Veganizm: Ahlakı, Siyaseti ve Mücadelesi

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Veganizm: Ahlakı, Siyaseti ve Mücadelesi

Röp: Seçil Kalenderoğlu – İllüstrasyon: Olga Müstecaplıoğlu
ÖNCEKİ Karşınızda Laboratuvar Hamburgeri, yerseniz... SONRAKİ Autonets ile sokaklarda acil güvenlik. Hemen şimdi!

Müzik yazılarından da takip ettiğimiz gazeteci-yazar Zülal Kalkandelen ve anti-militarizm, vicdanî ret, toplumsal cinsiyet üzerine yazdıklarıyla tanıdığımız araştırmacı-yazar Can Başkent'le, Türkiye'de veganizm üzerine hazırlanmış ilk kitap olan Veganizm: Ahlakı, Siyaseti ve Mücadelesi üzerine konuştuk.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image

 Veganizm ve vegan yaşam üzerine, son zamanlarda artan topluluklar ve yapılan park toplantıları çerçevesinde daha fazla konuşulmaya, düşünülmeye başlandı. Dünyanın başka yerlerinde uzun yıllardır üzerine yazılmış çizilmiş kaynakları ve vegan yaşam için oluşturulan mekânlara ulaşmanın kolaylığını düşünürsek henüz daha yolun başında sayılabiliriz, fakat bir yerden başlamanın değeri de yok sayılamaz. Konu üzerine hazırlanmış bu ilk kitap için Kalkandelen ve Başkent'e bu nedenle aklımıza gelen her şeyi sorduk.


Önce biraz sizle başlayalım; Zülal Kalkandelen ve Can Başkent kimdir? Ve bu kitapta nasıl bir araya geldi?
Can: Çok değil 3-4 sene önce New York'ta tanıştık. O zamanlar ben New York'ta yaşıyordum. Nereden irtibatlaştığımızı bilmiyorum, ama vegan bir gazetecinin New York'ta olduğunu öğrenmiş ve hemen kendisine yazmıştım. Lower East Side'daki tatlı bir canlı/vegan lokantada buluştuk.
Sonrasında da irtibatımız deva m etti. Zülal'in yolu New York'a düştüğünde görüşmeye devam ettik elden geldiğince.
Zülal: Can, bir araştırmacı/yazar, ben de gazeteci/yazarım. Ortak noktamız, yazarlık ve veganlık. Bir araya gelmemiz, Can'ın anlattığı gibi oldu. Veganizm üzerine konuştuğumuzda, konuya çoğunlukla aynı perspektiften yaklaştığımız anlaşılıyordu. Kitabı yazma fikri Can'a aitti. Propaganda Yayınları'nın da kurucusu olduğundan, bir gün böyle bir kitap yazma düşüncesine ne dersin diye soran bir e-posta gönderdi bana. Ben de çeşitli yerlerde dile getirdiğim düşüncelerimi, toplu bir şekilde anlatma olanağı vereceği ve sonuçta yazılı bir kaynak oluşturacağı için hemen kabul ettim.

"Veganizm için bu kadar zengin bir altyapının olduğu bir toplumda, yerel bir vegan kültür yaratmayı tasarlamak hem eğlenceli hem de kolay bence; pratikte iş bu kadar çabuk işlemiyor olsa da…"

Veganizm üzerine yazılmış örneklerin dünyada 1950'li, 60'lı yıllarda belirdiğini düşünürsek Türkçede bir "ilk" olması nasıl bir his yaratıyor üzerinizde?
C: Bunu epeydir tasarlıyordum kendi adıma. Veganizm üzerinde ciddî ciddî düşününce, gerek fikri gerekse pratik anlamda epey derinlere dalmanız mümkün. Her ne kadar Türkiye toplumunda hâlâ çok umursanmasa da, veganizmin ekonomik boyutu son aylarda çok dikkatimi çekiyor. Benim ilk motivasyonlarımdan biri de buydu aslında: veganizmin ekonomik (ve ekolojik) olarak sürdürülebilir olması. Hele hele, Türkiye gibi  varlık içinde yokluk çeken bir ülkede bunun epey önemli olduğunu düşünüyorum. Bu, kuşkusuz meselenin siyasî motivasyonu. Kişisel motivasyonum da, belki herkes gibi, etrafımdaki hemen herkesin önlenebilir sağlık sorunları nedeniyle ciddi sorunlar yaşamasıdır. Bu beni hâlâ çok şaşırtıyor. İnsanların kebap zevki uğruna, her gün ilaç kullanmak zorunda kalmaktan ve hayat kalitelerini ciddî bir şekilde feda etmekten gocunmaması beni dehşete düşürüyor. Bunu da sadece doğululuğa veya İslamiyet'in kaderciliğine bağlayamıyorum. Ciddî bir fenomen bence bu. Kısacası, tüm bu soru işaretleri benim için kitabın arkasındaki motivasyonlardı.
Bu kitabın Türkçe yazılmış ilk veganizim kitabı oluşu acı-tatlı bir his yaratıyor bende. Bir yanda, dediğiniz gibi onyıllar geçmesine rağmen, nispeten gözü sürekli Batı’da olan Türkiye'de vegan/otobur kültürün bir şekilde yerleşmediğini görüyoruz. Hele politik gruplardaki bu eksiklik beni çıldırtıyor. Özgürlükçü eylem yaptığını iddia edip, eylemden sonra kokoreç yiyen bir aktivistin bütüncül bir siyasî algısı olmaması çok acı. Bu kadar gecikmiş bir ilk oluşumuz, böyle bir siyasî tarihten ve gelenekten geliyor oluşumuza bağlı aslında. Bunun farkında olarak, özellikle, afakî olmamaya ve “Batı özentisi” görünmemeye dikkat ettik kitapta. Hele veganizm için bu kadar zengin bir altyapının olduğu bir toplumda, yerel bir vegan kültür yaratmayı tasarlamak hem eğlenceli hem de kolay bence; pratikte iş bu kadar çabuk işlemiyor olsa da…

Kitapta "Veganlık nedir? Neler yapılmalı, neler yapılmamalı, caiz midir, değil midir?" gibi reçetemsi bir anlayış yerine kendi aranızda veganlığı etik üzerinden tartışıyorsunuz. Vegan etik nedir?
Z: Etik gerekçelerle vegan olmayı seçen bir insan, her şeyden önce bu kararı, kendi aklında ve vicdanında yaptığı bir değerlendirmenin sonucunda almış demektir. O değerlendirme de ortaya çıkan şudur: Hayvanlar, insanların istedikleri gibi kullanacakları, katledip zulmedecekleri canlılar değildir. Acıyı insan gibi deneyimleyen, kendi türü içinde sosyal bir varlık olarak yaşayabilen, doğurabilen, yavrusu olan, koşabilen, yüzen, uçan, yürüyen, sürünerek uzaklaşabilen, gören, duyan, hisseden bu canlıların, aynen insanlar gibi yaşam hakkı vardır; hayvanlar köle değildir. Etik veganlar, bu canlılar üzerinde insanın iktidarlık kurmasını reddeder. Bu nedenle de, hayvanların yaşam hakkının işkence ile ellerinden alınmasına karşıdır.
Ancak bu sadece et yememe (yani vejetaryenlik) ya da vegan beslenme ile sınırlı değildir. Vegan beslenip, deri ayakkabı ile gezen bir insanın neden olduğu tutarsızlığı açıklamak olanaklı değil. Sadece sağlık, doğayı koruma ya da dinî nedenlerle vegan beslenmeyi tercih edenler olabiliyor. Ama etik vegan için bunlar yetmiyor. Eğer bir kişinin vegan olma nedeni kendi sağlığıysa, hayvanlar üzerinde test edilen ürünleri kullanmakta sakınca görmeyebiliyor. Oysa etik vegan, hayvanları yememekle kalmıyor, içinde herhangi bir hayvansal malzeme bulunan ya da hayvanlar üzerinde denenen ürünleri de kullanmıyor. Hayatın tümüne yansıyan etik bir felsefenin gereği bu.

"Hayvansal ürünlerin bebeklikten beri insanlara dayatılmasının altında basit iktisadî ve siyasî prensipler yatıyor."

Veganların en çok eleştirildikleri konu et yemedikleri için oluşabilecek vitamin eksiklikleri. Bu eleştirilere nasıl bakıyorsunuz? İnsanların yemeyi sevdikleri ürünleri aklamaya eğilimli oldukları doğru mu?
Z: Vegan beslenirseniz, yeterli vitamin ve protein alamayacağınız şeklinde bir algı söz konusu. Bu yanlış. Bilinçli bir vegan, doğru beslenme ile ihtiyacı olan her türlü vitamini, aminoasitleri, proteini sebzelerden, meyvelerden ve tahıllardan alabilir. Kitapta da bunun üzerinde durduk. B12 konusunda özel bir dikkat gerekiyor. Bir kısım uzman, veganların B12'yi hiçbir şekilde alamayacağını savunurken, bazıları da bakteriler aracılığıyla bu sorunun üstesinden gelinebileceğini söylüyor. B12'nin insanın ağız çevresinde yer alan bakteriler tarafından üretilen enzimlerden ortaya çıktığı da savunuldu. Araştırmalar sonucunda şu ortaya çıkıyor ki, veganların yapması gereken, B12 katkılı besinleri sık tüketmek ve kendileri için üretilen özel vitaminlerden almak.
Çevremde et yese de demir eksikliği olan insanlar var. Sadece et yememek nedeniyle değil, bilinçli beslenmemekten kaynaklanan sorunlar olabilir. Az önce Can da söyledi, et ile kanser, kalp, damar hastalıkları, kolesterol arasındaki bağ, bilim tarafından ortaya konuldu ama buna karşın insanların çoğu o kanıtlanmış verileri görmezden gelip her gün et yemeye devam ederken, vegan beslenmenin vitamin eksikliği yaratacağı şeklindeki yanlış bilgiyi bahane edip veganizmi kötülüyor. Dünyanın en iğrenç, en sağlıksız şeylerinden (yiyecek demiyorum bilerek) birisi sucuk ama ufacık çocuğa bile ısrarla yediriyor anneler, babalar. Vegan olmayabilirler ama en azından doğru bilgilerle konuşalım. Dünyada birçok uzman, bilim insanı vegan yiyeceklerin, bir insanın sağlıklı bir hayat sürmesi için gerekli bütün besini sağladığını kanıtladı. Artık bu konuda gerçekleri çarpıtmanın bir yararı yok. Bir etoburun ortalama kolesterolü 210, vejetaryenin 161, veganınki 133. Neden veganlığın doğurabileceği B12 eksikliği gerekçe gösterilerek "veganizmin iyi olmadığı" savunulurken, etobur beslenmenin zararları göz önüne alınıp ondan vazgeçilmiyor? Sürekli et ağırlıklı beslenen bir insanın yakalanabileceği hastalıklar, vegan beslenen bir insanın yaşayabileceği sorunlardan daha mı az önemli?

PESD diye bahsettiğiniz politika, etik, sağlık, doğa dörtlüsünde "P" yani politikanın bu dörtlü içinde veganlık için yeri nedir?
C: İster istemez, hayata dair her seçim politiktir. Ne yediğinizden, nerede yediğinize dek… Her seçim politik olduğu kadar da ekonomiktir. Bence bu P'de ekonomi ve politika yek vücut oluyor. Hayvansal ürünlerin bebeklikten beri insanlara dayatılmasının altında basit iktisadî ve siyasî prensipler yatıyor. Vegan politikanın bu ilkeleri iyice kavraması ve peşisıra bunlara karşı çıkması gerekiyor. Bu karşı çıkış da politiktir ve politik yollarla gerçekleştirilir.
Bir örnek vereyim. Malûm konu, etin bu kadar ucuz (?!?) olması. Bir kilo et için 15 bin litreyi aşkın su gerekiyor. Bir kilo buğday içinse bu rakam 200 litre düzeyinde. Ayrıca, bir kilo et üretebilmek için 30 kilo kadar tahıl/yem vermek gerekiyor bir büyükbaş hayvana. Bu ciddî bir israftır. Buna rağmen bu israfı hâlâ toplum olarak sürdürüyoruz, zira iktisadî olarak bu makinenin işlemesi için siyasî destek ve irade gerekmekte. Yoksa vergilerimiz neden bu sektöre harcanabilsin? Hayvan yetiştirmekte inat edip, zarar eden çiftçilerin kredi borçları neden toplumun vergileriyle ödenebilsin?
Türkiye'de tarım destek politikaları içler acısı. Devlet, bir manda için çiftçiye 350 lira veriyor. Organik tarım içinse dekar başına 10 ila 50 lira veriyor. Dolayısıyla, 3 hektarda (yani 30 dekarda) organik buğday yetiştirirseniz alacağınız destek, bir manda için alacağınız destekle aynı. Eh, mandaları bir ahıra tıkıp, azıcık bir alanda yetiştirmek dururken….
Buna rağmen dünyanın diğer ucundan gemilerle canlı büyükbaş hayvan ithal eden bir ülke burası. Bu politika değildir de nedir?
Z: Ben burada söze girmek isterim. Ben yine etik ile ilişkilendireceğim bu politika meselesini. Zayıfın, ezilenin, hakkı yenenin yanında olmak bir politik tercihtir. Her politikacı, tam aksi yönde davransa da, utanmadan çıkıp bu tercihi yaptığını söyler. Ancak siyasî yelpaze içinde düşünce akımlarını değerlendirirseniz, bu tercihin gerçek sahibi sosyalizmdir. Sosyalist olduğunu söyleyen insanların hayvan haklarına duyarsız kalması, benim için inanılmaz bir tutarsızlık. Hattâ kitapta bir yerde Can'ın verdiği güzel bir örnek vardı: elinde kebap dürümle Troçkist nutuklar atan solcu! Bunu söylediğimde, bazı solcular dalga geçiyor ama kusura bakmasınlar gerçekten son derece çelişki yaratan bir durum bu. Hak mücadelelerinden yana olduğunu söyleyen bir solcunun veganizm ile dalga geçmesi kadar boş bir tavır düşünemiyorum.

Son zamanlarda bazı ünlü ve popüler diye adlandırabileceğimiz kişilerin vegan olduklarını açıklamasını "veganlık modası" ya da "yemek züppeliği" diye tanımlamak, sizce doğru mu ya da veganlık için yararlı olur mu?
Z: Veganizme karşı son yıllarda bir ilginin olduğu doğru ve bu sevindirici. Ancak Türkiye'deki durumla yurtdışındaki farklı. Bizde vegan olduğunu söyleyen hiçbir ünlü gerçekten vegan değildi. Sadece sevmediği için et yemeyip balık yemeye devam eden birisi vardı, daha vejetaryen değilken kendine "vegan" diyordu. Sonra birisi çıktı, "et yemeyince aptallaştım, düşünemez oldum, ben de vazgeçtim" türünden saçma sapan beyanatlarla ete dönüşünü gerekçelendirdi. Onların hayatları, onların tercihleri… Ben kimseyi "neden vazgeçtin?" diyerek sorgulayacak ya da suçlayacak değilim. Buna ne yetkim ne de hakkım var. Tek dileğim, lütfen çıkıp medyaya vegan beslenme ile ilgili doğru olmayan şeyler söylemesinler. Çünkü çok ünlü insanlar bunlar, milyonlarca hayranları var, onları yanlış bilgilendirmiş oluyorlar.

Biz uzun yıllardır et yemiyoruz. Düşünme konusunda herhangi bir sıkıntımız olmadı, böyle bir şey yaşayan da olmadı, bilim de böyle söylemiyor. Albert Einstein de vejetaryendi. Lütfen bilgi sahibi olup konuşsunlar. Veganlığa moda olduğu için ilgi duyanların önemli bir kısmı, kısa bir süre sonra vazgeçiyor. Onlara hiçbir şey demiyorum, denemek istiyorlarsa denesinler tabiî. İnsanlar her zaman modalardan etkileniyor. Dalga geçmek yakışık almaz. Sonuçta zaten veganizmin basit bir moda olmadığını anlıyorlar.

Tüm neoliberal politikalar içinde Avrupa Birliği'nin aldığı kozmetik deneylerde hayvanları kullanmama kararını nasıl buluyorsunuz?
Z: Bu, kuşkusuz olumlu bir gelişme. Bu alanda bir ilk. Karar alındığında, bazı hayvan hakları savunucuları, "Ama şimdi bütün deneyler Çin'e kaydırılmış olacak. Ne değişecek?" diyerek eleştiride bulundu. Elbette alınan karar, bu alandaki sorunları tümüyle çözmüyor, ancak uzun yıllardır hayvan deneylerinin etik olmadığını savunan insanlar olarak, karara burun bükmek bana doğru gelmiyor. En azından bu uygulamanın 'yasaklanması gereken bir yöntem olduğu' belirlendi. Buna hareketin havasını almak için verilen bir taviz diye bakmak, küçümseme olur. Bence bu hayvan deneylerinin yasaklanması sürecinde atılmış bir adım. Bu karar alındığında, arkası da gelecektir, bu dünyayı etkiler demiştim. Nitekim geçenlerde Hindistan kozmetiklerdeki bu deneyleri yasakladığını açıkladı. Bunun arkasından yapılması gereken işler var tabiî.
Kitapta da belirttiğim gibi, şimdi şu argümanı savunabiliriz: “Neden yasakladınız kozmetik ürünlerinde hayvan deneylerini? Demek ki böylece, bu uygulamanın hayvanların fiziksel ve ruhsal açıdan acı çekmesine, ölmesine neden olan işkence anlamına geldiği kabul edilmiş oluyor. Peki şimdi, birçok bilim insanının bugünkü teknolojik gelişmeler sonucunda yapılmasına gerek görmediği, alternatif yöntemlerin geliştirildiği bir ortamda, diğer hayvan deneyleri konusunda ne tavır alacaksınız?” Bu bakış açısını ısrarla gündemde tutmak gerek. Genel olarak bir şeyin yasaklanmasının nedeni, onun zararlı görülmesi ise, AB'nin kararı en azından bunu tasdiklemiş oluyor. Çok yavaş bir süreç bu ama bence önemsememe lüksümüz yok.

Türkiye'de “vegan mutfağı”na ulaşmak kolay mı? Türk- Osmanlı mutfak geleneğinin veganlık üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?
C: Türkiye'de gerçek anlamda vegan mutfağa ulaşmak bence kolay değil. Pilavın margarinsizini, tereyağsızını; çorbanın et/tavuk suyu içermeyenini; zeytinyağlının et yemeği için kullanılan spatula kullanılmadan hazırlanmışını filan bulmak zor. Dahası, bulabildiğiniz vegan yemeklerin de diyetetik anlamda çok besleyici olduğunu düşünmüyorum. Yani, bir ay süresince, Türkiye'de herhangi bir kentte, sadece lokantalardan beslenerek vegan yaşamaya çalışırsanız, (maddî külfeti bir yana) ciddî vitamin/mineral eksikliği çekebilirsiniz. Bunun nedeni bence geleneksel mutfak (cuisine) değil. Orta hâlli lokantalarda satılan ürünlerin içeriği. Bunu da pazar ekonomisine yormak mümkün, ama ben sorunun daha ciddî olduğunu düşünüyorum.
Maalesef, Türk/Osmanlı mutfağına dair inovatif ve sanatsal yaklaşımlar henüz hâlâ burjuva mutfağı ve kültürü düzeyinde. Lüks otellerin ünlü aşçılarının elbette ilginç sentezleri ve füzyonları var, ancak, bize bu hâlâ ulaşmıyor. İstanbul'da güzel bir (vegan) pırasa çorbası ve bademli pilavı nerede yiyeceğimi bilmiyorum. Bu gerçek aslında beni üzüyor. Hidrojene nebati yağlarla pırıl pırıl parlayan pilav müsveddelerini tıkınmak zorunda bırakılıyor insanlar. Uzun vadede, mesele kamu sağlığı meselesidir aynı zamanda.
Ayrıca Türk/Osmanlı mutfağına dair günümüzde tarif “icat edilmiyor”. Kuru fasulyeyi hâlâ ninelerimizden gördüğümüz gibi pişiriyoruz. Pırasa yemeği hâlâ tek ama sadece tek şekilde pişiriliyor büyük çoğunluk tarafından. Acı diye sattığımız biberler acı bile değil. Kısacası, geleneksel mutfağa dair ciddî bir kültürel reform ihtiyacı var. Bu reform, hem yeni sebzeleri mutfağa eklemlemek, hem sebze yemeklerini lezzetli ve çeşitli şekillerde pişirebilmek için zarurî. Zira, ezbere pişirilen zeytinyağlı kerevizi ben bile yemem!

 

ÖNCEKİ akbank caz ilan SONRAKİ Autonets ile sokaklarda acil güvenlik. Hemen şimdi!
Bu yazıyı paylaş