“Bu filmde hiç iyi yok, hiç kötü yok”: Ali Vatansever’le “Saf” üzerine

Bu yazıyı paylaş
İçerik

“Bu filmde hiç iyi yok, hiç kötü yok”: Ali Vatansever’le “Saf” üzerine

Röportaj: Yiğit Atılgan
ÖNCEKİ İki yabancıdan evrensel bir hikâye: “José” SONRAKİ “Sürekli devinen bir ilişki biçimi”: Emre Yeksan’ın “Yuva”sı

Saf’ın yaratım süreci, senaryosu, görsel tercihleri ve karakterleriyle ilgili detaylar için söz Ali Vatansever’de.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Saf, 2012 yılında El Yazısıyla karşımıza çıkan Ali Vatansever’in, başrollerinde Saadet Işıl Aksoy ve Erol Afşin’i izlediğimiz ikinci sinema filmi. Fikirtepe’de bir gecekonduda yaşayan genç evli bir çiftin kentsel dönüşüm, emek ve göçmenlik temaları üzerinden “dönüşen” hayatlarını konu ediyor. Saf, dünya prömiyerini Toronto Uluslararası Film Festivali’nde yapmasının ardından Palm Springs Uluslararası Film Festivali’nden özel mansiyon ödülüyle ayrıldı. 38. İstanbul Film Festivali’ndeki Türkiye prömiyerinin hemen sonrasında, 19 Nisan Cuma vizyona girdi. Saf’ın yaratım süreci, senaryosu, görsel tercihleri ve karakterleriyle ilgili detaylar için söz Ali Vatansever’de.

Filmin alegorik kırılma noktalarından biri Kamil (Erol Afşin) ve Remziye’nin (Işıl Saadet Aksoy) evinin yanındaki bahçedeki sebzelerin kuruması. Sen de bu filme başladığında aklında “topraktan uzaklaşma ve şehirli olma” gibi fikirler varmış. Senaryonun son hali ise kentsel dönüşüm, emek ve göçmenlik temalarının etrafında gezinmekte. Bu süreç nasıl gelişti ve bu meseleler kişisel olarak senin için nerede duruyor?
Evet, çıkış noktam toprak ve insan ilişkisiydi. Habil ve Kabil hikâyesinden hareketle bir şeyler yapmak istiyordum. Cinayet üzerine kurulu, insanın şehir yaşamına geçişine bağlanan bir mit. İlk taslaklar, Kamil’in yakın zamanda geldiği İstanbul’da yeni şartlar altında başkalaşım geçirmesi üzerineydi. Kentsel dönüşüm bizi daha fazla sarmaladıkça fikirlerim yavaş yavaş evrildi sanırım. Fikirtepe’yi ziyaret ettiğimde ise hikâyeyi çeperlerden merkeze taşımaya karar verdim. Yeni taslaklar, kentsel dönüşüme doğrudan bir eleştiri olmaktan çıktı; insan dönüşümünün izini sürer hale geldi. Emek ve göç temaları ise Fikirtepe’yi resmetmeye çalışan bir projede doğal olarak öne çıktı. Bu zor coğrafyanın tek derdi kentsel dönüşüm değil; bu sorunun üzerine binen ek katmanlar insanı içindeki iyi ve kötüyle imtihana sokuyor.       

Bir açıdan bakınca filmi naif bir karakterin üzerindeki baskılar sonrasında bazı değerlerine sahip çıkamaması olarak görmek mümkün. Öte yandan senaryoyu bir dönüşümden ziyade Kamil ve Remziye’nin karakterlerindeki ikiliğin dışavurumu olarak da yorumlayabiliriz. Zira kendimizi iyi niyetli olduklarına ikna ettiğimiz bazı eylemlerimiz sıkça bencilliklerden filizlenmekte. Kötücül eylemlerimiz de her zaman zarar verme güdüsünden kaynaklanmıyor. Katılır mısın?
Çok önemli bu soru. Filmin ardından bazı izleyiciler Kamil’in ne kadar iyi niyetli ve saf olduğunu söylüyorlar. Ben de izleyicilere bu sizin iyicil yaklaşımınızdan dolayı, diyorum. Filmi başa sarıp Kamil’i bambaşka bir niyetle yeniden izlediğinizde ona hesapçı da diyebilirsiniz. Tıpkı Kamil’in gözünden Remziye’yi ve Ammar’ı başka türlü düşünmemiz gibi.

Filmin ilk sahnesinde şantiye önündeki iş bulma sırasında Suriyeli birine yapılan fiziksel bir saldırıya tanık oluyoruz. Irkçılık sizce sadece korkunun dışavurumu mu yoksa temelinde başka etkenler mevcut mu?
Irkçılığın basit bir cevaba indirgenmesini anlamlı bulmuyorum. Öyle olsa panzehrini çoktan bulmuştuk. En az medeniyet tarihi kadar uzun bir hikâye ırkçılık. Farklı coğrafya ve toplumlarda farklı etkenler altında ortaya çıkıyor. Ama hepimizin içinde, derinlerinde var bu tohum. Önce bunu kabul etmek ve sorunu dışarıda düşünmemek gerek bence.

Image

Image

“Sorun Hamza Bulat’ın varlığı ya da dokunulmazlığı değil; o mertebeye gelen herkesin benzer bir reflekse bürünmesi.”

Suriyeli işçilere ya da bir noktada ucuza çalıştığı için Kamil’e yönelen öfkenin esas yönelmesi gereken yer filmde sermayeyi temsil eden Hamza Bulat. Ancak ya karakterler gerçek düşmanlarını tanımıyor ya da tanısalar da mücadele edemiyor. Karakterlerin sınıf bilincine dair neler söylersin?
Bilinç doğru kelime mi emin olamıyorum. Bizim sosyoekonomik meseleleri bilme halimizle ilgili çekincelerim var. Hayat mücadelemizin daha duygusal bir yerden olduğunu düşünüyorum. Bu mücadelede şanslı bir azınlığın konuya rasyonel yaklaşabiliyor olması toplumsal meselelerin adını koymamızı sağlıyor ama onlara merhem olamıyor. Dezavantajlı olmak kontrolü ve tarifi zor duygulara sürüklüyor bizi. Yaşayarak görüyoruz bunu. Dışarıda canavarlarla uğraştığımızı düşünüyoruz, ama o canavarın kendisi oluyoruz. Sorun Hamza Bulat’ın varlığı ya da dokunulmazlığı değil; o mertebeye gelen herkesin benzer bir reflekse bürünmesi.

Senaryo açısından en cesur tercihlerden biri izleyicinin filmin başından beri özdeşleştiği Kamil karakterini bir kenara bırakıp öyküye Remziye ile devam etmek. Bu kararı nasıl aldınız?
Az önce dediğim gibi ilk başta Kamil hikâyenin tek başrolü idi. Bir gece Kamil’i geride bıraksak ne olur diye düşünmeye başladım. Birkaç gün içerisinde yeni taslak hazırdı. Hikâyeyi yıllar içerisinde geliştiriyorsunuz; sonra bir gece mucize olacağını ümit ediyorsunuz. Sanırım o gece o soruyu sormasaydım, hâlâ Enkaz’ı yazıyordum. Daha ismi Saf bile olmamıştı filmin.

Image

“Hayat siyah beyaz değil, bazen cevabımızın olmaması en lezzetlisi.”

Remziye’nin gündelikçilik yaptığı evde Romanyalı bir bebek bakıcısı mevcut. Pasaportu kilit altında ve her an bir iftiraya maruz kalabilir. Ivona’nın durumu öyküde biraz arka planda kalsa da tam da filmin temel meselesine dokunuyor. Bu karakteri nasıl kurguladın?
Ivona, Remziye’nin Ammar’ı. Emek adaletsizliği toplumun her kesiminde her coğrafyada baş gösterebiliyor. Remziye’nin Kamil’den bağımsız kendi hayatı dertleri olsun istiyordum. Hepimizin çevresinde duyduğu bir vakadır pasaportuna el konulan bakıcılar. Düşün düşün anlamlandıramıyordum. Hikâye üzerinden duygusal bir yerden anlamaya çalışmak istedim.

Suriyeli işçi Ammar’ın Remziye ile yaşadığı yüzleşme filmin belki de en vurucu anı. O ana kadar pek de tanımadığımız Ammar’a meramını anlatma şansı mı vermek istedin?
Remziye saf bildiği kocasına mı inanacak yoksa Ammar’a mı? İzleyiciyi bu ikileme hazırlamak istedim. Hayat siyah beyaz değil, bazen cevabımızın olmaması en lezzetlisi.

Eski dokusu itibarı ile muhafazakâr bir mahalledeyiz. Kamera birden çok kere kendisini bir camii avlusunda buluyor, Kamil sebzelerine radyodan ilahi dinletiyor. Tevekkül bu karakterlerin hayatında nereye oturuyor?
Ne güzel bir soru. Bu coğrafya insanının mayasının muhafaza etme refleksi taşıdığı kadar yeni olana da bir açlığı olduğunu düşünüyorum. Geleneklerimize bağlıyız ama bir gecede her şey dönüşebilir. Fikirtepe’de muhafaza edilmeye çalışılan bir şeyler var; Kadıköy’de, Karaköy’de başka bir muhafaza mücadelesi var. Tevekkül ise ayrı bir olgu diye düşünüyorum. Gandhi “din, çaresizlerin hizmetidir” der. Bu çaresizlik halini düşünmeyi karakterleri oluştururken anlamlı buluyorum.

Filmde görsel tercih olarak öne çıkan iki unsur her sahnenin plan-sekans olarak çekilmesi ve filmin geneline sirayet eden donuk renk paleti. Görüntü yönetmeni Tudor Panduru ile nelerin üzerinde durdunuz?
Senaryoda da filmi plan-sekans olarak yazmıştım. Tudor ile temel uzlaşımız buydu. Gerisini Tudor Fikirtepe’ye geldiğinde yaptığımız gezilerde şekillendirdik. Renk paletini bulmak için gece gündüz fotoğraflar çektik. Birkaç temel sahne vardı. Mekânda yaptığımız provalarda Tudor da yanımızda kamerayla denemeler yapıyordu ve geceleri hem senaryo hem de bu planlar üzerine detaylıca tartışıyorduk. Sette ise çekeceğimiz her planı önce oyuncularla detaylıca prova ediyor, ardından Tudor’u tartışmaya katıyorduk. Kamera davranışını netleştirip oyunu ona göre revize ediyorduk. Bütün çekim süreci boyunca aynı iş akışı ve özeni koruduk.

Öykünün geçtiği Fikirtepe’nin dönüşüm süreci neredeyse sekiz sene kadar önce başladı. Plansızlık, rant iştahı ve ekonomik kriz sebebiyle baştaki vaatler ve bugünkü gerçekler birbirinden çok farklı. Altyapı sorunları ve duran inşaatların yanı sıra mahallenin eski yerleşiklerinin dört bir yana savrulup eskisine göre daha kötü koşullarda yaşaması söz konusu. Siz mahallede ne kadar kaldınız ve bu süreçte neler gözlemlediniz?
Beş yıl öncesinden beri süreci takip ediyorum. Öncesinde Tarlabaşı ve Sulukule’de de görüşmeler gerçekleştirmiştim. Oralardan birkaç diyalog da senaryoya nüfuz etti zaten. Fikirtepe’deki hikâyelerin bir filmle hakkını vermek mümkün değil. Büyük dramların olduğu doğru ama süreci sadece bu dramlar üzerinden okumak bence kapsayıcı bir bakış açısı edinmek için yetersiz. Örneğin duyduğumuz bir hikâye de gecekonduda yaşayan yaşlı bir amcanın şu anda bir plaza katının yarısına sahip olduğuydu. Vaatler dediniz ama bence üzerine düşünmemiz gereken kelime umut. İnsanı harekete geçiren vaatler değil içimizdeki umudun önlenemez yükselişi.

Sürekli dönüşen bir mahallede ve iş kazası risklerine son derece açık şantiye ortamında çekim yapmak ne tür lojistik sorunlar doğurdu?
Ben de dönüp bakınca nasıl oldu bunca iş diyorum. Öncelikle yapım ekibi çok titizdi. Kendimizi çekimin heyecanına kaptırıp çalışma alanımızın dışına taştığımız anda yapım ekibi müdahale ediyordu. Şantiye yetkililerine de teşekkür etmemiz gerekiyor. Bize inanıp güvendiler ve inisiyatif aldılar. Her çekim haftası sonunda detaylı ekip toplantısı yapıp durumu değerlendiriyorduk ve her departman kendi çekincelerini dile getiriyordu. Bu şekilde olası problemlerin önüne geçebildik.

“Birbirilerini tamamlayıcı ve uygun kimyalı bir oyuncu grubunu oluşturmak neredeyse çekimin ilk gününe kadar sürdü.”

Saf, öyküsü itibarı ile az sayıdaki oyuncunun özel performanslarına dayalı bir film. Oyuncularınızı nasıl seçtiniz ve nasıl çalıştınız?
Oyuncu seçim süreci zor ve uzun oldu. Başrol çiftimiz Kamil ve Remziye’yi beraber değerlendirdik. Onların yakın arkadaşları Fatih ve Nevin’i beraber değerlendirdik. İkinci aşamada arkadaşlık dengesi üzerinden Kamil - Fatih ve Remziye - Nevin ikilisini beraber değerlendirdik. Birbirilerini tamamlayıcı ve uygun kimyalı bir oyuncu grubunu oluşturmak neredeyse çekimin ilk gününe kadar sürdü. Erol Afşin ve Saadet Işıl Aksoy ile önce basit okumalar ve tartışmalar yaptık. Ardından sadece bir-iki sahne özelinde mekânda provalar. Aynı sayfada olduğumuz anda prova yapmayı bıraktık. Onur Buldu ve Ümmü Putgül’ün ilişki dinamiklerini yemek sahnesi üzerinden tartıştık. Ardından ikili sahnelere yöneldik. Her şeye birlikte karar verdik. Bütün oyuncuların katkısı çok büyük.

Saf, İstanbul Film Festivali öncesinde çeşitli yurt dışı festivallerinde de izleyiciyle buluştu. Filmde odaklanılan meseleler evrensel ancak Türkiye göçün etkilerinin ve emek sömürüsünün en yakıcı olduğu coğrafyalardan biri. Oralarda nasıl tepkiler aldınız?
Ben aldığımız tepkilerin coğrafya gözetmeden bu kadar benzeşeceğini düşünmüyordum. Sanırım yerinden edilme ve kutuplaşma, ayrışma şu anda bütün dünyada yaşanıyor. Belki ölçeği farklı, ya da gündelik hayatlarını bu kadar etkilemiyor insanların ama Saf’ın temel tartışmasının herkeste bir karşılığı var.

Filmin adını neden “Saf” koymayı tercih ettiniz? Sizce filmde saf bir karakter var mı? Saf olmak mümkün mü?
Hem saf olma halini hem de saf seçmeyi tartışmak istedim. Her konuda safımızı belli etmemiz beklenirken nasıl siyahlara beyazlara hapsolmayacağız? Canavarlarla boğuştuğumuzu düşünürken nasıl canavarın kendisine dönüşmeyeceğiz? Joker’in, Batman’e dediği gibi: “Ben senin varoluş sebebinim.” Bizim bu iyilik/kötülük sarmalının dışına çıkmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu filmde hiç iyi yok, hiç kötü yok. Zaafları ve umutlarıyla insanlar var. Ve bence insan olmanın büyüsü uçlarda değil, bu gri alanda gizli.

Image

 

 

 

 

 

ÖNCEKİ İki yabancıdan evrensel bir hikâye: “José” SONRAKİ “Sürekli devinen bir ilişki biçimi”: Emre Yeksan’ın “Yuva”sı
Bu yazıyı paylaş