Trip hopun 20 yılı

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Trip hopun 20 yılı

Yazı: Simon Tucker, İllüstrasyon: Ada Tuncer
ÖNCEKİ TSU!: Hayatın ta kendisi! SONRAKİ Hamburger, burritto, sushi üçgeninde Ivan Knight

Bu yıl şimdiden 90’lar müzik ve kültürü bolca hatırlandı, üzerine düşünüldü. Ancak bu yıl 20. yaşına giren tek hareket Britpop değil. Simon Tucker’ın Louder Than War için kaleme aldığı bu yazıda birçok insanın daha progresif ve önemli olduğunu onaylayacağı bir türü anımsıyor: trip hop.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Bir anı hatırladığınızda beyninizin anımsayacağı binlerce şey vardır. Görüntüler, kokular, zihinsel ve duygusal durumlar… Bazen bu anılar çok açık ve net, bazen bulanık ve kafa karıştırıcı olurlar. Bazen bir anı o kadar gerçekçidir ki dokunabileceğinizi hissedersiniz, ancak bazılarında orada değilmişsiniz, sadece gözlemciymişsiniz gibi hissedebilirsiniz.

Bazen anılarınızı hatırlarken çok akıcı ve net anlatabilirsiniz, diğer zamanlarda anımsadığınız duyguları açıklayacak doğru kelimeleri bulmakta zorlanırsınız.

Maalesef bu yazar için belirli bir müzik türüyle ilgili yazı yazmak ikincisine yol açtı. Bir müzik türünün sizin için ne ifade ettiğini nasıl kelimelere dökebilirsiniz ki? Akademik bir duruşla tarihî referanslardan mı yola çıkarsınız, yoksa kendi duygularınız ve görüşlerinizden mi? Şu an eşiniz olan kadın (ki bu müziğe olan tutkusu o kadar güçlü ki, evliliğinizin ikinci yıl dönümünü türün doğduğu kentte geçiriyorsunuz) ile sizi bir araya getiren müzikle ilgili duygularınızı nasıl ifade edersiniz?

Bazı insanlar size Bristol’un soundsystem kültürünün merkezi olduğundan ve dub, punk ve post-punk türlerinin bir araya gelmesinin yeni insanlara açık ama izole bir hareket ortaya çıkardığından bahseder. Köklerinden o kadar gurur duyan bir hareket ki, ana karakterlerinden çoğu hâlâ burada yaşamaya devam eder.

Başkaları Britanya’da âniden yükselen, adı John Robb tarafından konulmuş Britpop hareketine göre trip hopun (basında böyle geçiyordu) daha progresif ve yenilikçi bir görüşü temsil ettiğinden bahsedebilir. 60’lar beyaz kültüründen ziyade siyahî kültürüne ilgi duyan bir hareket... Pepperland değil Birdland kokan bu müzik ülke olarak bakış açımız ve ideallerimizi aramamız gereken yerdi.

Buraya bu türün 80’lerin sonunda patlayan ve o aralar hâlâ popüler olan rave kültürünü özetlediğini ve evrimleştirdiğini bağlayabiliriz. Bu grupların kayıtlarının içinde birbirine karışan bu kadar çok müzik stilinin ambarlarda, adapte mekânlarda veya ormanlarda odadan odaya yürürken hissettiğiniz duyu karışıklığına benzediğini söyleyebilirim. Böyle durumlarda bir saatlik bir tekno setini dinledikten sonra Jungle sesleriyle titreyen bir yere geçebilir, sonra başka bir odada yeri sallayan sub-bass dub raggea dinleyebilirdiniz.

Bu müzikte milenyum öncesi gerginliğinin yükseldiğinin hissedilebileceğini savunacak insanlar varken, diğer yandan “chill-out” ve “downtempo” terimlerini kullanacak ve böylece ânında müziğin arka planda, belki arkadaşlarla bir akşam yemeğinde, konuşulanların pikapta dönenden daha önemli olduğu bir ortamda çalınmak için var olduğunu ima ederek türü küçümseyecek insanlar olacak.

Bu müziğin bazı insanlarca böyle algılanıyor olması, güzelliğinden güç alıp tehditkârlığıyla büyülenen insanların boğazında bir yumru gibidir. Bu katılımınızı talep eden, üzerine yemek sesleri çıkarılmayacak bir müzikti.

Bu müzikle ilgili tutkulu olan insanlar onlar için taşıdığı birçok anlamdan söz eder. Harika sevişmeler fon müziği oluşundan, inişleri yumuşattığından, başka birilerinin de kendileri gibi hissettiğini düşündürdüğünden ve bazen gerçek benliklerini keşfetmelerine yardımcı olduğundan…

Arrows of Love grubundan Lyndsey Lupe’un dediği gibi:

“Kirli, ağır bas… Daha önce dinlediğim hiçbir şeye benzemeyen, ve ustaca yapılmış olduğu hâlde hamlığından gıcırdayan bir enstrümantasyon...

“Şarkı söyleyen sesler bana bir şeyler satmaya veya kıçımdan gökkuşakları üflemeye çalışmıyordu - her şey kati ve sertti, ve sizi ‘anladığını’ hemen hissediveriyordunuz.

“Yirmi yılın ardından, hâlâ zamanın ötesinde ve müzik koleksiyonumun önemli bir parçası. Bir müzisyen olarak bu türün ben ve işim üzerinde önemli bir etkisi oldu… Kendimi benzer bir samimiyet yakalamaya çalışırken buluyorum. Klasik pop yapısını uygulamayı reddedişi bence anarşist bir yaklaşım.

“Yalın enstrümantal bölümler dakikalarca devam edebiliyor, sizi onların zamanına uymaya zorluyor. Yarattığı ortam atmosferik ve insanı başka yerlere taşıyabiliyor; böylece insan kafasında kendi filminin odak noktası olabiliyor.”

Yazarlar aynı zamanda gerçeklere bakmaksızın birşeyleri birbirine bağlayabiliyor. Birçok grubun kulağa benzer geldiği Britpoptan farklı olarak (biliyorum, bu dönemde ortaya çıkan bir ton iyi müzik vardı; Pulp, Oasis’e hiç de benzemiyordu vs., ama dürüst olalım, müzik genelde aynı formülle ilerliyordu. Aynı zamanda… beyazdı. Ben Sherman tişörtü giyen gitaristlerden sinirli mesajlar bekliyorum) birbiriyle coğrafi olarak veya ortak patikalarla bağlanan grupların sesleri farklıydı, hattâ bir grubun müziği albümden albüme değişim gösteriyordu.

Bana inanmıyor musunuz? Önce Massive Attack’in dub ile dolu, Smith & Mighty ve Londra’nın Soul II Soul’unun çizdiği yoldan ilerleyen klasiği Blue Lines’ı, sonrasında da klostrofobik ve acımasız başyapıtı Mezzanine’i dinleyin.

Bundan sonra Portishead’in Dummy’sini, ve hemen ardından kariyerinin tepe noktası olan Third’ü dinleyin (bu dönemden olan grupların üçüncü albümlerinde insanı büyüleyen bir şey var). Birisi aşk şarkılarıyla dolu, caz ve hip hoptan etkileniyor; diğerinde ise daha çok Sun O))), Earth ve Can gibi isimlerin etkileri duyuluyor.

Bazı yazarlar bu harika İngiliz gruplara yoğunlaşacakken, diğerleri ilgilerini daha geniş coğrafyalara yayabilir. Yargılayıcı bir tonla Amerikalı bir DJ/prodüktör olan DJ Shadow’un nasıl tembelce Bristol’un sesi üzerine kurulu bir müzik türü oluşturduğunu etraflıca tartışabilirler.

Endtroducing….. keskinliği ve ruhuyla kilometre taşı bir albüm içinde, kalp, baş ve ayaklar için yaratılmış bir müzik sunuyordu. Buna “downtempo” demek albüme büyük bir haksızlık olurdu. “Organ Donor” ve “Stem/Long Stem” gibi şarkılarla dans edemiyorsanız, dans ayakkabılarınızı kaldırmanızın zamanı çoktan gelmiş demektir…

Amerika dışında, Tokyo da bize yine diyalog ve müzikal kimlikleri bir araya getiren DJ Krush’ı verdi. Bu hareket yalnızca İngiltere’nin bir yerinde olan bir şey değil, gerçek anlamda uluslararasıydı. Fold grubundan Seth Mowshowitz’in, “Trip hoptan önce yalnızca 12 yaşımda Public Enemy’nin It Takes a Nation of Millions albümünü dinlediğimde bu kadar etkilenmiştim” alıntısı bize bu müziğin çığır açıcı özelliğini hatırlatıyor. Bunun sebebi bu müziğin The Hollies yerine, Public Enemy, Ennio Morricone veya Miles Davis gibi isimlerden ilham alması. Tamam, The Hollies’in etkisinden haberdarım ama Acid House’dan ve Primal Scream, The Happy Mondays gibi grupların albümlerinden sonra Elastica, Gene veya Republica cidden yeni bir şey olarak sayılabiliyor mu?

Son olarak, bazıları bu hareketin nüfuzundan ve yarattığı yankıdan bahsedecektir. Sert bir mahalleden çıkma siyahî Tricky’nin Maxinquaye albümü ve görsellerinin, glam’in şatafatlı günlerinden beri görülmemiş bir cinsel özgürlük teşviki yapmış olmasını anlatacaklardır. Bu müziğin yarattığı yankılar arasında (iyi ya da kötü) 1997 albümü OK Computer’da ilham aldığı isimlerden birisinin Shadow olduğunu söyleyen Radiohead’i, Björk’ü, Dido’yu sayacaklardır. Hareketin günümüzdeki etkilerini görmek içinse Four Tet ve Burial’dan başka yere bakmanıza gerek bile yok.

Four Tet’in Rounds’u orijinal sahneden birçok unsur içerirken Burial’ın Untrue albümü beat, diyalog, karanlık/aydınlık, şehir kültürünün karışımından özgün güzellikte bir şeyler ortaya koyuyor. Tanıdık geldi mi?

Sonuçta, biz yazarlar istediğimiz yaklaşımı seçeceğiz ve okuyucuların yazdığımızı aynı fikirde olsalar da olmasalar da beğenmiş olduklarını umacağız. Geçmişe bakma eğilimi bazen tehlikeli olabilir. Sürekli geriye bakarsanız geleceği göremezsiniz, ancak kendinize bir yol çizerken arada sırada arkanıza bakmak çok sağlıklıdır.

Bu albümlerden dinlemedikleriniz varsa keşfetmelisiniz, eğer hepsine aşinaysanız yeni bir şey duyma ihtimalinize karşı yeniden dinleyin. Bunu yaptıktan sonra müziği ruhunuza gömün, kalp atışı gibi yanınızda taşıyın ve kendinizden emin yürüyün… Ve sadece ileri yürümeye devam etmeye bakın.

Simon Tucker’dan konu üzerine kitap önerisi: The Art & Sound of the Bristol Underground, Chris Burton & Gary Thompson (Tangent Books, 2009).

(Çeviren: Ayşen Arıkazan)

ÖNCEKİ TSU!: Hayatın ta kendisi! SONRAKİ Hamburger, burritto, sushi üçgeninde Ivan Knight
Bu yazıyı paylaş