“Onurlu bir yaşam sürdürebilmek”: Türkiye’deki Suriyeli göçmenler üzerine

Bu yazıyı paylaş
İçerik

“Onurlu bir yaşam sürdürebilmek”: Türkiye’deki Suriyeli göçmenler üzerine

Röp: 13Melek, İllüstrasyon: Mert Tugen
ÖNCEKİ Biz insanların son yüzbin senesi SONRAKİ “Sonbaharda çorbanızı karıştırırken mırıldanacaksınız”: Can Güngör

Türkiye’deki kamplar ve sokaklarda güvencesiz ve hak yoksunu hayatlar süren Suriyeli göçmenler üzerine konuşmak için 13Melek, Şenay Özden’in kapısını çaldı.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

2011'in ikinci yarısından beri Suriye'deki siyasî karışıklığın ve şiddetin etkilerinden kaçan göçmenler Türkiye'deki kamplarda ve sokaklarda güvencesiz ve hak yoksunlukları içeren hayatlar sürmekte. Suriyeli göçmenlerin hukukî statülerini, çalışma koşullarını, maruz kaldıkları ayrımcılığı ve bundan sonra yapılması gerekenleri konuşmak için sınır şehirlerinde Suriyeli göçmenlerin yaşam kurma pratikleri üzerine araştırmalar yapan ve İstanbul'daki Hamiş Suriye Kültür Evi'nin kurucularından olan Şenay Özden'in kapısını çaldık.

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Akademik geçmişinizden, doktora tezinizden, Suriye'de geçirdiğiniz dönemden ve Türkiye'de yaptığınız çalışmalardan kısaca bahsedebilir misiniz?
Suriye’ye, kültürel antropoloji alanında yaptığım doktora tezi araştırmam için 2003'te gittim ve 2009'a kadar kaldım. Bu sürenin büyük bir kısmında Şam’ın yaklaşık 10 km dışında bulunan Yarmouk Filistin mülteci kampında yaşadım. Araştırmam, Suriye’deki Filistinli mülteciler ve Yarmouk mülteci kampı üzerineydi. Esad rejiminin iktidarını meşru ve ebedî kılmak için kullandığı söylemlerin merkezinde, Filistin meselesini ve Filistinli mültecileri “sahiplenişi” ve Arap milliyetçiliği bulunuyordu. Anti-emperyalizm, İsrail sömürgeciliğine direniş ve dış düşmanlardan Suriye’ye yönelik daimî tehdit, Baas Partisi’nin darbeyle başa geldiği 1963'ten itibaren yürürlükte olan ve vatandaşları tebaaya dönüştüren olağanüstü hâl kanununu meşru kılmak için rejimin kullandığı söylemlerdi. Araştırmamın başka bir boyutu da direniş mekanizmaları ve örgütlenmeleri üzerindeydi. Araştırmamın bu kısmında, özellikle 1976'da Suriye ordusunun Lübnan’a müdahalesine tepki olarak ortaya çıkan ve ileriki yıllarda Filistin meselesini Baas Partisi’nin bir iktidar aracı olarak kullanmasına karşı çıkan özgürlükçü ve sol hareketler üzerine yoğunlaştım. Suriye’de bulunduğum süre zarfında bir yıl da Şam’da bir üniversitede ders verdim. Bu deneyim, bir yandan Suriye’de genç kuşağın iktidarla ilişkisini, nasıl bir Suriye ve Suriyeli kimliği tahayyül ettiklerini yakından gözlemlememi sağladı; bir yandan da Suriye’de üniversite denen kurumda, Baas Partisi’nin resmî ideolojisinin ürünü mitlerin nasıl yeniden üretildiğini ve rejimin toplumsal mühendislik projelerinin nasıl hayata geçirildiğini birinci elden görmemi sağladı. Son üç yıldır da özellikle sınır şehirlerinde, Gaziantep, Urfa ve Hatay’da, Suriyeli mültecilerin toplumsal ve siyasal yaşam kurma pratikleri üzerine araştırma yapıyorum. Bir yandan Türkiye’de hükümetin ve muhalefetin Suriye’ye ve mültecilere yönelik siyasetinin, bir yandan da Suriye’deki dinamiklerin mülteci kimliğini nasıl şekillendirdiği, diasporada nasıl bir Suriyeli kimliği kurulduğu üzerine yoğunlaşıyorum. Araştırmamda, Suriyelileri “mağdur, yardıma ihtiyacı olan mülteciler” kimliğine sıkıştırmak yerine, siyasî ve kültürel üretimde bulunan toplumsal aktörler olarak ele alıyorum.  

Suriye'den Türkiye'ye göç olgusu 2011'den beri sıcak bir gündem. Suriye'den göç edenlerin kimi cihatçılar gibi siyasî sebeplerle, kimi ise salt güvenlik kaygıları ile Türkiye'ye geldi. Suriyeli göçmenler ağırlıklı olarak hangi sebeplerle burada ve Suriye'nin hangi bölgelerinden geldiler? Etnik, dinî ve sınıfsal olarak homojen bir gruplar mı?
Suriye’den Türkiye’ye ilk göç dalgası 2011 yılının ikinci yarısında, ayaklanmanın başlangıcından aylar sonra başladı. Bu dönemde daha ziyade genç kuşak aktivistler Türkiye’ye geldiler ve özellikle bu dönemde siyasî sebeplerle göç edenler arasında cihatçılar yoktu. Nitekim o dönemde Suriye’de henüz cihatçı olgusu yoktu. Gelenler daha ziyade rejime karşı ayaklanmanın o dönem bel kemiğini oluşturan yerel ve mahalle örgütlenmelerinden gençlerdi. Tutuklanmalar ve işkenceye maruz kalmalar başlayınca, bu gençler Suriye dışına çıkmaya başladılar. İkinci göç dalgasını ise, rejimin havadan kasabaları ve şehirleri bombalamasından kaçan halk oluşturdu. Şam gibi daha güney bölgelerden sınıra ulaşmak neredeyse imkânsız olduğu için, Türkiye’ye gelenler daha ziyade Halep ve kuzey bölgelerindendi. Her yeni göç dalgasıyla birlikte, Suriye’de halkın nasıl gitgide fakirleştiğini ve bir yandan bombalarla bir yandan da açlıkla ve hastalıklarla savaştığını gördük. Başka bir deyişle, Türkiye’ye gelen Suriyelilerin sınıfsal olarak homojen olduğunu söylemek çok zor, ancak her yeni göç dalgasıyla gitgide daha fakir halkın geldiğini söylemek mümkün. Birçok toplu göç vakasında karşılaştığımız gibi, Suriye’de de sermaye ülkeyi ilk terk edenler arasındaydı. Ancak rejimin kontrolü kaybettiği, muhaliflerin eline geçen bazı kasaba ve şehirlere geri dönüşlerin olduğunu da gözlemledim. Bu arada Türkiye’de hükümetin Suriye politikası, bir yandan Suriye’de cihatçıların güçlenmesi için gerekli ortamı sağlarken, bir yandan da sınırların kontrolsüz açık tutulması çift yönlü cihatçı trafiğine sebep oldu. Özellikle Rakka gibi Suriye’nin kuzey bölgelerinin cihatçıların kontrolüne geçmesiyle birlikte, bu sefer de hem rejimden hem de cihatçılardan kaçan Suriyelilerin Türkiye’ye göç dalgası başladı.  Tahmin edeceğiniz gibi Türkiye’ye gelen Suriyelilerin büyük bir çoğunluğunu Sünni Araplar oluşturuyor. Şunu da belirtmekte fayda var ki, birçok Suriyeli bu tür mezhepsel ve etnik sınıflandırmalar üzerinden kendilerine bir kimlik biçilmesine karşılar. Türkiye’de hem hükümetin hem de bazı muhalif çevrelerin Suriyelileri bu tür kategorilere sıkıştırmaya çalışmasına da çok tepkililer. 

“Bana göre en önemli sorun, mülteciliğin yasalarla garanti altına alınması gereken insan haklarından biri olması gerektiğinin hükümet tarafından reddedilmesi.”

Suriyeli göçmenlerden ne kadarı kamplarda, ne kadarı ise dışarıda yaşamakta? Kamplardaki yaşam koşulları ne durumda?
Birleşmiş Milletler'in en son verilerine göre Türkiye’de kayıtlı Suriyeli göçmen sayısı 790 bini bulmuş vaziyette. Bu nüfusun yaklaşık 220 bini Suriyeliler için kurulmuş 22 kampta yaşıyor. Kayıtlı olmayan Suriyelilerle birlikte Türkiye’de 1 milyonun üzerinde Suriyeli olduğunu varsayarsak, kampta yaşayanlar göçmen Suriyeli nüfusun en fazla beşte birini oluşturuyor. Kamplarda yaşamanın hem avantajları hem de dezavantajları var. Kamplarda, göçmenlerin sağlık, eğitim, barınma ve gıda ihtiyaçları devlet tarafından karşılanıyor. Bu yüzden, birçok Suriyeli kamplarda yaşamayı tercih ediyor. Uluslararası standartlara göre de Türkiye’deki kampların koşulları ortalamanın üzerinde. Ancak, kamp demek yaşadığınız topraklarda hareket özgürlüğünüzün kısıtlanması ve toplumdan izole yaşamanız demek. Bu anlamda ben kamp fikrine karşıyım. Türkiye’deki kamplarda da örneğin kampa giriş çıkış serbest değil. Sadece belirli saatlerde kamp dışına çıkabiliyorsunuz. Sizi ziyarete gelen akrabalarınızı ve arkadaşlarınızı yaşam alanınıza sokamıyor, sadece "ziyaretçi bölümü"nde görüşebiliyorsunuz. Kamp girişinde bulunan jandarmanın göçmenlere yaptığı muamele ise bazen insanlık dışı: Aşağılamalar, hakaret etmeler, Suriyelileri disipline etme ve “medenîleştirme” uğraşları oldukça sık rastlanan durumlar. Bir nevi yarı açık cezaevinde hissediyorsunuz kendinizi.  Ayrıca kamplarda yaşayan Suriyeliler izole bir hayata mahkûmlar. Bir yandan Türkiyeliler için görünmezler, bir yandan da kamp dışında yaşayan Suriyelilerin toplumsal, siyasî ve ekonomik ağlarının dışında kalıyorlar. 

Suriyeli göçmenler hükümet tarafından "mülteci" statüsünde değerlendirilmekten ziyade geçici koruma altındaki "misafir"ler olarak konumlandırıldı. Bu tercihin sebeplerini ve arkasındaki kanunî çerçeveyi anlatabilir misiniz? Misafir statüsündeki göçmenler ne tip hak yoksunlukları ile karşı karşıya?
Türkiye, 1951 tarihli Mültecilerin Hukukî Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ni imzalamış, ancak coğrafî sınırlama ilkesini kaldırmayarak Avrupa dışından gelenlere mültecilik statüsü tanımamakta. Avrupa dışından gelen kişilere sadece “geçici sığınma” hakkı tanınıyor. 2011’den itibaren Türkiye’ye gelen Suriyelilere ise önce, uluslararası hukukta hiçbir karşılığı bulunmayan “misafir” statüsü verildi,  Nisan 2012’de yayınlanan genelge ile “geçici koruma” altında oldukları kabul edildi. Ancak bu genelge kamuoyu ile paylaşılmadı; dolayısıyla içeriğine erişmek mümkün olmadı. Bu kararnameye dair sahip olduğumuz en önemli bilgi, Suriyelilerin kendi istekleri dışında sınırdışı edilemeyecekleri. Suriyelilere mülteci statüsünün verilmemesi ve Suriyelilerle ilgili çıkan kararnamelerin kamuoyuyla paylaşılmaması çok ciddi sorunlara ve belirsizliklere sebep olmakta, Suriyelileri mağdur duruma düşürmekte. Hükümetin mültecilere yönelik şeffaf olmayan siyaseti, sağlık hizmetlerine ulaşım, ülkeye giriş çıkışlar, Türkiye içinde hareket özgürlüğü gibi konularda keyfî uygulamalara sebep oluyor. Ancak bana göre en önemli sorun, mülteciliğin yasalarla garanti altına alınması gereken insan haklarından biri olması gerektiğinin hükümet tarafından reddedilmesi. Hükümet, bu siyasetiyle Suriyelilere bir anlamda şöyle diyor: “Biz muktedir devlet olarak size bakıyoruz, merhamet gösteriyoruz.” Bunun sonucu olarak da Suriyeliler sürekli bir korku içinde yaşıyorlar: Ya hükümet fikrini değiştirir de bizi sınırdışı etmeye kalkarsa; ya da hükümet değişir de yeni hükümet bu kadar merhametli olmaz ve bizi istemezse. Dolayısıyla Suriyeliler gerçekten de sürekli bir “misafir” hissiyatı içinde yaşıyorlar.

“Suriyeli sığınmacıların maruz kaldıkları linç girişimleri ve ayrımcılık, gerek hükümetin gerekse muhalefetin ve birçok insan hakları savunucusunun şimdiye kadar görmezden geldiği göçmen karşıtlığıyla artık yüzleşmek zorunda olduğumuzu ortaya çıkardı.”

Suriyeli göçmenler geçimlerini sağlamak için sınır ticareti ve mevsimlik işçilik gibi işler yapıyor. İş cinayeti haberlerinde de sık sık isimlerine rastlamaktayız. Göçmenlerin çalışma koşullarını ve maruz kaldıkları emek sömürüsünü detaylandırabilir misiniz?
Islahiye’de kamp müdürü, fabrika ve tarla sahipleri ve mültecilerle yaptığım görüşmeler sırasında edindiğim bilgiler, Suriyelilerin maruz kaldığı emek sömürüsünün boyutlarını anlamam açısından çok çarpıcıydı: “Bize ucuz işçi gönderdiği için Esad’a teşekkür ediyoruz” diyen fabrika sahibinden tutun, “Suriyelilerin tarlalarda ucuza çalıştırılması herkesin işine geliyor, hem tarla sahipleri kâr ediyor, hem de Suriyeliler boş vakitlerini değerlendiriyor” diyen kamp müdürüne kadar. Türkiye’de Suriyeli göçmenlerin çalışma hakkı olmadığı için kaçak işçi statüsündeler ve hak ihlallerinde başvurabilecekleri hiçbir merci yok. Aylarca çalışıp daha sonra işverenden maaşlarını almayan birçok Suriyeli var. Emeklerini koruyan herhangi bir yasal çerçeve olmadığı için de bu durumlarda haklarını aramaları imkânsız. Sınır ticareti, birçok Suriyeli ailenin temel geçim kaynağıydı. Kilis ve Hatay sokaklarında Suriye’den getirilen sigara, kahve ve çay gibi malları satan çocuklara ve yaşlı kadınlara çok sık rastlayabilirdiniz. Ancak, sınırların eskisi kadar açık olmayışı, bazı bölgelerde sınırın Suriye tarafının kontrolünün cihatçıların eline geçmiş olması ve sınır ticaretinin daha büyük boyutlarda çeteler tarafından yapılıyor olması birçok aileyi bu geçim kaynağından mahrum bıraktı.

Medyada zaman zaman linç ve ayrımcılık haberlerine rastlıyoruz. Suriyeli göçmenlerin yerleştiği hem İstanbul, hem de sınıra yakın şehirlerde hangi sebeplerden, ne tip gerilimler oluştu? Bunlar münferit olaylar mı yoksa kategorik bir göçmen karşıtlığının yansımaları mı?
Suriyeli sığınmacıların maruz kaldıkları linç girişimleri ve ayrımcılık, gerek hükümetin gerekse muhalefetin ve birçok insan hakları savunucusunun şimdiye kadar görmezden geldiği göçmen karşıtlığıyla artık yüzleşmek zorunda olduğumuzu ortaya çıkardı. Bazıları bu durumu her yerde görülebilecek münferit olaylar ya da “olağan bir toplumsal tepki” olarak açıklamaya çalışıyor. Göçmen karşıtlığı elbette Türkiye’ye özel bir durum değil, ancak bunu “olağan bir tepki” olarak açıklamak bu saldırıları doğallaştıran ve meşru kılmaya çalışan ayrımcı, ırkçı bir yaklaşım. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de göçmen karşıtlığı sınırlı kaynaklara “rakip” çıkması üzerinden açıklanıyor. Suriyelilerin daha ucuza çalıştırılmaları sonucu iş imkânlarının göçmenlere kayması, kiraların pahalanması gibi sebepler göçmen karşıtlığını besliyor. Bu noktada farkına varmamız gereken, işvereni, ev sahibini, yani hem göçmeni hem yerli halkı sömüreni eleştirecek, ona karşı çıkacak kanalların olmamasından dolayı, mağdurun mağdurla karşı karşıya geldiği bir sistemde yaşıyor olduğumuz. Gerek sınır bölgesinde gerekse İstanbul’da Suriyeli sığınmacılarla üzerine yaptığım araştırma sırasında görüştüğüm Türkiyelilerin genel görüşü Suriyeli sığınmacıların tamamının şehir dışında, “bizden” uzakta, “toplumsal dokumuzu” bozmayacak şekilde kamplarda tutulması gerektiğiydi. Yani göçmenler hakları yasalar çerçevesinde garanti altına alınması gereken kişiler olarak değil, millî kültürümüzü, Türklere has toplumsal dokumuzu tehdit eden aykırı unsurlar olarak görülüyor. Dolayısıyla bırakın barınma, eğitim, sağlık, çalışma haklarını neredeyse yaşam hakları ya devletin ya da biz vatandaşların bahşettiği bir ayrıcalık olarak görülüyor. Ve böylece yaşadığımız şehirlerde görünür olmaya ve gündelik hayatımızın bir parçası olmaya başladıklarında, yani bizim izin verdiğimiz sınırı aştıkları durumlarda, göçmenlere karşı saldırılar da “olağan” durumlar olarak karşılanıyor. Bunun ötesinde, Suriyeli göçmenler Türkiye’de bir iç politika malzemesi hâline geldiler ve gitgide artan siyasî kutuplaşmanın kurbanları durumuna düştüler. AKP hükümeti, Suriyelileri Sünni İslamcı bir kimliğe sıkıştırmaya, Suriyelilerin çoğulluğunun üzerini örtmeye çalışırken muhalefetin büyük bir kısmı da Suriyelileri Erdoğan’ın güdümündeki cihatçılar olarak tanımlayıp hedef göstermekte.

Göçmenler sağlık ve eğitim gibi hizmetlere ne kadar ulaşabiliyorlar? Ulaştıkları zaman aldıkları hizmetin kalitesi nasıl?
Gerek kamplarda gerek kamp dışında kalan Suriyelilerin sağlık hizmetlerine erişimi var. Aldıkları hizmetin kalitesi, TC vatandaşlarının devlet hastanelerinde aldığı hizmetle aynı. Ancak, Suriyelilerin en büyük sorunlarından birisi çocukların eğitim sorunu. Kamplarda okullar mevcut, ancak kamp dışında yaşayan çocuklar için eğitime ulaşım çok büyük bir sorun. Bazı sınır illerinde ve İstanbul’da, yurtdışında yaşayan Suriyeli iş adamlarının bağışlarıyla açılmış okullar var. Milli güvenlik dersi dışında Suriye müfredatının uygulandığı bu okullarda, Suriyeli çocukların bir kısmı ara verdikleri eğitime devam edebiliyorlar. Ancak bu okulların sayısı ve kapasitesi çok yetersiz. Eğitim imkânlarının yetersiz oluşu, birçok Suriyelinin canını tehlikeye atarak Avrupa’ya kaçak yollarla gitmeye çalışmasının en önemli nedenleri arasında.

“Her savaşta olduğu gibi Suriye’de de kadınlara yönelik cinsel şiddet bir silah olarak kullanılıyor.”

Hükümetten ya da STK'lar gibi başka kaynaklardan destek alabiliyorlar mı? Eğer alıyorlarsa bu destekler yeterli mi ve eşit dağıtılabiliyor mu?
Hükümet, kamplarda kalan Suriyeli sığınmacıların barınma ve gıda ihtiyaçlarını karşılarken, kamp dışında yaşamlarını sürdüren Suriyelilere yönelik insanî yardım dağıtımını yerli ve uluslararası STK’lar üstlenmiş durumda. Her ne kadar açıkça kabul etmeseler de bazı yerel STK’ların etnik ve dinî kimlik üzerinden insani yardım dağıttıkları sahaya hâkim herkes tarafından kolaylıkla gözlemlenebilir. Bunun ötesinde bazı ilçelerde, örneğin Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde, Suriyelilerin kayıt altına alınma işlemi STK’lar üzerinden yapılmaktaydı. Hükümet tarafından yürütülecek kayıt altına alma işlemi, sığınmacılara yönelik devlet politikalarını belirleme ve sığınmacıların haklarını güvence altına almaya yönelik çok önemli bir işlem olmasına rağmen, bunu siyasî olarak kendisine yakın duran STK’lara devretmesi hükümetin bu meseleyi gözlerden uzak tutmaya çalıştığını ve şeffaf olmayan yöntemlerle “halletmeye” çalıştığını gösteriyor. Bunun ötesinde, artık gerek hükümetin gerek STK’ların, yardım dağıtmanın ötesine geçip, Suriyelilerin üreterek ve sömürülmeden kendi yaşamlarını idame ettirmelerini sağlamak için gerekli altyapıyı ve yasal çerçeveyi hazırlamaya başlamaları gerekiyor.

Kadın sığınmacıların karşı karşıya olduğu ek ayrımcılıklar var mı?
Her savaşta olduğu gibi Suriye’de de kadınlara yönelik cinsel şiddet bir silah olarak kullanılıyor. Bu şiddete maruz kalmış kadınların Türkiye’de rehabilitasyonuna yönelik hükümetin, feministlerin ve hak temelli çalışan kurumların adımlar atması gerekmekte. Diğer yandan, Suriyeli kadınların Türkiyeli erkeklere ikinci eş olarak “satılması” ve seks işçiliği çok yaygınlaştı. Bu durum iki mağduru, Türkiyeli ve Suriyeli kadınları karşı karşıya getirmekte; milliyetçi ataerkil yapının ürettiği söylemler üzerinden Suriyeliler yine “toplumsal dokumuzu bozanlar” olarak ayrımcılığa uğramakta.

Suriyeli göçmenlerin Türkiye'deki ekonomik ve sosyal hayata entegre olmaları ve toplumdaki iletişim kanallarının açılabilmesi için ne tip adımlar atılmalı?
Ben entegrasyon kelimesinden ziyade onurlu bir yaşam ibaresini kullanmayı daha uygun buluyorum. Suriyeli göçmenlerin Türkiye’de onurlu bir şekilde yaşamlarını sürdürebilmeleri için farklı aktörlerin atması gereken farklı adımlar var. İlk olarak, hükümetin daha önce bahsettiğim coğrafî sınırlandırmayı kaldırarak, mülteciliği bahşedilen bir sadaka olarak değil, bir hak olarak gören, uluslararası kanunlarla uyum içinde bir yasal düzenleme yapması gerekiyor. Bunun yanısıra, bazı muhalif çevrelerin, tüm Suriyelileri “Erdoğan’ın piyonu” ya da cihatçılar olarak görmeyi bırakmaları, Türkiye’de Suriyelilere yönelik gitgide artan nefret söylemine karşı tavır almaları gerekiyor. Ayrıca Suriyeliler ve Türkiyeliler arasında hükümetlerden bağımsız, tabandan gelen dayanışma ve iletişim ağlarının, kanallarının artması da gerekiyor. Örneğin, Suriyeli ve Türkiyeli arkadaşlar olarak, önyargıların ve yüzeysel kanıların ötesine geçerek Suriye toplumu ve kültürünü daha derinlikli bir yaklaşımla ele almayı amaçlayan, Hamiş Suriye Kültür Evi’ni İstanbul’da yaklaşık dört ay önce kurduk. Suriyelileri tanımlarken en yaygın olarak kullanılan dilenci ve silah kelimelerinin ötesine geçerek, Suriyelilerin kültürel, sanatsal ve fikirsel düzlemlerde üretim yapan bir toplum olduğunu görebilecek, gösterebilecek bu tür kurumlara ve kanallara hem Türkiyeliler hem de Suriyeliler olarak çok ihtiyacımız var. 

ÖNCEKİ VW ilan SONRAKİ “Sonbaharda çorbanızı karıştırırken mırıldanacaksınız”: Can Güngör
Bu yazıyı paylaş