Duygusal tahribata hazır: Dorian Wood

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Duygusal tahribata hazır: Dorian Wood

Röp: Sinan G. – İllüstrasyon: Mehmet İnanır
ÖNCEKİ Einstürzende Neubauten: “Geçmişi unutan onu tekrar eder” SONRAKİ 2014 bitmeden Türkiye’den yeni filmler

Los Angeles'lı çok yönlü sanatçı Dorian Wood ile, ilk albümünün ilk şarkısından son albümünün son şarkısına, kuir sanatına, fillere, kabuslara ve ırkçı antika figürlere uzanan bir “yaz sonu” muhabbeti yaptık. Onu henüz tanımıyor olabilirsiniz, ama bu satırlar arasında kayarken derhâl şarkılarını açıp duymak isteyecek ve yaratım süreçlerinin kesikleri arasında bir süre takılmak isteyeceksiniz.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Seninle ilgili bir röportaj okuyordum ve “La Cara Infinita” şarkısı için, “Bu şarkıya dans edebilirsiniz” gibi bir şey diyorsun. Ben de “Tabiî ki öyle, ben dans ediyorum zaten o şarkıya” diye düşündüm.
Kesinlikle. İnsanların dans edebilecekleri bir şarkı yazmak istedim çünkü ben dans etmeyi çok severim ve bence müziğinizi seven herhangi birinden gelebilecek harika bir tepki bu. Hep daha dans edilebilir müzik yapan başka gruplarla çalardım. Konserlerde ne zaman dans edilebilir bir şarkı olsa insanlar müziğe başka türlü bağlanırdı. Ben de hep bunu nasıl yapabileceğimi merak edip durdum. Sahnede olmayı çok seviyordum ama insanları nasıl dans ettirebilirdim. Aklımda bu soruyla “La Cara Infinita”yi yazdım. Aslında bir düğün şarkısı olarak başladı. Arkadaşlarım düğünlerinde bir şarkı söylememi istedi ve ben çok yavaş ama yine de ayni aynı akor içeriğine sahip olan ve Eddika Organista ile düet yağacağım bir şarkı yazmaya başladım. Ama olmadı. O gün geldi, çekindim ve istemedim. Çok oturmuş gibi gelmedi ve biraz daha gelişmesini istedim. Bir sene sonra falan albüme uygun hâle getirdim.

Şarkının böyle bir yerden çıkmış olması hoşuma gitti. İlham her yerden gelebilir yani.
Evet.

Bir beyan olmasını da seviyorum. Pasolini’nin “Salo”sundan esinlendiğini de söylemiştin.
Videosunda söylemiştim, evet.

Image

Acayip akla yapışan, sevilesi bir şarkı. Ama insanları sanki bu kadar hırpalayıcı bir filme dans ettirmekte biraz netamelik de var.
Evet, elbette! Bu bana hep hitap eden bir şeydir. Müziğin genel tarihinde dans ettiğin şarkıların çoğunun ritmine veya melodisine dans edersin, anlamına değil. Eğer anlamını biliyorsan da onun kutlamasını yapıyorsun demektir. İstediğim şey, kaba olmadan, vaaz verir gibi tınlamadan benim için önemli bir mesajı aktarmaktı. Feminizmin ve insan haklarını koruma hareketinin önemi. Bunu da psikedelik imgelerle yapmak istedim. Şarkıda, kendilerini esaretten kurtarmış birçok çıplak kadın gökyüzünde kocaman bir surat oluşturuyor ve dünyanın sonunu getiriyor. Bu imge aklıma gelince onu özgürlüğü kutlayan ve dans edilebilir bir şarkıyla birleştirmek istedim. Aslında bir anlamda çok da hafif bir şarkı. Eğer İspanyolca biliyorsanız şiddetli görüntüler olduğunu anlayabilirsiniz. Ve buna insanların dans etmesi beni heyecanlandırıyor. Ben uzun şarkılara dans etmeyi severim ama bu en kısa şarkılarımdan biri oldu. Ana akım hiçbir radyo bu şarkıyı çalmazdı ama olsun.

İlk albümün Bolka’ya gelmek istiyorum. “Apple Heart” şarkısında bir bildiri yapıyorsun ve şöyle diyorsun: “Bayanlar baylar, karşınızda Dorian Wood!” Hip hopta burada olduğu gibi bir kibir/kendine güvenmeyle karşılaştığımız olabiliyor ama bu pop müzikte çok gördüğüm veya duyduğum bir şey değil. Neden senin ilk albümünde böyle bir beyan var ve tam olarak neyi beyan ediyorsun?
O şarkı eski erkek arkadaşımın benden ayrıldığı günden bir gün sonra, bir “arınma” olarak yazılmıştı. Şimdiye kadar en rahat bestelediğim şarkılardan biri. Yarım saatte falan çıkarttım. Söz ve müzik olarak… Mesela seks esnasında bir anda ikinci defa orgazm olduğunda, “Aman Tanrım! Bunu beklemiyordum!” deyip kendi sırtını sıvazlar ve aynı zamanda tuhaf da bir korku yaşarsın ya... İşte o şarkı da bu karmaşayla ilgili. O beyanın geldiği yer de aslında o hırpalanmış olduğum yer. Şarkıyı yazdım ama depresyondaydım, gücümü toplamaya çalışıyordum ve başaramadım. “İşte bu kadar zavallıyım. Bu kadar zavallıyım duygularımla. Kendimi o kadar kolay bir şekilde açtım ki… Ve duygusal yıpranmaya son derece açık olduğum o kadar belli ki, o kadar zavallıyım işte” gibi şeyler geçiyordu kafamdan. “Bayanlar baylar, karşınızda Dorian Wood!”

“Şu anki hâliyle…”
“Hasta ve üzgün bir hâlde.” Kendi sözlerimi unuttum. Neyse. Şarkı bu hâldeyken suçlayacak bir hain arıyor ama en nihayetinde yanımda olmayacak bu insan ile beraber olmaya karar vermiş olan benim sadece bu. “Yine aynı şeyi yapıyorum, yine kendimi ayağımdan vurdum, aptalım, zavallıyım…” Bu duyguların ilerisine gidiyorum, bir şey saklamıyorum, altına imzamı atıyorum. Kendi kendini aşağılamaktan geriye dönüş olmuyor.

Hadi biraz da “O”dan bahsedelim. Şarkının klibi neredeyse mükemmel denebilecek bir içerik sunuyor; müzik, söz ve imgelerin mükemmel bir birleşimi gibi. Nasıl ortaya çıktı? Harika bir beyan. Temel bir beyan, bir anlamda.
O şarkıda beyan edilen aslında bir anlamda ilk şarkı “Apple Heart”ta beyan edilen asıl şeyle yaratılan ve kapatılan köprü.

Yani bir beyan vardı.
Vardı. “O” parçası, “Apple Heart”ta başıma geldiğini anlattığım şeyin tekrar başıma geleceği korkusuyla yaşamakla ilgili.

Image

İlginç. Soruyu sorarken iki şarkı arasında o kadar doğrudan bir bağlantı olduğunun farkında değildim.
Öyleler. Beş senedir, bayıldığım, harika bir erkekle beraberim. Her şey olağanüstü şekilde gidiyor. Hayatımdaki muazzam ışık kendisi. Fakat içimdeki o hasarlı kısım, öyle veya böyle, hayatımın sonuna kadar güzel olan şeyleri, “Bunun bir şekilde içine sıçabilirim” olarak görecek ve onların yüzümün ortasında patlayacağını, bana “İşte yine ben!” dedirteceğini düşünecek. Rattle Rattle albümündeki “O” şarkısı ise varoluşun son gününde geçiyor. Ben eşimle bir kavga ediyorum, o evden çıkıyor ve hiçbir zaman kavga çözümlenemiyor çünkü dünyanın sonu geliyor. Çözüm yok. Öylece kalıyor. Benim için bu bir kâbus senaryosu.

Müzakereyi sonlandıramamanın son noktası.
Müzakereyi sonlandıramamanın son noktası. Aynen. Ve tam bir kâbus senaryosu kafamda. Ben de bunu şarkıya döktüm. Klip de bayağı bununla ilgili aslında.

Klipte o var mı? Klipteki o mu?
Hayır. Asla klibimde oynamaz. Sahne arkasında kalmak ister. Bir parçası olmak istemez ve bir çift olarak bizim için bu çok daha iyi. Ama benim yaratıcılığımı inanılmaz derecede besleyen, sabırlı biridir. Kim olduğumu ve yaratıcılığımın beni kime dönüştürdüğünü tamamen kabul eder. Bu benim cinselliğim ve fantezilerimle ilgili çok derin bir rahatlık hissetmemi sağlıyor. Bu klip de benim görsel olarak temsil etmek istediğim bir fanteziydi. Bazen aynaya bakarız ve tüm dünya gerçekleri bilse de kendimizi olmadığımız biri olarak görürüz ya.. Fantezilerimiz vardır işte, banyoda, evde yalnızken…

Ya da kafandaki herhangi bir yerde, arabadayken, veya her yerde.
Kafandaki herhangi bir yerde arabanın radyosunun sesini açarsın ve…

Image

Başka birine dönüşürsün.
Başka birine veya kendinin hiper-gerçek bir hâline... Bence fantezi her yaş ve her varoluş için çok önemli. Benim için de öyleydi. Kafamdaki özel olarak “drag” olmak değil de kadın olmak fikriydi. Kadın olmanın benim kafamdaki anlamıydı. Bu benim için çok kişisel bir şey. Kadın olmanın tam anlamda nasıl bir şey olduğunu bir erkek olarak asla bilemezdim ama Lana Del Rey ya da Beyonce gibi büyüleyici bir kadın olduğuma dair fantezilerimi sunmak istedim. Makyajcı ve görüntü yönetmenine de talimatlarım bu yöndeydi: Harika bir dünya, içinde ince bir aşk hikâyesinin gözler önüne serildiği bir fantezi yaratmak istiyorum. Ve bu fantezi aslında büyük oranda beraber olduğum insanın bunun beni zayıflatacak bir şey olduğunu ve benden uzaklaşması gerektiğini düşünmemesinin bir ürünü. Üniformam, giydiklerim, sakalım, her neyse... Bu klip benim kim olduğuma dair çok şey taşıyor ve bunu paylaşmaktan çekinmiyor olmak güç verici bir şey. Zaten ben de hep kim olduğunu paylaşmaktan çekinmeyen insanlardan ilham alırım. Böyle dürtü ve ilhamlar birçok insana ulaşır. Bunu internette de gördüm. Ne bileyim, insanların kostüm giymesi ya da dünyaya daha önce göstermedikleri bir yönlerini göstermelerinin çok cömert bir şey olduğunu düşünüyorum. Sağlıklı da bir şey bu.

Biraz “La Cara Infinita”’ya geri dönmek gibi olabilir ama Huffington Post yazısının başlığı “Geyim, öfkeliyim ve müstehcen bir klip yaptım!” idi. (Dorian gözlerini kaydırır). Neydi o gözlerinle yaptığın?
O cümleyi yazdığıma pişmanım.

Niye? Soruyu bitireyim de hepsinden bir bütün olarak bahset: Sanırım “O” ilk çıktığında da Facebook’taki yorumlar kuir bir sanatçı olma etiketiyle ilgiliydi. Bununla sorunun olmadığını söylemiştin. Bu iki noktadan ve birbirleriyle bağlantılarından bahsedebilir misin lütfen?
Kuir bir sanatçı olarak tanımlanmakla ilgili bir sorunum yok. İnsanlar, “Ama kuir bir sanatçıya indirgenmek seni nasıl hissettiriyor” gibi sorular soruyorlardı ve ben bunu bir indirgenme olarak görmüyorum. Bu bir yayının kendi reklamını yapması ve içeriğinin farkındalığını arttırması için bir yöntem ve işe de yarayan bir yöntem. “Geyim, öfkeliyim ve müstehcen bir klip yaptım” lafı da benim aynı şeyi yapmaya çalışmamdı aslında, ama rahat etmediğim bir şekilde beni sınıflandırıyor. Kuir olabilirim ve istediğim gibi hissedebilirim ama zaten geyim ve öfkeliyim.

Sınırlayıcı olduğunu mu düşündün?
Çok sınırlayıcı. Ama bir yandan da o zaman kendimi nasıl hissettiğimin de bir sonucuydu ve bunda da hiçbir sıkıntı yok. Huffington Post’ta “La Cara Infinita” hakkındaki o ilk makaleyi yazdığım zaman öfkeli ve gey hissediyordum. Olay oydu. Belki de yazının açıkladığı şeyleri bariz abartan bir ifadeydi. Keşke zamanı geri döndürebilsem…

Yazı ne derdi o zaman?
Çok fazla şey. Başlık olmazdı. İhtiyacı olmazdı.

Sadece “O”.
Aynen. Huffington Post’un “O” yazısına verdiği başlık sanırım “Dorian Wood, Kuir Sanatçı” gibi bir şeydi.

Image

İlkini kısıtlayıcı bulurken “kuir sanatçı” ile “okey” olmanı ilginç buldum.
Kuir sanatçının uygun olduğunu düşünüyorum ve nedeni de kuir topluluğuna hâlâ gey ve lezbiyenin ötesinde bir farkındalık kazandırılması gerekmesi. Bence “kuir” lafının kapsadığı çok şey var ve bir insanın cinselliğinden ziyade bireyselliğini sonsuz defa daha iyi anlatıyor. Aslında Huffington Post bana böyle bir terimle rahat edip etmeyeceğimi sordu ve ben de edeceğimi söyledim. Çarpıcı bir başlık olarak yayınlanacağını bilmiyordum ama eğer “kuir” kelimesiyle yapılan bir arama bir sürü insanı bu yazıya getirecekse bana göre hava hoş. Sınıflandırma sınıflandırmadır ve insanlar daima belirli sınıflandırmaların içinde olacak. Birileri daima, “Bana şu veya bu kişiyi hatırlatıyorsun” diyecek. Varsın desinler.

Büyük ihtimalle şu an burada oturmamızın nedenlerinden biri de bu olabilir.
Aynen. Nasıl ters bir şey olarak görebilirim ki bunu? Sonuçlara karşı gelemezsin. İnsanlar ile bağlantı kuruyorsun. Seninle ilk tanışmamızda bu bağlantıyı kurmak çok hoşuma gitti.

Çok güzeldi.
Harika, harika bir şeydi. Ben her zaman bir şey seni lanet evinden sokağa çıkarıp insanlarla birebir etkileşime soktuğu zaman memnun oluyorum. Bu kesinlikle iyi bir şey. Eğer bu, dünyadaki insanların birbiriyle etkileşime girmesine fayda sağlamayan bir dolu makalenin arasından önemsiz bir tanesindeki bir sınıflandırma sayesinde oluyorsa, bu yalnızca pozitif bir şey olabilir.

Bireysellik ve cinsellik hakkında söylediklerine geri dönelim. Bunu biraz daha açabilir misin? Bence çok dokunaklı bir şekilde söyledin. Ben kuir topluluğunun bir parçası değilim ama söyleme şeklin…
Aa, neler kaçırıyorsun ama! Seninle konuşamam o zaman. Defol! (Gülüyor)

Son zamanlarda bayağı bir John Grant dinliyorum ve onun “Glacier” diye, klibi gey hakları tarihiyle ilgili olan bir şarkısı var. Arşiv görüntülerinden oluşan klibi görene kadar bunu fark etmemiştim bile. Çok güçlüydü bence, kuir olsan da olmasan da son derece bağlantı kurulabilecek bir şarkı. Ve hele bir de “GMF” (greatest motherfucker) diye bir şarkı var ki…
Evet, evet, evet.

…Acayip komik.
Öyle. İletişim kurduğu şey çok hoşuma gidiyor. John Grant’i severim. Açıkçası nasıl kimliğini saptadığını, kuir olup olmadığını bilmiyorum. Ben ve birçoğu icin gey terimi kuir altına düşüyor ama kuir terimine uygulanabilecek daha belirli bir ton var, benim gey olmanın ilerisine gitmem ve kendimi kuir olarak tanımlamam gibi. Hangi cinsle seks yaptığını yatak odasında bırakıp yine de onunla gelen kimliği korumak… Uzun senelerce baskı altında şekil almış olmaktan doğan bir kimlik. Bence kuir kültürü buna bir cevap. Benim deneyimlediğim kadarıyla, kendini kuir olarak tanımlayan sanatçılar yeni, taze ve harekete geçirici bir şey sunuyorlar. Bazı kişilerin “ana akım gey, ana akım lezbiyen, hattâ trans kültürü” olarak saydığı kültürde bulunmayan bir şey. Kuir bence istediğin kişiyle yatmana, o özgürlükle mutlu olmana ve o özgürlüğü kabul etmene fırsat veriyor. Benim kendi cinsiyle yatan veya karşı cinsle yatan arkadaşlarım var ve kendilerini biseksüel olarak tanımlamakla yetinmiyorlar. Arkadaşım Margaret Cho kendini kuir olarak tanımlıyor.

Ama bir erkekle mi evli?
Bir erkekle evli ama sanırım açık bir evlilikleri var… Ama kendini kesinlikle kuir olarak tanımlıyor. Geçenlerde bunun üzerine konuşuyorduk ve onun yaratıcılığında ve fikirlerini aktarmasında bunun anlamını görebildiğimi düşündüm. Kendini gey olarak tanımlayan insanların, gey kültürü olarak varsayılan şeyin içindeki bakış açısına bir saygısı vardır ama onların birçok kez kısıtlayıcı eylemlerde bulunduğunu görebilirsiniz… Anlatması zor, çünkü belli belirsiz bir şey. Ama sonuçta çok fazla özgürlük getiren bir şey. Kuir olarak tanımlanmak beni çok serbest hissettiriyor. Fikirlerinin gitmesini istediğinin yerin ve ifade imkânının devamlı arttığını hissediyorsun. İnsan olarak hep evrim geçiriyoruz, değişiyoruz ve çok azımız çocukken, yetişkinken ya da 20’lerinin başında olduğumuz insanlarız. Devamlı değişiyoruz ve kim bilir, belki cinsel tercihlerimiz de müzik ve film zevklerimiz gibi hızlı bir şekilde değişecektir. “Bugün geyim, yarın heteroseksüelim, sonraki gün biseksüel olacağım” demek var, ama bazı insanlar sadece kuir olmaktan memnun. Özgürlüğe karşı sevinç dolmanın verdiği güç sadece.

[Dorian’in her gece yatmadan önce “nite/iyi geceler” başlığı ile (Facebook’a) koyduğu harika çizimler var ve ben bu çizimlerin büyük bir hayranıyım. Geçenlerde Kendi Fiyatınızı Kendiniz Belirleyin isimli bir sergi düzenledi ve ben de birkaç tane çizim aldım.] O çizimlerden bir tanesini Rattle, Rattle’ın kapağında görüyoruz. Sen miydin onu yapan?
Evet. Plak versiyonundaki kapak.

O çizimler gerçek anlamda albümün üstünde yer alıyor. Peki sence mecazî anlamda nasıl üstündeler albümün? Çizimlerin müziğine nasıl yol gösteriyor? Veya müziğin çizimlerine? Bence çok uyumlular. Karanlık, bir yandan da komik ve tabiri caizse insancıl bir hâlleri var gerçeküstü olmalarına rağmen. Ben “Tedi’yi kimse sevmiyor!”u aldım. Ben seviyorum Tedi’yi!
Sen onu aldın!

Bunun gibi şeyler... Nasıl etkiliyorlar birbirlerini?
Pek bilmiyorum. Bana göre biraz süt ve peynir gibi. Aynı inekten geliyorlar ama farklı şeyler. Bazen ikisini beraber kullanabilirsin. Bazen birlikte işleyebilir, bazen de işlemeyebilirler. Benim için durum biraz öyle. Mesela CD’de Sarah Sitkin diye bir sanatçının fotoğrafı var ve ben onun işlerini çok sevdiğim için onunla çalışmak istedim. Ama bazen de aklıma kendi kendime yaratabileceğimi bildiğim çok net bir fikir geliyor. Bunlar hep arınmanın yeni yollarını bulmaktan geçiyor.

Arınmayı tanımlasana.
Mesela…

Senin için yani.
Benim için arınmak bir saat kulesine çıkıp insanlara ateş açmak değil. Kendi problemlerimle baş etme yolum bu. Bunu asla kameranın önünde yapmak istemem ama bazen istediğimi müzikle anlatamadığımda, onlar görsel yollarla dökülüyor. Gariptir ki ikisi neredeyse asla aynı anda olmuyor. Bazen süt yapıyorum, bazen peynir.

Ne kadar sürüyor? Bir anda çizmeye mi başlıyorsun? Çizmek istediğin şeyin âni de olsa bir imgesi oluyor mu yoksa doğaçlama mı gelişiyor?
Şöyle. Sana nasıl bir bağlamda olduğunu anlatayım. Nasıl olduğunu anlatamam. Her gece yatmadan önce… Ve bu genelde sevgilim şehir dışında olduğu zaman daha kolay oluyor. Partnerim evde olduğunda aynı yatakta uyuyorsak –ki bu on seferden dokuzunda böyledir– o bir kitap okuyor ve ben de yatağın öteki tarafında kendimce kitap okuyor ya da günlüğüme yazı yazıyor oluyorum. İllüstrasyonu tam anlamıyla uyumadan önce yapıyorum: yatıyorum, yapıyorum, telefonumla resmini çekiyorum, Facebook’a koyuyorum, ışıkları kapatıyorum ve uyuyorum. Her gece tamamen böyle oluyor.

Bence çok hoş. Tutarlılığı, törensel hâli... Bana kalırsa çok hoş.
Teşekkür ederim. Dediğim gibi, saat kulesi lafı… Terapiye falan gitmiyorum. Eminim gitsem çok faydalanırım o ayrı, ama öyle düşüncelerim var ki… Eminim herkeste var böyle düşünceler, ve çok farklı şekillerde dışarı çıkıyorlar. Bu benim için çok elzem bir şey. Günlük hayatta huzur bulmam için çok gerekli bir şey. Müzikteki kişisellik çizimdeki kişisellik kadar akışkan bir şekilde gelmiyor…

Kendisiyle gözlemci arasına pek mesafe koymuyor. Anlarsan hemen anlıyorsun. İlgileniyorsan hemen ilgileniyorsun. Bazı insanların içerik hakkındaki düşüncesi ne olursa olsun, yabancılaştırıcı olmuyor. Anlatabildim mi?
Teşekkür ederim. Müziktekinin aksine, duygusal tepkinin ne olacağını düşünmek yok bunlarda. Müzik bestelerken hesaba kattıklarım yok. Dediğim gibi aynı inekten geliyor ama çok seyrek veya hiç bitmeden geliyor… Çok, çok, ama çok daha karanlık bir şey. Mizah bazı karanlık şeyleri kendine ev olarak belleyebilir… Çok tekrarladım bile ama o çizimler çok, çok, çok, çok, çok, çok karanlık bir yerden geliyorlar. Bu da komik çünkü geriye dönüp baktığımda bazıları çizgi film gibi geliyor.

Ben genel olarak bir tarzın olduğunu görüyorum ve bu tarzdan bahsediyorum.
Yaptıklarımın görsel kısmı çok yeni. Sadece birkaç senelik. Hep kendime sakladığım bir şeydi. Sonra içimden dökülmeye başladılar ve ben de Facebook’a koymaya karar verdim. Sonrasında herkesin istediği fiyatı kendi bütçe veya zevkine göre koyabileceği bir sergi yapma fikri geldi aklıma. Başta kendimi sorguladım hayatımın böyle önemli bir kısmını neden dışarıya veriyorum diye. Ama sonradan o kadar değerli olsalar onları kimseyle paylaşmayacağımı düşündüm ki Facebook’ta bir süredir çizimleri paylaşıyordum. Aslında olay biraz (kusura bakma böyle analojiler bulup duruyorum ama) kıçını silip tuvalet kâğıdını saklamaya benziyor. Şu an yanımdaki kişiler dışında manyağın biri gelip bunları satın almak isterse herhâlde ilk düşüncem şu olurdu: “Gerçekten mi?” Ama sonra bunun o insan için bir anlamı olduğunu anlıyorsun. Facebook’a koymuş olduğum onca boklu tuvalet kâğıdını düşünürsek insanlardan iyi tepki alıyorum gibi geliyor. Hem benim de paraya ihtiyacım var. Ve böylece bunlardan kurtulabilirim de. Böylece herkes kazanır. Durum biraz öyle.

Senin fillerle olayın ne?
Filler seneler önce gördüğüm bir rüyadan geliyor. Rüyada Glassel Park’taki eski dairemdeydim. Pencereden dışarı baktım ve gökyüzünün kocaman, gerçek hayattakinden büyük, yavaşça hareket eden ve yavaşça inen fillerle kaplı olduğunu gördüm. Gördüğüm en olağanüstü ve en korkutucu şeydi. Kapalı bir gündü ve bu filler… Uyandığımda ilk düşündüğüm şey, böyle bir şey gerçek olsa toplumun bu absürt imgeyle nasıl baş edeceği oldu. Ürkerler miydi? Korkarlar mıydı? Birbirlerini mi öldürürlerdi? Benim teorime göre bu olacaktı. İnsanlar birbirlerini öldürecekti. Kendilerini toplumun yüksek sesle hayır dediği her şeye vereceklerdi. Bir anda, “Boş ver her şeyi, gökyüzünden filler iniyor, BOŞVEER!”

Evet!
Ve yoluna çıkan her şeyi öldürmek. Önce ırzına geç, sonra öldür. Yavaşça aklımda bu fillerin aslında kimseyi tehdit etmeyen iyi yaratıklar olduklarına dair bir fikir belirmeye başladı. İşin ironik tarafı toplum kendi kendinin soyunu tükettikten sonra bu filler yere iniyor ve düşüp ölüveriyor çünkü ekosistem tamamen değişmiş durumda. Her şey ölmüş. Filler işte buradan geliyor. Benim için dünyanın sonu da buradan geliyor.

“O”daki dünyanın sonu referansı da buradan geliyor.
Evet, filler hakkındaki sözler. O dünyanın sonu hakkında bir şarkı. Dünyanın sonu ne demek ve farklı insanlara ne ifade ediyor? İşini kaybetmek, birinden ayrılmak, sevdiğin birini kaybetmek… Bunların hepsi çok ciddi birer “duvara çarpıyorum ve yolun sonu bu benim için” vakası olabilir. Bunlar hafife alınacak şeyler değil. İnsanların mutlak sonlarının ne olduğunu bulursan, onları birleştiren şeylerin şaşırtıcı şekilde kendi ölümleriyle pek ilgisi olmadığını fark edersin. Akıl almaz, felaket bir durum karşısında yalnız ve güçsüz kalınca tek düşündüğün şey bunun son olduğudur. Son budur.

Müziğinde sonradan birçok dinî referans olduğunu fark ettim. Din ile ilişkin nedir? Dine karşı bir takdirin var mı? Dindar mısın? Yoksa St. Peter’s Basilica’ya giren ve oradaki sanatı sanat olarak takdir eden insanlar gibi bir tavırda mısın? Ya da İncil ve Tevrat’taki dinî hikayelerin görkemini cazibeli mi buluyorsun?
O kesinlikle öyle de… Ben Hıristiyan’ım.

Öyle misin?
Hıristiyan’ım. İlginç olan St. Peter’s Basilica gibi bir yerin görkemi ve bonkörlüğü benim inandığımdan çok farklı çünkü din ve ruhanî şeyler benim çok özel ve bireysel konulardır…

Kesinlikle.
Bence insanların yüzlerine nasıl hissettiğini ve neye inandığını söylemenin ve düşündüğün şeyin mutlak gerçek ve temel doğru olduğunu söylemenin kesinlikle bir anlamı yok. Hıristiyanlık ve Katolik Kilisesi’nin yorumu bence Katolik Kilisesi’nin bir varlık olarak konumundan çok farklı. Ayrıca dinî figürlerin estetiği çok etkileyici ve benim inancım bu ikisini hep birleştiriyor. Bu hep benim yaratıcı sürecim içinde öyle ya da böyle kendini gösteren bir şey oldu. Çok az bir kısmı benimle veya benim cinsel tercihimle alâkalı. Onun çok ötesinde. Bilmem ki, aslında çok ilginç ve zevksiz bir şey bu…

İlginç ve ne?
Zevksiz… Zevksiz bir şey var dinin sunuluşunda.

Evet, aynen.
Ama aynı zamanda benim inancım ve ruhanî gelişimim için çok önemli olan harika imgeler ve harika hikâyeler ve örnekler var İncil’de bize verilen. Ama yine de iki taraf benim için birbirinden çok ayrı ve ne zaman bir şarkıda ortaya çıksalar çok mutlu oluyorum. Sorunu cevaplandırdı mı?

Sorumu tamamen cevaplandırdı.

Kameraman Silas Robinson: bu antika figürleri biriktirmeye nasıl başladığının hikâyesini duymak istiyorum.
Sevgilimle ilk bir araya geldiğimizde onun antikacılığa karşı ilgisi vardı. Benim neredeyse hiç yoktu ve asla bir antikacıda ilgimi çekecek bir şey bulabileceğimi düşünmezdim. Ta ki bir gün bulduğum siyah figüre kadar. Siyah derken, küçük siyah bir çocuk figürüydü, ama çok ırkçı bir şekilde yapılmıştı. Bu tür ırkçı figürlerden bir dolu var antikacılarda. Bana çok ilginç geliyor.

Sence neden? Neden her yerdeler? Yoksa güzelliği de bu mu?
Bence güzelliği de bu. Zevk zevktir. Ben kesinlikle ırkçı değilim. Sayamayacağım kadar siyah erkekle beraber olduğum için biliyorum bunu. Değilim.

Bu raf galiba senin mirasının bir parçası.
Raf benim mirasımın bir parçası. Nereden geldiğimi gösteriyor: Yok, kesinlikle hayır. Bence bu sahip olduğum acayip ırkçı figürler koleksiyonunun pek samimi olmayan bir espri anlayışı var. O uygunsuzluğu komik buluyorum. Koleksiyonunu yapıyorum çünkü çok korkunçlar. Böyle şeyleri severim, yüzsüzce şey olan…

Sinan: Tahrip edici?
Tahrip edici. Yüzsüzce tahrip edici olan.

ÖNCEKİ Einstürzende Neubauten: “Geçmişi unutan onu tekrar eder” SONRAKİ 2014 bitmeden Türkiye’den yeni filmler
Bu yazıyı paylaş