercih ediyorum, Photoshop da işimi kolaylaştırıp hızlandırıyor. Bu süreç aynı zamanda çalışmalarıma referans olabilecek fotoğraflar çekebilmem ile sonuçlandı.

Image

Bu sıralar neler sana ilham veriyor?
Bazen bir şeylerden ilham almak gerçekten de zor olabiliyor. İfadesi hoşuma giden arkadaşlarımın fotoğraflarını çekmeyi seviyorum ve bu çoğu zaman bana ilham veriyor. Örneğin en son sergimde bir arkadaşımı ve Jilian Solotes adında genç bir sanatçıyı üç farklı tabloda resmettiğim işler bulunuyor. Geçen yıl stajyerim olarak çalışmış bu sanatçının yüzünde üzücü bir güzellik olduğunu düşünüyordum ve bu yüzden onun resmini yapmak istedim. Sonuç olarak Jilian bana büyük bir ilham verdi ve “Daydreamer”, “Approaching Storm” ve “Impremanence” gibi işlerimin çoğu için modellik yaptı. Bunun dışında, bazen dergilerde gördüğüm reklamlardan ya da billboardlardan ilham alıyorum. Zaman zaman da izlediğim bir televizyon programı ya da bir film kafa açıcı olabiliyor. Her filminin özellikle bana ilham verdiğini söyleyemesem de film beni çok heyecanlandırmıştı. Spike Jonze gibi bir sanatçıyı benim ilgilendiğim birçok tema hakkında konuşurken görmek gerçekten de heyecan vericiydi. Her filminin başarısı sanırım bana yaptığım işe devam etmem için cesaret veriyor.

www.alexgross.com

Çeviren: Hazal İlbay

Image

ÖNCEKİ Bant Mag. SONRAKİ “Görsel olan her şey benim için bir malzeme”: Haydi Roket
Bu yazıyı paylaş