“Nasıl başladım? Neden başladım?¨: Davulcular anlatıyor (I)

Bu yazıyı paylaş
İçerik

“Nasıl başladım? Neden başladım?¨: Davulcular anlatıyor (I)

Hazırlayan: Cem Kayıran, J. Hakan Dedeoğlu
ÖNCEKİ Dünyanın dört bir yanından 2014’ün kaçırılmayacak 10 belgeseli SONRAKİ “Nasıl başladım? Neden başladım?¨: Davulcular anlatıyor (II)

Whiplash filminin büyüleyici atmosferinin ardından bugüne kadar dinleyip beğendiğimiz, hayranı olduğumuz davulcuların kendi enstrümanlarıyla tanışma hikâyelerine duyduğumuz merak tarafından hepten ele geçirildik. Müziği ayakta tutan, kimi zaman nereye gideceğini belirleyen, çalan kişinin tüm vücuduyla kendini müziğe vermesini gerektiren tutku dolu davul enstrümanını, tüm dünyadan davulculara anlattıralım dedik. Bugüne kadar sayısız grup, albüm ve projeyle karşımıza çıkmış, enstrümanıyla arasında özel bir bağ yakalayabildiğine inandığımız tam 32 davulcu, davulla nasıl tanıştığını, enstrümanıyla birlikte yaşadığı en garip hikâyeleri ve kendilerini bu enstrümana çeken başlıca faktörleri anlattı. Söz davulcularda!

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Bob D’Amico
Sebadoh / The Fiery Furnaces

“Uzun zaman davul çalmazsam kafayı yemeye başlıyorum.”

Davul çalmaya dokuz yaşında okul orkestrasında başladım. Ondan kısa bir süre sonra da babam bana turuncu parıltılı bir davul seti aldı ve mahalledeki diğer çocuklarla çalmaya başladım. O andan itibaren tek yapmak istediğim şey buydu. Aynı zamanda yerel itfaiye teşkilatının bandosunda da çaldım ve Yankee Stadyumu'ndaki ilk konserimi onlarla verdim!

Aslında davulların ve davul çalmanın içgüdüsel ve sezgisel olduğu klişesi bir yere kadar doğru. Bu o kadar içgüdüsel ki benim için “içinde” veya “cepte” olma hissini karakterize etmek zor... Tek söyleyebileceğim şey, kendi bedenimde rahat olduğumu hissettiğim tek zaman. Uzun zaman davul çalmazsam kafayı yemeye başlıyorum. Eşime sorun, o size söyler...

“Benim için en zevkli olan şey değişim”

Benim için diğerlerine kıyaslı çalmaktan daha çok zevk aldığım bir janr yok, ama sanırım genel olarak en zevkli olan şey değişim. Bir de doğaçlama çalmak. Turnede her gece aynı şarkıları çaldığın zaman, onlara farklı şekillerde yeniden yaklaşılabilir ve yaklaşmak lâzım, sadece hafif bir nüans olsa bile. Bir grup ortamındaki en iyi durumlar da gruptakilerin bunları fark edip seninle o bağlamda iletişim kurduklarında oluyor; o zaman müzik keyfinin zirvesine ulaşıyorum.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image

Damon Krukowski
Damon & Naomi / Galaxie 500

“Ne garip bir enstrüman değil mi?” 

Annem de şarkıcı olduğu için caz müzikle büyüdüm. Kendi kendime davula başlamadan önce, annemin arkadaşları bana gitar ve piyano çalmayı öğretirlerdi. Sanırım davula ilgi duymamı sağlayan ilk şey, üzerine çok fazla çalışmam gerekmemesiydi. Birçok Amerikalı davulcunun aksine, bizim okulumuzda işin temel prensiplerini öğrenebileceğim bir bando yoktu. Sadece başına oturup çalmam gerekiyordu, bu da bana çok daha çekici gelmişti. Zaten davul setinin tek kişilik yapısını her zaman sevmişimdir. Ne garip bir enstrüman değil mi? Hiçbir talimata gerek yok. Müzikte her şeyi kendi kendine yapma fikrime çok uygundu.

Kendi kendime bir yandan gitar çalıyor olsam da, 90’lı yılların ortasında Naomi’yle bir ikili olarak sahne almaya başlayana kadar hiç insan içinde gitar çalmamıştım. Bu günlerde daha çok Naomi’nin perküsyon gibi davrandığımı söylediği akustik gitar çalıyorum. Ama kayıtlarımız için ya da geçtiğimiz günlerde Richard Youngs’la beraber çaldığım konserler için davul çalınca çok mutlu oluyorum. Çalmaktan çok keyif aldığım bir enstrüman. Ve hâlâ tam olarak ne yaptığımı bilmiyorum, ana hatlarını hiçbir zaman öğrenmedim.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image

Liam O’Neill
Suuns

“Davul çalma tekniğinin koşmak veya spor gibi, çok fazla hazırlık yapmadan veya düzen kurmadan, fikirlerini bir bakıma gerçek zamanda çalabilecek kadar basit ve temel olması hoşuma gidiyordu.” 

Hep müzikle ilgilenen bir çocuktum ve aşağı yukarı beş yaşımdan itibaren annemle babama bana küçük bir eletronik piyano almaları için yalvarıyordum. Tabiî piyano zekâ, sınıf, yetenek, vs.'nin belirtisi olan “meşru” bir enstrüman olduğundan, ders almam şartıyla kabul ettiler. Ben de bunu neredeyse altı yıl kadar görev duygusuyla aç bir şekilde yaptım. Fakat ergenliğin en erken evrelerine erişir erişmez açıklanamayacak şekilde ve tamamıyla davullarla kafayı bozdum. Enstrümanda bana hitap eden bir şey vardı, sezgisel, fiziksel bir doğası (altı yıl piyano dersinden sonra anca güç bela nota okuyabiliyordum ve bildiğim şarkıların neredeyse tamamını da kulaktan çıkarmıştım). Davul çalma tekniğinin koşmak veya spor gibi, çok fazla hazırlık yapmadan veya düzen kurmadan, fikirlerini bir bakıma gerçek zamanda çalabilecek kadar basit ve temel olması hoşuma gidiyordu. Mesela davulcuları bence daha çok yazar veya bilim insanlarıyla benzerlik taşıyan synth çalarlardan çok, hep şarkıcı veya sporculara benzetmişimdir.

“O benim oğlum!!!”

Yukarıdakilere ek olarak bu hikâye, ilk bateri takımımı alışımla ilgili, ama bu arada benden başka bir adamın davul tutkusu söz konusu. Annemle babamı tekrardan birkaç yıl boyunca rahatsız edip (erkek çocuklar başka ne yapar ki?) teklifimin geri çevrilmesinden sonra, 50'li yaşlarında ama genç kalpli (ve kafalı) aile dostumuz Dan Slater, benim yakınmalarımı duyup annemle babamı ikna etmekle kalmamış, seti arayıp parasını da kendisi vermişti. Bana “Whipeout”u çalıp çalamadığımı sorduğunu ve gizli kapaklı şekilde onu çalabilirsem her şeyi çalabileceğimi söylediğini hatırlıyorum (Artık “Whipeout”u çalabiliyorum). Yıllar sonra, ben bir nebze başarılı bir caz davulcusu olduğum zaman, Dan, anne ve babamla beraber benim yerel bir kafede çaldığım şovlardan birine geldi; küçüklüğümden beri ilk defa çalmamı izleyecekti. İkinci setimizin sonuna doğru (ve ikinci şarap şişesinin sonuna doğru) grup beni herhâlde oldukça taşkın olan bir bateri solosu için yalnız bıraktı ki sona erdiğinde Dan sahneye atlayıp çılgınca ve övünerek seyircilere bağırmaya başladı: “O BENİM OĞLUM!!! O BENİM OĞLUM!!! (Annemle babamı işaret ederek.) ONLAR DEĞİL!!!! BEN!!!! BEEEEEEN!!!!”

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Jeremy Barnes
Neutral Milk Hotel / A Hawk And A Hacksaw / Bablicon

“Annem yemek yaparken mutfakta tencere ve tavalarını çaldığımı hatırlıyorum.”

Geçen asrın sonuna doğru İngiltere'de çok fazla vakit geçiriyordum ve çalışamıyordum, o yüzden bozukluk için sokakta ev yapımı davullar çalıyordum.

Çok küçük yaşta, annem yemek yaparken mutfakta tencere ve tavalarını çaldığımı hatırlıyorum. Davullar bende takıntı hâlini aldı ama aşağı yukarı 13 yaşına kadar bir set alma şansım olmadı. Müzik öğretmeninin okuldaki davul setini dolapta kilitli tuttuğunu hatırlıyorum ve bir gün seti dışarı çıkarıp onu kimin çalabileceğine karar vermişti. Benim davul setini kafaya taktığımı biliyordu, ama çalmama izin vermedi. Öfkeden ağlamıştım!

“Bu aralar oldukça fazla tebbal çalıyorum...”

1960'ların İngiliz davulcularının çoğunu severek büyüdüm: Mitch Mitchell, Keith Moon, Ginger Baker, Bill Ward, John Bonham ve Ringo. Ama değişik janrlarda o kadar çok iyi davulcu var ki. Bana büyük ilham kaynağı olmuş başka birkaç isim Gunter Sommer, Han Bennink, Viv Prince ve Jaki Leibezeit. Sevdiğim daha yeni davulculardan bazıları ise Greg Saunier, Brian Chippendale, Damon Krukowski, Chris Powell. Türk davulunu ve genellikle ondan etkilenmiş olan Balkan stillerini de çok seviyorum. Bu aralar oldukça fazla tebbal çalıyorum...

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Sebastian Thomson
Trans Am / Publicist

“Davul sevgisi benim için her zaman arka planda çalan bir mırıltı gibi.”

Liseye yeni başlamıştım ve Buenos Aires’te yaşıyordum. Benim lider olacağım bir müzik grubu kurmayı düşünüyorduk. Synth’çimiz her şeyi ayarlamıştı, bir davulcuyu ikna etti, bir kiliseden davul seti alıp kurduk. Ama davulcunun çok kötü bir iş ahlakı vardı ve beş provadan birine geliyordu. O yüzden de onun yerine davulun başına oturup çalma alışkanlığı geliştirdim. Bir ay sonra davul çalma konusunda şarkı söylemekten çok daha iyi olduğum ortaya çıkmıştı.

Davul konusunda bir tezahür hikâyem yok. Böyle şeylere pek inanmam. Bana göre tutku, birçok küçük ve farklı şekilde ifade edilen bir şeydir. Davul sevgisi ve davul çalmak benim için her zaman arka planda çalan bir mırıltı gibi.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Greg Saunier
Deerhoof / Greg Saunier &  Brian Chippendale

¨Neden olduğunu bilmiyorum ama elimi kaldırdım ve trampet çalmayı seçtim.¨

Dokuz yaşındayken okulda bir gün sınıfa tuhaf bir adam geldi. Okul grubunu yönettiğini söyledi ve katılmak isteyen olup olmadığını sordu. Neden olduğunu bilmiyorum ama elimi kaldırdım ve trampet çalmayı seçtim. O gün bugündür çalıyorum.

Müzik her zaman benim için bir tutkuydu ama davula özel bir ilgim yoktu. Deerhoof'ta davul genellikle puzzle'ın en son parçası gibi. Şarkıları yazdıktan sonra davulları üzerine serpiştiriyoruz. Bu nedenle şarkılarımız için davul bölümlerim yok gibi. Her gece doğaçlama yapıyorum. Davul genellikle zamanı veren enstrüman olarak kullanılır, ama benim için tamamen duygu yüklü bir şey. Arkadaşlarımla sihirli anlar yaratmaya, espriler yapmaya, kafalarını karıştırmaya, onları daha iyi çalmaya cesaretlendirmeye, cehennemi yaratmak için ateşe kömür atmaya çalışıyorum.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image

Alex Neilson
Trembling Bells / Tight Meat Trio / Directing Hand / Ashtray Navigations / Six Organs of Admittance / Bonnie Prince Billy / Baby Dee / Isobel Campbell

“Oldukça takıntılı birisiyim, bu yüzden kendimi gerçek anlamda davula adadım.”

Davul çalmaya 13 yaşımda okulda aldığım müfredat dışı müzik dersiyle başladım, her şeyden önce bu ders sayesinde fizik dersine girmekten kurtuluyordum. Fen bilgisine hiçbir yeteneğim yoktu ama davulla aramda doğal bir bağ oluştuğunu hissettim. Oldukça takıntılı birisiyim, bu yüzden kendimi gerçek anlamda davula adadım ve kısa bir süre içinde doğaçlama çalmak ilgimi çekmeye başladı, çünkü bu sayede davulcular bir grupta yer alan diğer enstrümanlar kadar önemli bir yere sahip olabiliyordu.

Yüzeylere çubuklarla vurmak para kazanmak için oldukça komik bir yöntem. Son 10 yıldır kullandığım davul setini nasıl aldığımın hikâyesi de çok komik! Glasgow’a üniversitede İngilizce ve Sanat Tarihi okumak için gelmiştim ama ilk yıldan daha ileri gidemedim. Onun yerine öğrenim kredimi bir davul setine yatırdım. Yerel davulcu dükkânı, dükkâna bir kadın gibi giyinilerek gelinirse yüzde 30 indirim yapılacağına dair bir ilan vermişti, ben de bunun üzerine bir elbise giydim, biraz makyaj yaptım ve bir peruk takarak dükkâna gidip seti kaptım. Sanırım müzik dükkânları biraz araba tamirhanelerine benziyor; ikisi de üstün bilgilerini size dayatmak isteyen erkeklerle dolu. İçten içe bu indirimi cinsiyetçi bulmuş olsam bile onu yararıma kullandım ve seti aldıktan sonra topuklu ayakkabılarımın beni götürebileceği kadar hızlı bir şekilde dükkândan uzaklaştım.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image

Chris Corsano
Rangda / Björk / Corsano Flaherty Duo / Chikamorachi

“Asıl olay abim gibi olabilmekti.”

Küçük çocukken tencere ve tava, ondan kısa süre sonra da bir arkadaşımın hemencecik mahvettiği oyuncak bir davul setini çaldım. Birkaç yıllık bir ara oldu, ondan sonra da ağbimin geçici bir süre evde bıraktığı bir seti çalmaya başladım. Asıl olay ağbim gibi olabilmekti.

Bence adanmışlık veya çılgınlık diyebileceğimiz o tutku tüm enstrümanlarda var. Trompetçilerin felç geçirme riski daha yüksek oluyor, saksafoncular senelerce kuvvetli üflemekten fıtık oluyor, bazı piyanistler ellerini ve bileklerini mahvediyor; o yüzden bu pazarın bir tek davulcuların tekelinde olduğunu sanmıyorum. Bence, herhangi bir enstrümana kendini tamamıyla adamak insanı biraz delirtiyor. Ama öte yandan da muhtemelen o enstrüman olmasa daha çok delirirsin.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image

Image

Dan Snaith
Caribou / Manitoba

Aslında davul çalmaya çok kötü bir trompetçi olduğumu fark ettiğimde başladığımı söyleyebilirim.”

Ortalama bir devlet okulu olarak düşünebileceğiniz bir okulda işini çok seven ve çok çalışan bir müzik öğretmenim vardı. 16 yaşındayken müzik dersi almama kararı verdiğimde beni kenara çekip müziği bırakmama izin vermeyeceğini söylemişti. Aslında davul çalmaya çok kötü bir trompetçi olduğumu fark ettiğimde başladığımı söyleyebilirim. Lisenin başında trompet çalmayı denemiştim ama çoğu kişinin ilk enstrüman seçimlerinde başına gelen şey başıma geldi; trompeti bir türlü çalamadım. Bunun üzerine müzik odamızın perküsyon bölümüne gönderildim, bu benim açımdan iyi bir gelişme oldu çünkü aslında olmak istediğim yer orasıydı. Davul çalmanın fizikselliği bana her zaman çok heyecan verici gelmişti ve o zamana dek iyi bir davulcuyu canlı izlememiş olmasam bile dikkat çekici davul kısımları olan birçok parça dinlemiştim. O noktada zaten çok uzun zamandır piyano çalıyordum ancak davul çalmak benim için bir takıntı hâline dönüştü. Yaz aylarında okulda davul setine ihtiyaç duyulmayan zamanlarda seti şehir dışındaki evimize taşıyordum. Evimizin arka tarafındaki arazide bulunan betondan bir kulübede istediğim kadar yüksek sesle çalabiliyordum. Ancak liseden sonraki dönemde uzun bir süre davul çalma imkânım olmadı ve ne kadar çok istediysem de davulda çok ilerleyemedim… Manitoba/Caribou olarak çıktığımız ilk turnede iki davul setinin olmasını istedim, bu şekilde ben de sahnede davul çalabilecektim!

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image

Sam Fogarino
Interpol / Magnetic Morning

“Eğer melodi vücutsa, ritim onun yürüyüşüdür.”

Philedelphia’da 1973 yılının Noel’inde, o dönem epey genç olan ebeveynlerimden hediye olarak bir oyuncaktan nispeten iyi bir davul seti almıştım. O zamanlar beş yaşındaydım. Annem 30, babam da 32’ydi. İkisi de müziğe karşı bir doyumsuzluk içindeydi: rock, soul, erken dönem disko, Motown ve tabii ki Gamble and Huff olarak da bilinen Philly müziği.

Davullar ve ritimlere olan merakım ortaya çıkmadan önce, konseptleri ve yarattığı duygusal etkileriyle bir bütün hâlinde şarkılar benim tüm ilgimi bölünmeden çekiyordu. Noel’de gelen davul setini, müziğin yol açtığı bir vazgeçişle parçaladım ve sonra sevmeye başladım.

Yaşım ilerledikçe piyanoya yöneldim. Sekiz yaşında gitara geçtim. 1980 yılında, ilk davul setimi aldıktan yedi yıl sonra davula olan ilgim geri geldi. Yine, bir tür vazgeçişle birlikte. Ağırlıklı olarak verebileceğim ilk referanslar vuruşların taşıdığı altmışlar ve yetmişlerin başlarındaki davul çalış stilleri. Annemin bodrum katında, benden birkaç yaş büyük üç arkadaşımla bir grup kurduk. Bir davulcu bulmamız gerekiyordu ve bir saniye bile düşünmeden bu rolü aldım. Davul çalmaya başlamaktan ziyade bir grubun davulcusu olmuştum. Olmazsa olmaz bir işlevi karşılayabilmek için. Şarkıyı sürüklemek, yapısını bir arada tutmak ve bir yandan hissiyatı oluşturmak. Eğer melodi vücutsa, ritim onun yürüyüşüdür. Bir şarkının yürüyüş şeklini kontrol etmek istemiştim. Bu hala neden sorusunun cevabı benim için.

Davul çalmak fiziksel bir huy; müzik gramerinde bir nevi noktalama işaretleri gibi. Müziğin koşuşu, yürüyüşü, sürünüşü ya da atlayışı. Kekelemesi ya da bağırması vurgular veya kısıtlamalarla oluyor. İnsanları hareket ettiriyor. Hepsini de tek kelime etmeden yapıyor.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image

BJ Miller
Health

“Davulcular resmen kafadan çatlak! Yani ben de çatlağım!”

Aslında saksafon çalmak istiyordum. 11 yaşında, 5. sınıftaydım ve bu, Riverside, California'daki Castle View İlkokulu'nda, okul orkestrasında çalmaya izin verdikleri ilk yıldı. Benden bir büyük ağbim Josh (kendisi şimdi klasik gitarist), yaklaşık bir ay kadar orkestranın perküsyon bölümüne katılmıştı, ama artık orta okulda tüm ilgisini kaybetmişti. Anneme saksafon istediğimi söyledim ve o bana Josh'ın bagetleriyle davul pedini verdi. Dört yıl boyunca yalnızca bunun üzerinde çaldım. Anca konserlerde bize gerçek trampet verirlerdi.

Geriye dönüp baktığımda öğrendiğim şey, temel davul bilgilerinin zorluğunu lastik çalışma pedinin üzerinde bile benim 11 yaşındayken bulduğum kadar büyüleyici bulabilirsen, o zaman muhtemelen davulcusun. Eğitmenimin ne kadar hızlı çalabildiğini gördüğüm anda bağlanmıştım.

Kurtarışa yine annem yetişti; 14 yaşındaydım. Bir Noel’de annem ağacın tam arkasında saklanan büyük bir kutuya işaret etti. Kutunun en dibinde üzerinde Coopers Music yazan bagetler ve dükkânın telefon numarası vardı. Annem gerisinin yeni odada olduğunu söyledi. Siyah kaplı bir Sunlite, beş parça, hayatımda çaldığım en iyi ve en kötü takım. Nasıl kurulacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bas davuldan çıkan o güm güm sesin kafayı sıkıştırmaktan olduğunu zannediyordum. Davulu o kadar kötü sıkıştırdım ki çemberi bir taraftan kafanın üzerine çıkmıştı ve hala gergin, titrek, bok gibi bir ses veriyordu. Seti Coopers'a geri götürdüm ve adam bana şaşkın şaşkın baktı, ciddi olamazsın dermiş gibi. Gevşetip oraya bir de yastık atmamı söyledi; bende de jeton düştü ve sonunda gerçekten gerçek davul, rock davulu çalma fırsatım oldu!

Geçen gün yeni Ginger Baker belgeselini izlerken uyandım: davulcular resmen kafadan çatlak! Yani ben de çatlağım! Ama çoğu insan benimle tanışınca aslında pek de öyle takılmadığıma katılır. Bunu daha da incelediğimde de fark ettim ki hepimizi birbirine bağlayan bir şey var. Paylaştığımız bir kafa yapısı, biraz sado-mazoşist belki de. Sonunda bunun adını ¨Davulcu Geni¨ koydum.

“Şiddetten ve fedakarlıktan da geliyoruz; o içgüdünün bir kalıntısı her zaman içimizde olacak”

Bu davulcu geninde belirli bir muziplik var. Bir de tarihte davulcuların hücumun en ön saflarında, bellerinde davulla diğerlerini ölüme götüren olduklarını hatırlamak lazım. Yani şiddetten ve fedakarlıktan da geliyoruz; o içgüdünün bir kalıntısı her zaman içimizde olacak. Davul derisinin üzerindeki kan. Bir diğer taraftan da transın insanlarıyız, bir çeşit şaman. Her davulcunun da söyleyeceği gibi, ki bunu yüzlerinde de görebilirsiniz, davul çalmak transandantal bir deneyim. Tüm bu öğeleri bir araya getirdiğinde de yin ve yang etkisi oluşuyor ve davulcu bunun tam ortasında oturuyor, uygunca adlandırılmış davul tahtında.

Sık sık, tam aksine, davulculuğun beni seçtiğini hissetmişimdir. Masa ve sıraların üzerinde yaptığım hareketlerin öğretmenleri ve kardeşlerimi sinir ettiği hikâyelerin sonu yok. En saplantılı tarafımdır bu ve nereye gitsem, bir başkasının barın veya direksiyonunun üzerine hafifçe tıklattığını duysam, o zaman dünyada bir davulcunun daha olduğunu biliyorum.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image

Bruce Cawdron
Godspeed You! Black Emperor / Set Fire To Flames / Esmerine

“Hiçbir zaman punk rock’tan başka bir tür sevemeyeceğimi düşünüyordum ama zevkler zamanla gelişiyor.”

Davul çalmaya 16 yaşında, birkaç arkadaşımla bir punk rock grubu kurmaya karar verdiğimiz zaman başladım. O dönemler başlıca ilham kaynağım American Hardcore ve Keith Moon’dan yola çıkılarak yaratıldığı düşünülen Muppet Show karakteri Animal’dı! O yaşlarda hiçbir zaman punk rock’tan başka bir tür sevemeyeceğimi düşünüyordum ama zevkler zamanla gelişiyor. Bir süre sonra Kelt ve Afrika müziği gibi daha geleneksel müzik türleri üzerinde çalışmaya başladım ve müzik zevkim bu şekilde evrilmeye başladı. Şimdi her şeyi çalıp bundan zevk alabilirim ama bol enerjili, drone’lu ve kendini tekrarlayan melodilere sahip, üzerinde istediğim kadar oynayabileceğim sade akor kalıplarını hâlâ çok seviyorum.

Bir Godspeed konserinde o kadar yorgundum ki bir anlığına uyuyakalmışım! Uyandığımda ise hâlâ çalıyordum!

Elvin Jones’u bir yüksel lisans dersi sırasında izlemiş, daha sonrasında onunla bir röportaj yapmış ve ondan drone ve ostinatolar (birbirini tekrar eden kısa melodiler) hakkında kişisel bir ders almıştım. Drone ve ostinatoları onun John Coltrane’le yaptığı kayıtlarda sıklıkla duyabilirsiniz. Onun kendine has fikirleri ve yöntemleri benim davulu sadece çalmaktansa melodik bir enstrüman olarak kullanabilmemi sağladı. Bunun gibi unutamadığım bir başka anım da bir Godspeed konseriyle ilgili. Konserde o kadar yorgundum ki bir anlığına uyuyakalmışım! Uyandığımda ise hâlâ çalıyordum, işte buna “kas hafızası” denir! Ayrıca, orkestral perküsyon okumak için okula geri dönmek ve neredeyse iki yıl gibi bir süre boyunca sadece trampetle pratik yapmanın ardından bütün bu çalışmanın bütün vücudumu kullandığım davul setinde fazlasıyla faydasını görmüş olmak da benim için enstrümanımla ilgili unutulmaz olaylardan biridir.

Bana ilham olmuş davulcuları da belli bir sıralama olmadan saymam gerekirse:

Elvin Jones, Keith Moon, Tony Allen, Art Blakey, Max Roach, Katherina Bornefeld, Chris Mars, Jim White, Charlie Watts, Evelyn Glennie, Carlton Barrett, Jamie Thompson, Aidan Girt, Billy Higgins, Maureen Tucker, George Hurley, Brock Pytel, Eloi Bertholet, Yoshimi P-We.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image

Ivan Knight
Brazzaville

Tanrı, Hal Blaine, Pilav ve fasulyeler... ya da buna ne başlık koymak isterseniz.

Ben çocukken annem ve babam sürekli Burt Bacharach dinlerlerdi. Bugün bile, hâlâ en çok onun müziği bana dokunur. Aslında bir teknisyen olsa da, her şeyden önce bir şarkı yazarıydı ve ben onu ilk dinlediğim günden itibaren şarkılara ilgi duymaya başladım. Teknisyenleri ve gösterişli müzisyenleri izlemek bazıları için keyifli olsa da, benim için değildi. Ben şarkıları severdim. Her neyse Bacharach’ın ön kayıtlarında yardım eden bir grubu vardı ve bu grubun adı Wrecking Crew’du. 1960’larda Wrecking Crew, Sinatra, Beach Boys, Mamas and the Papas ve Elvis Presley gibi birçok müzisyenin arkasında çalarak stüdyo müziğinin en ünlü gruplarından biri oldular. Davulcuları Hal Blaine. Muhtemelen bu bilinmeyen kahramanı hiç duymadınız ama Wikipedia’da beraber çalıştığı yıldızlara bir bakın. 50’nin üzerinde bir numara hit, 150’nin üzerinde İlk 10’a girmiş hit çalmış ve 35. binden fazla şarkı kaydetmiş bir müzisyen. Bu kahramanımın en komik özelliği de onun görünüşü hakkında hiçbir fikrim olmamasıydı. Ben çocukken internet yoktu, ben de hiçbir zaman kütüphaneye gidip onun neye benzediğine bakmadım. Sadece onu dinlemeyi seviyordum ve hakkında başka bir şey bilmiyordum. Bir melek ya da pislik olabilirdi. Hiçbir fikrim yoktu.

Yıllar sonra bir gün, Professional Drum Shop Hollywood adında eski bir davul dükkânındaydım. Son 50 yılda Los Angeles’ta davul çalmış herkes oraya mutlaka uğramıştır. Ben de sırf duvardaki fotoğraflar için bile oraya gitmeye bayılırdım. Ve tabiî eski davul setleri. Dükkânın sahiplerinin de kedilerle ilgili anlatacak bir sürü ilginç hikâyesi olurdu. Bir gün çalışanlardan biriyle sohbet ederken yaşlı bir adam yüzünde bir gülümsemeyle gelip elimi sıktı ve bana “Merhaba” dedi. Kim olduğunu bilmiyordum ama bir yandan da kim olduğundan emindim. Ona “Sen Hal Blaine’sin değil mi?” diye sordum. O da “Evet, nereden bildin?” dedi. Nasıl açıklayabilirim bilmiyorum, ama bir şekilde o olduğunu anlamıştım. Hayatta bazı bağlantılar vardır...

Olayın üstüne güldükten sonra, ona ve yaptığı işe ne kadar hayran olduğumu ve onun benim kahramanım olduğunu anlattım. Ona üzerinde çalıştığım birkaç parçayı gönderip gönderemeyeceğimi sordum, o da keyifle dinleyeceğini söyledi. Birbirimizin numaralarını aldık. O sırada bir film müziği üzerine çalışıyordum, bitirdiğim an ona yolladım. Bu kadar iyi müzisyenlerle çalışmış biri olduğu için ondan herhangi bir cevap beklemiyordum aslında. Ama bir gün telesekreterimde bir mesaj buldum:

“Merhaba Ivan, ben Blane. Az önce müziğini dinledim ve gerçekten kayda değer bir şeylerle karşılaştım. Sana tüm içtenliğimle bol şans diliyorum. Eminim ki çok başarılı olacaksın!” Cennetteydim. Küçük bir çocuk gibi evin içinde zıpladım. Bana göre iyi bir davulcu müziği destekleyendir. Önemli olan ego değil müziktir. Hal Blaine’in de bana öğrettiği şey buydu. Müziğinde başarıyla yaptığı şey desteklemekti. Aynı zamanda havalı ve ilham vericiydi.

Çevirenler: Leyla Aksu, Zeynep Naz İnansal, Hazal İlbay

ÖNCEKİ Dünyanın dört bir yanından 2014’ün kaçırılmayacak 10 belgeseli SONRAKİ “Nasıl başladım? Neden başladım?¨: Davulcular anlatıyor (II)
Bu yazıyı paylaş