Ulusötesi örgütlenme pratikleri: Agora99

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Ulusötesi örgütlenme pratikleri: Agora99

Yazı-Röp: Ulus Atayurt, Ekin Sanaç, Aycan Taşyürek – Kapak illüstrasyonu: Özgü Aydar - Diğer illüstrasyonlar: Vardal Caniş Su, Ezgi Beyazıt, Özgü Aydar
ÖNCEKİ Toplumsal hareketlerin ağ tipi mücadelesi: Yaşasın enternasyonal dayanışma! SONRAKİ “Belki oyuncu değilim, ressam hiç değilim!”: Güven Kıraç

Bu sayfalarda Agora99 bünyesinde yer alan onlarca katılımcı gruptan birkaç tanesinin farklı mücadelelerinin detaylarını ve İstanbul’da ulaştığımız aktivistlerle yaptığımız söyleşileri bulacaksınız.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Öncelikle İtalya’daki farklı hareketler hakkında bizi bilgilendiren katılımcılardan Annalena Di Giovanni’yle Agora 99’u konuşuyoruz, ardından bu platformda yer alan örgütlenmeleri tanıyoruz.

Image

Agora99’a İtalya’dan katılan farklı grup ve örgütlenmelerden kısaca bahsedebilir misin?
Agora99, bir iletişim platform olarak yatay eğilim gösteriyor. Mücadelenin yerel doğası doğrultusunda bölgesel olarak milletlerden üstün bir yapı. Gruplar genellikle ortak sorun ya da taktikler çevresinde işbirliği yapıyor ve ulusal ölçekten ziyade bu ulusötesi prensipte birbirine bağlılar.

Temelde Agora99 bir platform ve oldukça gevşek bir platform. Kim diğerleriyle iletişime geçmek isterse onu kullanabilir. Böyle olduğundan ötürü kimin içinde kimin dışında olduğunu tanımlamak her zaman kolay olmuyor. Kimileri e-mail listesinde, ama yüz yüze tanışmadan onları tanıyamıyorsunuz. İtalya’dan adı en kolay verilebilecek bileşen Roman network, yani Dinamo Press ve işgal fabrikası Officine Zero’nun arkasındaki yapı. Ardından Bolonya’daki Precarious Connections gibi, Social Strike’ın arkasındaki gruplardan olan ve bu ön buluşmaya gelemeyen oluşumlar var.

Senelerce göçmen gruplarıyla yakinen çalıştılar çünkü eğer politik mücadelelerde ortak ve eşit temel üzerinde çalışmazsanız pek yol alamazsınız. İtalyanların 24 saat boyunca göçmen emeğinden mahrum bırakıldığı “Migrant Strike” (göçmen grevi) ile bunu gerçekleştirdiler. Temizlikçiler, inşaat işçileri, ucuza çalışan garsonlar ve hepsinin ötesinde lojistik işçiler (şehirlere günlük malzeme ulaşımını garantileyen, marketlere gıdaları iletenler) çalışmadı. Bu mücadeleler arasında buluşmak için senelerce emek verildi! Ama bunun yanısıra ev işgallerini koordine eden gruplar da var. Bu eylem, güvencesiz çalışan işçiler için alternatif bir grev formunu almış durumda. Bu yolla, İstanbul gibi devasa finansal spekülasyonların merkezi olan İtalya’da da konut piyasası arkasındaki kira ekonomisini sekteye uğratarak zinciri kırmış oluyorsun.

Image

Ardından keşfettim ki kendini örgütleyen sağlık grupları var. Ana ağ, Yunanistan’daki Sosyal Klinikler. İhtiyacı olanlara sağlık yardımı yapan bir sistem örgütleyerek krize ve halk sağlığının aldığı darbelere meydan okuyorlar. Temel olarak bir servis sağlamış oluyorsun ama aynı zamanda da özelleştirilmiş sağlık hizmetlerinin arkasındaki ticaretin de maskesini düşürüyorsun. Eğer normal vatandaşlar kendini idame ettiren bir sistemle iyileştirilebiliyorsa nasıl oluyor da hükümetler bunu karşılayamıyor?

Agora’dayken İtalya’da da, Yunanistan’da daha küçük ölçekte olsa da, seks işçilerine sağlık hizmeti sağlayan böyle bir ağ olduğunu keşfettim. Ayrıca, bölgesel mücadelelerden de bahsetmek mümkün. Mega projelere karşı çevreci ve antikapitalist hareketleri birleştirilen mücadeleler… Örneğin, İstanbul’da Galataport’a karşı olan mücadeleyi andıran, Venedik’teki kruvazör gemilerine karşı olan mücadele. Ya da Napoli’de kimilerine muazzam çıkarlar sağlayan, çevrede yaşayan halkı ise kanserle tehdit eden toksik atık ticaretine karşı olan mücadele.

Image

Sosyal grevin temel amaçları, stratejisi ve organizasyonundan bahsedebilir misin?
İstanbul’da yaşadığım için sosyal grev organizasyonunun bir parçası değilim. Ama mümkün olduğunca toplantılarında bulunmaya çalıştım ve buradan yola çıkarak sosyal grevin ilk tanımını onu bir “yolculuk” olarak adlandırarak yapabilirim. Bu yolculuk seneler önce, birbiriyle iletişimi olmayan ve büyük olasılıkla ortak noktalarda buluştuğuna ihtimal vermeyen sınıfları ve kültürel grupları yeniden düzenlemeye yönelik erken girişimlerle başladı. Ardından yapılan yerel buluşmalar daha büyük toplantılara dönüştü ve farklı grupların temsilcileri seyahat edilen toplantılara katılarak dönünce alınan kararları kendi gruplarına aktarmaya başladı.

Sosyal grevin arkasındaki ana fikir, var olan ekonominin tüm işçileri soyduğu bu ortamdaki güç dengelerini yeniden kurmak. Buna işverenle pazarlık yapma gücü de dâhil. İtalya uzun vadeli kontratların artık yapılmadığı bir yer. Tüm işverenler her zaman çalışanlarına onlara iş verdikleri için ne kadar şanslı hissetmeleri gerektiğini söylüyor. Çalışmak başlı başına bir zenginlik hâline geldi. Aslında CV’nize ekleyeceğiniz ve karşılıksız yapılan her staj pozisyonu için masanızda binlerce başvuru bulabilirsiniz. İtalya’daki iş piyasası, ya da iş borsası mı demeliyim, işçilerin haklarını gerçek anlamda öyle bir hızla eritti ki artık kimse kendini net bir şekilde çalışan ya da işsiz olarak tanımlayamıyor.

Sana güç dengesinin olmamasının ne anlama geldiğine dair bir örnek vereyim. Varsayalım ki bir grafik tasarımcısı, serbest çalışan bir dergici, bir araştırma görevlisi ve göçmen bir temizlikçi var. Hattâ buraya bir de fabrika işçisi ekleyeyim. Grafik tasarımcı ve serbest çalışan dergici bağımsız çalışanlar. Bu da demek oluyor ki bir sonraki ayın nasıl geçeceğini bilmeden yaşamak ve asla iki yakasını bir araya getiremediğine inanmak onların ayrıcalıklı konumlarının bir parçası. Bunun özgürlüklerinin ayrılmaz bir parçası olduğuna inanıyorlar. Göçmen temizlikçinin herhangi bir statüsü ya da bağımsızlığı yok. Bir patrona zincirli bir hâlde çalışıyor. Patronun onu kovduğu gün Avrupa’da kalmak için sahip olduğu oturma iznini kaybedecek. Tutuklanacak ve göçmen bürosuna, yani şimdilerde Avrupa’nın Erdoğan’dan Türkiye’ye taşımasını rica ettiği konsantrasyon kamplarından birine götürülecek ve ardından Libya, Tunus ya da Suriye savaşının ortasında bir yere gönderilecek. Evde onu bekleyen çocukları olup olmadığı umursanmaksızın.

Image

Araştırma görevlisine gelelim… Onun asla bir pozisyonu olmayacak ama entelektüel işçi olarak statüsünü koruyabilmek adına üç profesörün çalışmasına eşdeğer bir iş yükünü kaldırmayı sürdürecek.

Fabrika işçisiyse İtalya’nın endüstriyel devri gibi nesli tükenmekte olan bir türe dâhil. Gruptaki diğerlerinden farklı olarak grev yapabilecek ve sendikalar aracılığıyla organize olabilecek tek kişi o. Ama eğer bunu yaparsa bir gün sonra fabrikası Türkiye’de ya da Polonya’da bir yere taşınacak ve onu işsiz bırakacak. Listelemiş olduğum tüm işçiler birbirine görünmez bir hâlde çünkü bunlar normalde birbiriyle etkileşimde olan sosyal gruplar değil. Bu yüzden ortak olarak paylaştıkları üç şey olduğunun farkında değiller. 1) Bazılarının sahip olduğunu düşündükleri ayrıcalıklar ne olursa olsun, sürümekte olan maaşları. 2) Bir sonraki ay geçinip geçinemeyeceklerini bilmiyor olmaları ve gelecek karşısındaki bu kırılganlıkları. 3) Güçsüzlükleri. Çünkü eğer para biriktiremiyorsan ve bir sonraki ay işsiz kalabileceğini bilecek kadar gözden çıkarılabilir hissediyorsan nasıl olur da pazarlık yapacak gücü hissedebilirsin ki? Dilersen evde oturabilir ve grev yapabilirsin ve senin yerine koşarak senden daha aza aynı işi yapacak biri çıkar. Sosyal grev bu yüzden bu görünmez işçilerin hepsini tek bir sosyal grup içinde yeniden düzenlemeye ve pazarlık yapma gücünü yeniden kazandırmaya yönelik bir yolculuk.

Bu nedenle ülke çapında görünürlük yaratan bir eylem yaşandı. Binlerce tasarımcı, araştırma görevlisi, garson, temizlikçi ve birçok kişi bir günlüğüne kendine düşeni yaptı ve mücadeleye katıldığını gösterdi. Bir kısmı işyerinde sabotaja yönelik ufak çaplı eylemler düzenledi, bir kısmı üzerlerinde taşıdıkları grev işaretleriyle kendi fotoğraflarını çekti. Grev yapmaya hakkı olanlar evde kaldı. Örgütlenmede yer almayan sendikalar da katılma kararı aldı. Ayrıca protesto yürüyüşleri ve sosyal medya kampanyaları gerçekleştirildi. Eleştirellik ihtimalini tamamen silen bir ekonomik krizle gelinen bu noktada hedef bu işi yürütmek için kaç bin kişinin istekli olduğunu saymakla ilgili biraz. Gerçekten de sosyal bir gücün görünmezlikten yüzeye taşınması için olan bir yolculuk bu.

Image

DINAMOPRESS (Yayıncılık) / Roma, İtalya - İllüstrasyon: Özgü Aydar
DinamoPress, işçi kolektifleriyle birlik olup bağımsız kültür üretimi üzerine Kasım 2012’den beri aktif olarak çalışan bir internet projesi. İtalya’dan, Avrupa’dan ve dünyadan özellikle insan hakları hakkında gündem haberlerinin ve köşe yazısı-blog tadında yazıların yayınlandığı kolektif platform kendini “gözleri dünyanın üzerinde olan underground bir web sitesi” olarak tanımlıyor. Dinamo Press bağımsız gazetecilik ve medya aktivizmi prensiplerini multimedya araçlarıyla birleştirerek “medyadan nefret etme medya ol” mottosunu hayata geçiriyor. Böylelikle devlet kontrolü altındaki medyadan bağımsız, kendi içeriğini ve gündemini oluşturan, işgal hareketlerinin arttığı bir dünyada insanların güveneceği bir bilgi ve yorum akışı sağlıyor.

Image

OFFICINE ZERO işgal fabrikası / Roma, İtalya
Officine Zero, 2012 Şubat’ında işçileri tarafından işgal edilmiş bir tren bakım fabrikası. İlk gününden bu yana birçok farklı grup ve hareketin desteğini alan Officine Zero, işgalden yaklaşım 15 ay sonra işçilerin bilgi ve becerilerini kullanabileceği patronsuz bir ortak üretim merkezine dönüştürüldü. Roma’daki işgal fabrikasından Alioscia Pirata ve Elisa Gigliarelli'ye ulaştık ve Officine Zero’nun detaylarını sorduk.

Officine Zero nasıl işgal edildi? Kimler destek verdi?
RSI Demiryolu Tren Bakım fabrikası 2012’de iflas etti. Şubat ayında 33 işçi patronların planlarıyla mücadele edebilmek ve maaşlarını talep etmek için fabrikayı işgal etti. Birkaç hafta sonra işgal edilmiş sosyal merkezler, öğrenci hareketi ve fabrikanın yer aldığı Casalbertone mahallesinin forumu işgale destek verdi. Bu farklı emek kolları arasında kurulan bağlantı, işçi mücadelesi ve yeni projeler düşünme eylemlerini çakıştıran “Çılgın fikir” (Crazy idea) isimli forumların başlamasına vesile oldu. Tren şirketinin özelleştirilmesi ve patronların spekülasyonu nedeniyle başarısız olan girişimin ardından fabrika kendi kendini yöneten ortak bir iş alanına dönüşmeye başladı. Haziran 2013’te ise yeni işgalle Roma’da forumdan çıkan ortak karara bağlı olarak patronsuz fabrika hayata geçti. Alternatif pazar deneyimleriyle bağlantı kurulmaya, krizin ortasında dayanışma ve birlikte yaşamaya odaklanan yeni çalışma ve sosyal ilişki formları üretilmeye başlandı.

Image

Officine Zero tarafından üretilen farklı eylemler neler?
Officine Zero, 1 Haziran 2013’ten beri kendini örgütleyen bir fabrika olarak faaliyet gösteriyor. Fabrikanın eski çalışanları, güvencesiz ve otonom işçiler, öğrenciler ve işsizler bu projeye patronsuz çalışmaya yönelik yeni bir deney yaratmak adına katıldılar. “Zero” (sıfır) kelimesi, sıfır sömürü, sıfır kirlilik, sıfır patron temsil ediyor.

Officine Zero’da birçok proje hayata geçiriliyor. Ana proje, farklı laboratuvarlar aracılığıyla gerçekleştirilen yeniden kullanım ve geri dönüşüm projesi. Bu kapsamda, demir izabesi, marangozluk, duvar kilimi laboratuvarları ve tamirat ile ileri dönüşümü mümkün kılan ortak bir projeden bahsedilebilir. Ayrıca bir kaynak atölyesi de var. Bunların yanısıra kendi işini yapan ve güvencesiz çalışan işçilerin masrafı, mekânı ve projeleri paylaştığı bir ortak çalışma alanı var. Kendi İşini Yapan ve Güvencesiz Çalışan İşçiler Odalarından biri de burada yer alıyor ve çalışanlara yasal ve parasal destek sağlayarak bireysel ve kolektif eylem ve mücadeleleri ayakta tutuyor. Fabrikanın içinde bir kantin ve üniversite öğrencileri tarafından işgal edilmiş bir yatakhane de bulunuyor.

Image

Officine Zero’nun etkileşimde olduğu başka ne gibi gruplardan bahsedilebilir?
Officine Zero’nun doğrudan ve organik üreticilerin her ay düzenlediği pazarda bir standı var ve burada mahallede düzenlenen ufak çaplı etkinliklere yardımcı oluyor. Ayrıca her ay bir gün kapılar fabrika içeride yapılan işleri ilgilenenler ve projeye destek olmak isteyenlerle paylaşmak için açılıyor. Fabrikada, metropoliten sendikalaşmanın yeni bir formunu temsil eden ve Roma’nın birçok yerinde bulunan, bir Kendi İşini Yapan ve Güvencesiz Çalışan İşçiler Odası yer alıyor ve Social Strike (sosyal grev) gibi işçi mücadeleleri için birçok buluşma ve platforma katılıyor ve çoğu zaman bunları düzenliyor. Bu sayede de diğer işçi mücadeleleri ve sosyal mekânlarla buluşuyor.

Officine Zero ayrıca çevresel konuları destekleyen kurumlarla da birlikte hareket ederek üretimin yeniden düzenlenmesinin planlaması için çalışıyor. Aktivistler ve araştırmacılar Roma Üniversitesi’yle ortaklaşa seminerler ve halka açık etkinlikler düzenleyerek, üretimin kendini örgütlemesi, şehir hakkı ve özelleştirme ve spekülasyon karşıtı mücadelelerin tartışılmasını sağlıyor. Bu tartışmalarda işçiler, öğrenciler ve aktivistler bir araya geliyor.

Image

Avrupa’daki işgal fabrikaları deneyimini özetleyebilir misin?
Kriz boyunca Avrupa’da, özellikle de Avro-Akdeniz bölgesinde yeni yeni işgal fabrikası deneyimleri kendini gösterdi. 2011 ve 2012 yılları arasında, Arjantin’in son 10 yıldaki deneyimlerinden ilham alan işçi mücadeleleri, fabrika işgalleriyle patronsuz çalışma projeleri başlatarak yeni mücadele yollarının tadına baktı. Selanik’teki Viome fabrikası bir buçuk yıldır organik yıkama ürünleri ve sabun üretiyor. Sosyal hareketler ve dayanışma ağları ona destek veriyor.

Fransa’daki Pilpa girişimi işgal edildi ve işçilerin kontrolünde dondurma üretimi yapıyor.  Marsilya’daki Fralib de aynı şekilde, çay üreterek ulusötesi şirket Unilever’e karşı mücadele ediyor. Geçtiğimiz yaz fabrika ve makineleri ele geçirerek işçilerin kontrolü altında üretimine başladı. İtalya’da Roma’daki Officine Zero’nun yanısıra Milan’da Rimaflow’dan bahsedebiliriz. Her ikisi de benzer olarak işliyor. Sicilya’da birkaç hafta önce yeni bir işgal fabrikası hayat geçirildi. Messine birasının batmasının ardından fabrika, işçilerin örgütlenmesiyle bir kooperatif olarak üretim yapıyor.

Tüm bu işgal fabrikaları Kasım 2013’te, Roma’daki ikinci Agora99 buluşmasında bir araya geldi. Ardından Ocak 2014’te, Marsilya’daki işgal fabrikası Fralib’de, birinci Avro-Akdeniz İşçi Ekonomisi toplantısında yeniden buluştu. Her sene Güney Amerika’da düzenlenen bu toplantıda, Avrupa’dan, Güney ve Orta Amerika’dan gelen işgal fabrikaları ağı aktivistleri, işçiler ve araştırmacılar buluşuyor ve mücadele deneyimlerini konuşuyor. Tüm sosyal hareketler ve işçiler adına çok mühim olan konular: sınıf mücadelesi için yeni bir proje yaratmak, üretimin patronsuz özyönetimi, kapitalizmin sorgulanması ve yaşamı ellerin içine alarak bu alternatifi gün be gün inşa etmek.

Image

BLOCKUPY / Almanya - İllüstrasyon: Özgü Aydar

Sivil toplum örgütleri ve sol görüşlü siyasi partilerden oluşan organizasyon ağı Blockupy özellikle Avrupa Birliği’nin ekonomik politikalarına karşı bir duruş sergiliyor. Birlik 2012 ve 2013 yıllarında, Frankfurt’ta yer alan Avrupa Merkez Bankası’nın avro krizi sonucu geliştirdiği politikaları protesto etmişti. Mayıs 2014’te Avrupa Parlamentosu seçimleri sırasında aktivist, göçmenler, işçiler, parti üyeleri ve sendikacılardan oluşan koalisyonun protestoları 20 Avrupa şehrine yayıldı. Protestoların ana sloganlarıysa “sınırların ötesinde dayanışma” ve “demokrasiyi aşağıdan inşa edelim” (solidarity beyond borders – building democracy from below) idi.

Avrupa genelindeki protestonun kemiği Blockupy’ın mevcut AB sistemine karşı sunduğu alternatif politika, kendi kendini yöneten bir halk ve daha adil bir gelir dağılımı için güçlü sosyal haklar. Blockupy özellikle avro krizinden beri artan avro şüphecilerinin, yani AB karşıtlarının vücut bulmuş hâli gibi gözükse de aslında bundan ötesi. Blockupy son yıllarda tüm dünyaya yayılan, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin karşısında duran “occupy” hareketlerini Avrupa seviyesinde kalsa da ulusötesi bir boyuta taşıdı. Protestolar durulsa bile “aşağıdan demokrasi” yani halkın dinamikleriyle inşa edilmiş bir demokrasi hedefinden hâlâ vazgeçmeyen Blockupy internet sitesini (blockupy.org) ve sosyal medyayı yoğun bir şekilde kullanarak siyasî bilinci güçlendirmeye devam ediyor. Çeşitli konferansların, gençlik buluşmalarının, çalışma gruplarının ve konserlerin yer aldığı Blockupy-Festival’i 20-23 Kasım tarihleri arasında gerçekleşti. Blockupy’ın yeniden harekete geçeceği gelecek protesto alanı ise 2015’te açılması beklenen Avrupa Merkez Bankası yeni ana merkez binası olacak gibi duruyor.

INTERVENTIONISTISCHE LINKE – Müdahaleci Sol / Almanya
Blockupy’ı da organize eden Interventionistische Linke grubu yerel mücadelelere müdahil olarak emek mücadelesine günümüz ihtiyaçlarına yönelik bir alternatif getiriyor. Interventionistische Linke’den Anton Haffner sorularımızı yanıtladı:

Interventionistische Linke’nin temel amaçlarını açıklayabilir misin?
Almanya ve Avusturya’da sosyal olarak geçerli radikal sol politika üretimi yetersiz. Büyük bir çoğunluk sessizce iktidarı kabulleniyor ve destekliyor. Marjinal radikal sol grupların büyük bir kısmı da akademik tartışmalara hapsolmuş ve kendi kendilerine kavga eder hâlde. Biz daha büyük sosyal mücadelelere aracılık ederek solun marjinalleşmesini aşmak ve böylece üstünlük sisteminin parlatılmış yüzeyinin altında ortaya çıkan çatlakları derinleştirerek somut başarılar elde etmek istiyoruz. Bizim için bu yerel mücadelelere müdahil olmak anlamına geliyor; kira ve konut üzerine mücadeleye, göçmenlerin mücadelesine, Neo-Nazilere ve milliyetçiliğe karşı birleşmeye ya da üreme hakları için feministlerin mücadelesine...

Ama aynı zamanda da geniş çapta görünür olan, pozisyonlarımızı topluma duyuracak, bireysel güçlenmeyi ve  katılanların radikalleşmesini hedefleyen sivil itaatsizlik eylemleri düzenlememiz anlamına da geliyor.

Örgütlenmenizden ve nasıl çalıştığınızdan bahsedebilir misin?
Geçtiğimiz bir yıl içinde Almanya ve Avusturya’daki 20 şehri aşkın yerden gruplar Interventionistische Linke adı altında, parçalanmış ve güçsüzleşmiş bir radikal solun etkisizliğini alt etme arzusuyla birleşmiş durumda. Biz farklı tarihi deneyimleri ve kişisel durumları, teorik yönelimleri ve politik odak noktalarını bir araya getiriyoruz. Birkaç ayda bir yaptığımız toplantılarda merkezi stratejik ve örgütsel konuları tartışıyoruz. Ama asıl iş, farklı çalışma gruplarınca ve farklı şehirlerde yapılıyor. Tüm çalışma gruplarının özerkliğine güveniyor ve kararlara katılımcı ve kolektif tavırlar içinde varmayı arzu ediyoruz.

Buna bağlı olarak da tahakkümün iç yapıları üzerine de sürekli düşünülüyor. Neredeyse bütün eylemlerimizde sivil toplum aktörlerinden taban örgütleri gibi radikal gruplara farklı oluşumlarla birlikte hareket ediyor, onlardan bir şeyler öğreniyoruz. Mahallede de aynı şekilde, ulusötesi hareket ederken de –Agora99 sürecinde olduğu gibi– aynı şekilde davranıyoruz.

Frankfurt Avrupa Merkez Bankası eyleminin nasıl gerçekleştiğini kısaca anlatabilir misin?
2011’den beri Güney Avrupa’da gerçekleşen büyük çaplı protesto hareketleri Avrupa Komisyonu Troykası, IMF ve Avrupa Merkez Bankası tarafından dayatılan kemer sıkma politikalarını zorluyor. Buna rağmen Almanya’da (fırtına öncesi sessizlik zamanında) neoliberal kapitalist ideoloji ve Almanya’nın ulusal çıkarları nadiren sorgulanıyordu. Almanya ve ötesinden farklı gruplarla ortak hareket ederek Avrupa Merkez Bankası’nı büyük ve renkli gösterilerle engellemek istedik. Genel merkezi Frankfurt’ta olan Avrupa Merkez Bankası, sermayenin çıkarlarını sistematik olarak onun ilkelerinden ötürü acı çekmek zorunda kalan insanlardan üstün tutarak antidemokratik bir kurum olmanın kitabını yazıyor. Eylem büyük bir polis baskısı ve gösteri hakkının reddedilmesiyle karşılık buldu. Ama yine de binlerce insanı mobilize etmeyi başardık.

Daha güçlü ulusötesi bağlantılar ve Agora99 süreci bu mobilizasyonların bir başka sonucuydu. Eğer yöneten güç de giderek uluslararası bir aşamada oluşturuluyorsa hegemonyaya karşı bir güç oluşturma süreci de ulusal sınırları (ve AB’nin sınırlarını) aşmalı. Şu anda Avrupa Merkez Bankası, 1,2 milyar avroluk yeni bir binaya taşınıyor. Önümüzdeki sene bu açılışı bloke etmek ve aşağıdan bir alternatif sunmak için hazırız.

Image

FUNDACION DE LOS COMUNES – Müşterekler Vakfı / İspanya - İllüstrasyon: Vardal Caniş Su

Müşterekler Vakfı, İspanya’da hem toplumu hem de bireyleri doğrudan şekillendiren bağımsız araştırma, eğitim, yayıncılık, siyasî müdahale ve toplumsal hareketlerin yarattığı deneyimlerin etkisinden beslenerek ortaya çıktı. Çobanın götürdüğü her yere sürüklenmeyi reddeden bir toplum oluşturmak için gereken en önemli faktörlerden biri nedir? Eleştirel düşünce. Müzeler ve üniversiteler gibi geleneksel kültür-sanat kurumlarının etkisini ve gücünü yitirmeye başladığı bir dönemde, Müşterekler Vakfı yeni bir kurumsal model ve sosyal ağ kurarak eleştirel entelektüel üretimin devamlılığını hedefliyor. Siyasal tartışma ve siyasî-kültürel üretim platformu sunan Müşterekler Vakfı’nın odaklandığı konular şöyle: 

  1. Küresel ekonomik krizin bireylerin gündelik yaşamlarındaki etkisi.
  2. Bu küresel sürecin bölgesel, ulusal ve Avrupa seviyesinde etkileri.
  3. Sosyal ve kültürel çatışmaların en yoğun olduğu ve küresel fenomenin bütün maddiyatı ve kompleksliğiyle en iyi işlediği yerler olan metropoliten şehirlerin incelemesi.

Image

CONSULTARIA AUTOGESTITA / Milano, İtalya - İllüstrasyon: Ezgi Beyazıt

Burası doğum kontrol, hamilelik, kürtaj, kadına yönelik şiddet gibi konularda kadınlara hizmet sağlayan otonom bir kadın kliniği. Consultaria, Milano merkezli olsa da aslında dünyanın hemen hemen her yerinde kadınların genel olarak karşılaştığı sorunlarla kendi alanında yüzleşiyor. Doğum kontrol yöntemleri konusunda birçok kadın yeterince bilgiye sahip olamıyor ve yanlış ilaç kullanımı önüne geçilmesi gereken çok önemli bir sorun. Göçmen kadınlar gerek dil yetersizliği, gerek de bilgi eksikliği nedeniyle sağlık merkezlerine ulaşmakta büyük güçlük çekiyor. Kadınlar yaşadıkları menopoz, hamilelik, cinsel hastalıklar, şiddet veya takip edilme gibi problemleri çözebilmek için yeterli referans noktası ya da diğer kadınların deneyimlerini öğrenebilecekleri bir platform bulamıyorlar. Consultaria’nın amacı bu sorunları ve her türlü sağlık problemini ilaç kullanarak giderme eğiliminden kurtararak danışma ve bilgilendirme yoluyla çözmek.

Image

ESC ATELIER / Roma, İtalya - İllüstrasyon: Vardal Caniş Su

ESC Atelier, 2004'ten beri var olan ve öğrenciler, işçiler, azınlıklar ve göçmenler üzerine farklı projeler üreten bir oluşum ve aynı zamanda sanata destek veren bir mekân. ESC Atelier, Roma’da Via dei Volsci, 159-San Lorenzo adresinde konumlanan mekânında atölyeler, sergiler, elektronik müzik ve tekno partileri gibi birbirinden farklı etkinlikler düzenleyerek hem genç nesli hedefliyor hem de turistleri kendine çekerek uluslararası ortamda görece az da olsa duyulmuş oluyor.

2009’un temmuz ayında yüz öğrenci ve işçinin işgal ettiği ve Point Break adını verdiği işgalevi ise ESC Atelier üyelerinin kendi işlerini ve projelerini ürettiği, orada yatıp kalktığı buluşma noktası. Point Break işgalevi İtalya’da ödenemeyecek derecede yüksek olan kiralara ve devletin bu konudaki eksik politikalarına bir başkaldırı. ESC bünyesindeki projelerden bir diğeri ise, özellikle İtalya’da yaşayan Romanlara yönelik olan ESCOOL. Bir dil okulu olan ESCOOL’da haftada iki gün ücretsiz İtalyanca dersi veriliyor. Infomigrante projesi ise ESC’nin vatandaşlık hakları üzerine çalışan ve göçmenlere yasal danışmanlık yapan departmanı.

ÖNCEKİ Samsung NX1 ilan SONRAKİ “Belki oyuncu değilim, ressam hiç değilim!”: Güven Kıraç
Bu yazıyı paylaş