Olgu Ülkenciler: Zevkli Rezalet

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Olgu Ülkenciler: Zevkli Rezalet

Röp: Ayşegül Oğuz
ÖNCEKİ Autonets ile sokaklarda acil güvenlik. Hemen şimdi! SONRAKİ Bio Müzik: Doğadan çıkan anlık kompozisyonlar

2011'de gerçekleşen Das Fenomen sergisinin ardından bir senelik bir nadasa yatan Olgu Ülkenciler ilhamlı uykusundan 4-26 Ekim'de C.A.M Galeri'de görülebilinecek olan Zevkli Rezalet isimli yeni bir sergi ile uyandı.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Geçen seferki sergin Das Fenomen’in ardından Zevkli Rezalet’i hazırlamaya başladığında çıkış noktan neydi?
Herkes zaman içinde kendi çalışma disiplinini keşfediyor. Aslında bundan iki yıl önce sorsan kendim için “tembel” derdim. Çünkü bir sergiyi bitirdikten sonra kendimi en az 1 yıl hiçbir iş yapmamaya adıyordum. Eskiden bu zamanı “boşa harcanmış bir vakit, tembellik” olarak görüyordum, şimdi bunun çalışma disiplinimin kendisi olduğunu biliyorum. O süreç biriktirme, gözlemleme, bir nevi uyuma, sonra esneyerek uyanma ve nihayetinde tekrar hazır olmak için gerekli. Zevkli Rezalet’in çıkış noktası da Das Fenomen’i tam olarak sindirdiğim zaman oldu. Das Fenomen’in söylemini “demode” bulan birçok eleştiri oldu fakat doğru zamanda doğruları söyleyen bir sergi olduğundan her zaman emindim. Zevkli Rezalet de işte bu nokta da ortaya çıktı. Gelen eleştirilerin bu piyasanın yapay dinamiği olduğunu da söyleyebilirim. Çevreme baktığımda bugünkü sanat piyasasını ve politik tavrı hep rokoko ile kıyasladım; vurdumduymazlık, çürüme, dekadans bir hâl mevcuttu. Şaşaalı yaşamların ve sanat üretimlerinin arka planında popüler olana eğilim, popüler olanın getirdiği şöhret vardı. Sanatçılardaki sınıf atlama telaşı, durumu kabullenme, sistemin yanında olma hâlini tam da Fransız ihtilali öncesi yaşanan döneme benzetiyordum. Zevkli Rezalet bu çürüme halini görmeyi, bununla kendi sistemi içinde dalga geçebilmeyi ve kendini de bu boş dünyaya bırakmadan, kabuk örerek koruyabilmenin pratiklerini keşfetmeye yönelik bir sergi…

Serginin adına karar vermen nasıl oldu? Zevkli Rezalet’le tam olarak kastın nedir?
Çok sevdiğim bir arkadaşımla birlikte atölyede Hilmi Tezgör’ün Şarkıdaki Şiir kitabını okuyorduk. Bilenler bilir, kitap Jim Morrison, Patti Smith, Leonard Cohen ve Bob Dylan’ın gibi büyük ozanların nasıl da sanatın her dalıyla hemhâl olduklarını anlatır... Ozan dehâlarının ilhamı yaşam sanatının kendisine dönüşür âdeta; bir an durup ne kadar rezalet hayatlar yaşadığımızı, bunun farkında olduğumuzu ama nefes alabilmek için kendi küçük mutluluklarımızı yarattığımızı, bir zevk nesnesi hâline dönüştüğünü konuşmaya başladık. O sırada Zevkli Rezalet deyiverdim sanırım.

Image


Image
Image
Image
Image
Image

Güncel sanatın çıkış noktasındaki eleştiri tavrının steril, stabil hale geldiği ve bir tür “büyük anlatı”ya dönüştüğünü mü düşünüyorsun? Tarih sahnesinin içinde dolaşıp barok ve rokoko gibi iki dönemi anıyor ve referans veriyorsun. Senin bu iki dönemi aynı anda anmanın ihtiyacı neydi? Bu iki akımın günümüz Türkiye’siyle olan ilişkisi senin için ne ifade ediyor?
Öncelikle ben güncel sanatla uğraşmıyorum; çağdaş sanatın kendisinin ne demek olduğunu da anlayabilmiş değilim. Bu tür post-modernist anlatımlardan itinayla kaçarım ve önemsemem. Herkesin bu post-modern zırvalara güvendiği, inandığı, kendini içinde var etmeye çalıştığı bir dönemden geçtik. O dönemin kutsallıkları, her şeyi kabullenme hâlleri, yüceleştirdiği değerlerin değersizlikleri artık gözler önünde. Kendi adıma bu tuzağa düşmediğime inanıyorum... Barok ve rokoko birbirini takip eden ve tetikleyen dönemler malûm. Barokta yakalanan hareket, rokokoda kendini yozlaşmaya bırakır. Toplumdan kopmuş, saray ve iktidarın dilini kazanmıştır… Sonunda da büyük bir devrimle yerini romantizme bırakır...

Türkiye barok ifadesine yabancı değil. Gezi direnişinin başladığı ilk günlerde Recep Tayyip Erdoğan’ın “haşmetli” konuşmalarından birinde adı geçti; ne diyordu Tayyip Erdoğan: “Barok mimariyle bütünlük arz edecek şekilde buraya dev bir opera binası yapalım. Türkiye’de opera binamız yok. Bir ilkin adımını atmak istiyoruz.” Gezi ruhundaki mizah devreye girdi ve hemen #direnbarok hashtag’i zuhur etti. AKP’nin “barok” yönelimini nasıl değerlendiriyorsun?
İktidar olduğundan beri AKP’nin herhangi bir ilerici yönelimi olduğuna inanmıyorum, bugüne kadar inanan ve kendilerine “aydın” denilen insanların da artık bir “aydınlanma” yaşadıklarını ümit ediyorum. Rant uğruna yapılan ikinci cumhuriyet yapılarının, meydan çalışmalarının, köprülerinin, alt-üst geçitlerin sayesinde iktidar partisinin estetik ve para anlayışının simgesel örneklerini görüyoruz... Evet, bir opera binamız yok ve AKM bu konuda yetersiz bir yapıydı. Küçüklüğümden beri klasik müzikle ilişkim olmuş, eğitimini almıştım ve haftasonları AKM’de konser izlemesini severdim, bunun eksikliğini katbekat hissediyorum... AKM, haziran direnişinin belki de Gezi Parkı’ndan sonra ikinci en önemli görsel platformu oldu. İlk asılan “Boyun Eğme” pankartının ardından Gezi’de buluşan topluluklar sözel ifadelerinin zenginliğini AKM’nin cephesinde tüm Türkiye’ye ilan etti.

Türkiye’deki sanat üretiminin toplumsal eleştiri yapma, toplumu etkileme, yön verme eğilimlerini nasıl yorumluyorsun? Günümüz toplumuna sanat temas ediyor mu?
Günümüz toplumuna sanatın değebilmesi için gelir düzeyindeki eşitsizliğin ortadan kalkması gerekiyor. İnsanların, gençlerin geleceksizlik içinde bırakıldığı bu dönemde toplumun sanatla olan bağının sorgulanması ya da “halk da hiç sanatla ilgilenmiyor” denmesi saçma… Onun yerine “sanat acaba topluma değiyor mu?” diye bir soru sorulabilir. Sanat iktidar politikaları yönünde davranarak topluma teğet geçti ve iktidarın söylemlerini uzunca bir süre besledi. Demokrasi adına yapılan bu sanatsal hareketlenmeler aslında daha önceden hâlledilmesi gereken bir sorunun üstünü kapamaya yardımcı oldu. Bunu özellikle kimlik meselesi üzerine çalışma yapan sanatçılar destekledi. Ama Gezi’den sonra işler değişti… Artık çok daha direkt ve sert söylemler var.

Gezi direnişi tüm Türkiye’yi bienale çevirdi. Serginin açıldığı günlerde 13. İstanbul Bienali sürüyor olacak. Sanatın topluma değil, Gezi direnişinin sanata format attığı günlerde İstanbul Bienali de “zorunlu” değişimler yaşıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun?
Gezi, haziran direnişi, herkesi bir sarstı. Artık büyük ismi olan kurumlar, kapısında güvenliği olan sanat mekânları, kendisini ancak kokteyllerde görebildiğimiz sanatçıların dünyasında yaşıyoruz. Onlar da silkelendi. Yolun başındayız yılmadan, usanmadan başlayan bu halk hareketi içinde sanatçılar olarak örgütlenerek yeni, ilerici, birtakım güçler tarafından yazılan tarihe hesap sorarak kendi tarihimizi yazarak format atmaya devam edeceğiz.

Image


Bir sohbette dili sürçtüğü için serginin adına “zevkli itiraz” diyen bir arkadaşın olmuş. Zevkli Rezalet’in “itiraz” tarafı da her sergin gibi kuvvetli. Ez cümle itirazın ne?
Her türlü rezalete itiraz edilir! Ulrike Meinhof’un çok sevdiğim bir sözü vardır: “Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim”.

Son soru: Zevkli Rezalet’in bir playlisti olsa...
Çalışırken radyo dinlemeyi çok severim. Ama bu soruya bir salt şarkı, müzik olarak yanıt vermek yerine şöyle bir sıralamayla yanıt vermek isterim: En iyi beste Mozart’ın Requiem’i çünkü sistem içinde her şeyi gördüğün hâlde kendi cenaze müziğini yazabilirsin. Bu sergiyi hayal ederken de, çalıştığım süre boyunca da defalarca Mozart’ın “Requiem”ini dinledim... En iyi video Jamiroquai’ın “King For a Day” çünkü bu şarkının videosuyla sergimin görselliği arasında bir akrabalık olduğunu düşünüyorum. En iyi söz seçimimi de Pennywise’ın “Fuck Authority”sine veriyorum. Şarkının adı sözlerinin kuvvetini de ele veriyor sanırım. 

Image

ÖNCEKİ adidas video ilan SONRAKİ Bio Müzik: Doğadan çıkan anlık kompozisyonlar
Bu yazıyı paylaş