İstikrar daima kazanır: Low

Bu yazıyı paylaş
İçerik

İstikrar daima kazanır: Low

Röp: Chris McLaren – İllüstrasyon: Okan Arabacıoğlu
ÖNCEKİ Renkler, evrensel hisler ve kendini unutabilmek: Panda Bear SONRAKİ Müziğin içinde dönemleri duymak: Kronovox Archives

Alan Sparhawk, Low’un 21-22 Ocak’ta Salon İKSV’de verdiği konserler öncesinde Bant Mag.’ın sorularını yanıtladı.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

90’ların başındaki bağımsız müzik piyasasına şöyle bir baktığınızda Blitzkrieg tarzı hardcore, çetrefilli post-hardcore, ağır indie rock ve grunge gibi türlere rastlarsınız. Bütün bu alt türlerin ortak özelliğiyse yüksek desibelli müziğin gürültüsünün ertesi sabaha kadar kulağımızı çınlatmasıdır. Belki buna bir cevap olarak, ya da dönemin yaratıcılığının bir diğer sonucu olarak, bazı gruplar da sesi kısıp bu gürültüyü azaltmaya yöneldi. Codeine, Bedhead ve Galaxie 500 gibi gruplar narin perküsyonlar, temiz gitar sesleri ve sakin vokallere dayanan bir müzik yaratmaya başladı. Bu müzik doğası gereği sessiz sakin ilerliyordu, bunun sonucu olarak bu gruplar “slowcore” olarak adlandırıldı.

Bütün bu yenilikçi gruplar arasında hiçbiri Low kadar sağlam bir yere sahip olamadı. Kültürel bir ortamın tam ortasında, Minnesota’da Duluth’ta 1993 yılında kurulan grubun özünde, yıllar boyu değişen basçıları bir yana koyarsak, aynı zamanda evli bir çift olan ikili Alan Sparhawk (gitar, vokaller) ve Mimi Parker (perküsyon, vokaller) yer alıyor. Sparhawk ve Parker’ın vokalleri arasındaki etkileşim (belki de en iyi 2001 albümü Things We Lost in the Fire’daki “Sunflower” parçasında tanık oluyoruz) Low’u kendi dönemindeki diğer gruplardan ayırıyor. Kranky ve Rough Trade gibi plak şirketleriyle çalışmasının ardından 2005 yılında Sub Pop ile anlaşma imzalayan grup, bu şirketle o zamandan beri dört albüm yayınladı, bunların içinde son olarak 2013 yayınlanan ve büyük başarı yakalayan The Invisible Way de yer alıyor. Son yıllarda Low’un parçaları çok daha canlı ve deneysel gibi görülebilir, ama aslında Low, özünde aynı Low olmaya devam ediyor.

Sparhawk, Low’un 21-22 Ocak’ta Salon İKSV’de verdiği konserler öncesinde Bant Mag.’ın sorularını yanıtladı.

Kurulduğunuzdan beri Low hep “slowcore” türü ile bağdaştırıldı. Peki sizi yeni tanıyanlar için Low’u nasıl tanımlarsın?
Söylediğin gibi en başlarda ağır ve sessiz olarak tanımlanmış olsak da müziğimiz bu 20 yıl içerisinde gelişti ve zaman zaman farklı yönlere kayarak deneyselleşti, ancak yine de vokallere ve hafif düzenlemelere odaklandı. Ancak “slowcore” müziğimize dair bir fikir verebildiğinden, yine de iyi bir tanım olabilir.

Albümlerinin çoğunu birbirine benzer bir enstrüman dizisi eşliğinde kaydetmiş bir grup olarak yeni bir proje için prodüktörlerde sizi çeken şey ne oluyor? Bir Low albümünün kaydında onlardan neler bekliyorsun?
Sevdiğimiz ve güvendiğimiz kişilerle çalışmayı seviyoruz, çünkü yarattığımız şeyler hakkında yeni bir bakış açısı kazanmamızın bir yolu da bu. Saygı duyduğunuz bir kişiyle çalışmak sizi tek başına yapabileceğinizden çok daha ileri bir noktaya taşıyor. Ne kadar özgün ve bireyselse o kadar iyi.

Low’un parçalarının çoğunun sade doğasını göz önüne alırsak, nispeten küçük konser salonlarındaki gürültülü kalabalığa çalmanın zorluklarını yıllar içinde nasıl aştınız?
Bu işe başladığımızda sıradan rock kulüplerinin beklentilerine zıt bir şeyler yapacağımızı biliyorduk. İlk konserimizden çoğu insanın bizi anlamayacağını, ancak müzikle bizimki gibi bir ilişki kuran bir grup insanın da bizi anlayacağını seziyorduk. Bir grup kurmamızın sebeplerinden biri de işte buydu, insanlara onları zorlayan bir şeyler sunmak istiyorduk. Görmezden gelinmek, bağırılmak ve sahnede üzerimize bira şişeleri atılmasıysa pek de ummadığımız şeylerdi.

İlk Retribution Gospel Choir kaydı ( Sparhawk’ın “rock grubu” ve yan projesi) Low’un albümlerinin çoğuyla tam bir zıtlık oluşturuyor, ancak RGC’nin son albümü bir açıdan dönüp dolaşıp Low’a geliyor gibi. RGC senin için nasıl bir çıkış noktası oluşturuyor?
Birçok açıdan baktığımda Low ve RGC arasındaki ana farkın davulcular olduğunu söyleyebilirim. Ben ise her iki grupta aynı kişiyim, birinde diğerinden daha farklı bir şey yaratmıyorum. Her iki davulcunun doğası yapabileceklerimizi belirliyor.

Image

Fotoğraf: Ali Güler

Low’un müziği genel olarak “neşeli” olarak tanımlanamasa da Rihanna ve Outkast’ın parçalarını yorumlamanızla eğlenceli bir yanınızı da görüyoruz.
Her zaman tek tük parça yorumlamışızdır. Bazen birisi bizden saygı albümüne katkıda bulunmamızı istediğinde bir parçayı yorumlayabiliyoruz, bazen de bir parçayı çok seviyorsak onu yorumlamanın ilginç olacağını düşünüyoruz.

Öte yandan, bazı Low parçaları da Robert Plant ve Mavis Staples gibi isimler tarafından yorumlandı. “Stairway to Heaven”ı söyleyen sesin senin yazdığın dizeleri söylediğini duyduğunda tepkin ne oldu?
İnanılmazdı, bizim için çok büyük bir sürpriz olmuştu. Ne kadar acayip hissettirdiğini tahmin edebilirsin. Mavis “Holy Ghost”u yorumladığında, neredeyse her şeyi bırakma noktasına gelmiştim, o Tanrı’nın bir lütfu.

Müzik partnerinle evlisin ve iki çocuk babasısın, aile senin için ne anlam ifade ediyor?
Diğer bütün ebeveynler için olduğu gibi benim için de çocuklar hayatın bir parçası, hattâ hayatın ta kendisi.

Mormon kilisesinin genel tutumuna karşı durarak eşit evlilik haklarını desteklediğinizi duyurdun. İnancının ne kadarının kişisel ve manevi bir yorumlama olduğunu düşünüyorsun ve bu resmi kurumla ilişkini nasıl tanımlarsın?
Bakış açımızın diğer birçok Mormon kilisesi üyesinden farklı olduğunu düşünüyorum. Diğer üyelerin çoğu daha tutucu politik fikirlere sahipler ve bu fikirleri savunma konusunda da oldukça aktifler. Aslında kilise başkanlığı, üyelerine kendilerinden daha farklı bir hayat tarzı olan ya da farklı düşüncelere sahip kişilere saygı duymayı öğütlüyor. Ne yazık ki bazı üyelerin yaptıkları bu fikri gölgeledi ve yaşananlardan kiliseyi sorumlu gösterdi, ama bu kiliseyi ömrü boyunca takip etmiş bir üye olarak şunu söyleyebilirim ki şu âna kadar başka bir bireye “öteki” olarak bakmama sebep olacak bir kilise öğretisi duymadım.

2005’te bir turnenizi kafanı toplayabilmek için iptal etmiştin. Kişisel deneyimini göz önüne alırsak, basının Elliott Smith ve Jason Molina gibi isimleri efsaneleştirmesi hakkında ne düşünüyorsun?
Depresyon eğlenceli, havalı ya da üretkenliği sağlayan bir şey değil. O çocuklar harika müziklerini ruhsal sorunlarından dolayı değil, bu sorunlara rağmen yapabildiler. Sabahları kalkıp bir şeyler üretebilen kişilere hayranım. İntihar eden kişilerin zayıf olduğunu söyleyenlere de katılmıyorum, bu kişiler sanrısal olsalar bile oldukça cesurlar. Eğer intiharın tek seçenek olduğunu düşünsen yapar mıydın? Bunun cevap olduğunu söylemiyorum, ama onlar kendi cevaplarını bulmuş olmalılar.

20 yılın ardından neyi Low’un mirası olarak görmek istersin?
Çocuklarımızı büyütüp onların ihtiyaçlarını karşılayabilmek. Şu an için umduğum tek şey bu.

ÖNCEKİ Samsung İlan SONRAKİ Müziğin içinde dönemleri duymak: Kronovox Archives
Bu yazıyı paylaş