Kısalar

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Kısalar

Yazı: Alex Mazonowicz, Altay Aydemir, Emre Karacaoğlu - Foto: Şener Yılmaz Aslan
ÖNCEKİ Ayaküstü: Girişim şart SONRAKİ Teftiş

“DEAR CATASTROPHE SINGER”*

Yazı: Alex Mazonowicz

Rick: Gidip milletvekilimle konuşacağım.
Neil: Senin bir milletvekilin yok Rick, sen anarşistsin.
Rick: Hmm… Ben de Echo and the Bunnymen’in solistiyle konuşurum o zaman!

“The Young Ones” (1990’larda BBC’de yayınlanan bir komedi şovu)

Pek çok kişi gibi ben de gençken müzisyenlere, belki de abartılı denilebilecek bir saygıyla bakardım. Müzisyenleri, yazarları ve sanatçıları kafamda gereğinden fazla romantize ediyordum. Bana göre bir yazar ya da bir yaratıcının böylesi iyi işler ortaya çıkarabilmesi için herkesinkinden üstün bir duygusal zekaya sahip olması gerekirdi. Etrafımızı saran dünyaya ve insanlığa dair çok daha üstün bir algı, varoluşa dair derin bir sezgi…

Biz de onlarla birlikte büyürken, toplumla uzlaşamayan, uyuşturucu bağımlısı, kadın delisi ve hatta dinle kafayı bozmuş tiplere dönüşmelerine izin verdik. Bunlar, onlara bahşedilen yeteneğin yan etkileriydi… Aldıkları ilham için ödemeleri gereken bedeller… Gerçekten kötü olanları da var elbette. Bono, Eric Clapton ve bir sürü daha… Onlar söz konusu olunca  da “yanlış yola saptılar” diye düşündüğüme emin miyim? Yani, gelen şöhret ve servet ile birlikte yanlış yola sapmış olmalılar. Tabii ki Clapton gerçekten de ırkçı olamaz! Hele ki tüm parasını siyahi müziğinden çalıp çırparak kazanmışken…

“Parkınızda olup bitenleri gördük” dedi Stuart Murdoch, İstanbul’daki Belle and Sebastian konserine gelmiş kalabalığa. Tahmin edilebileceği üzere herkes coştu. “Yaşananları tüm kalbimizle hissettik” diye devam etti. “Biz de olsak aynısını yapardık.”

2013 Ağustos’unun sonlarına doğru, güneşli bir akşam üstünde gerçekleşen Türkiye’deki ilk Belle and Sebastian konserini dolduran kalabalık tam da bu hislerin peşindeydi. Ve bunda da içtendiler… Siyasetçiler bizi yarı yolda bıraktığında, gazeteciler korkak davrandığında tüm dünya bize sırtını dönmüş gibi hissederiz ve aykırı kültürün sesimizi duyurmasını bekleriz. Konserde o anda sesimizi duyurdu mesela… Değil mi? Orayı dolduran seyirciler, çok sevdikleri bir grubun indie pop parçaları eşliğinde eğlenirken mücadelelerinin tanındığını hissetti. Değil mi?

“Tabii bunlar İngiltere’de olsaydı her şey son derece güzel ve sakin geçerdi” diye ekledi Murdoch.

İşte o anda öfkeden başka bir şey hissedemedim. Sahici, fiziksel, midemin derinliklerinden gelen bir öfke… 2011 yazında İngiltere’de şiddet patlaması yaşandığında, ülkemde olan bitenleri uzaktan izledim.  Silahsız siyahi bir vatandaşın vurulması üzerine başlayan protestolar, İngiliz polisinin 16 yaşındaki bir kıza gözaltı sırasında yasadışı şiddet uygulamasıyla birlikte farklı bir boyuta ulaştı. Ayaklanmalar Londra’nın her bir tarafına ve diğer büyük şehirlere yayıldı. Arabalar yakıldı, dükkanlar yağma edildi ve sonrasında her şey duruldu. Yaşananlar “güzel ve sakin” dışında her şeydi.

İyi niyetli düşünecek olursak Stuart Murdoch’un yaptığı yorumlar naif ve unutkan olmasından kaynaklanıyordu. Peki, olaya kötü tarafından bakarsak, seyircinin hoşuna gitmek için kendi ülkesinde olan ayaklanmayı yok sayıp kasten böyle konuşmuş olabilir mi? Murdoch’un Gezi eylemcileriyle aynı hisleri paylaşmasının sebebi pek çoğunun sanatsal eğilimler göstermiş olması mı? Yoksa çoğunluğun öğrenci olması mı? İngiltere’de medyanın tüm bunları, orta sınıfın İslamcı hükümete karşı protestosu şeklinde göstermesi olabilir mi? İngiltere’deki ayaklanmaları daha anarşik olduğu için mi yok saydı, farklı bir toplumsal sınıfın hareketi olduğu için mi? Ya da siyahiler çoğunlukta olduğu yok saymış olabilir mi?

Bunların doğru olduğundan şüpheliyim. Sutart Murdoch’un böyle konuşmasının sebebi gerizekalı ve ne dediğini bilmiyor olmasıdır diye umuyorum. Peki madem böyle düşünüyorum, neden öfkeleniyorum?

Çocukken 60’lı ve 70’li yıllara gıpta ederdim. Aykırı kültür hareketlerinin bir anlamı vardı ve popstar’lar ciddi meseleler hakkında konuşurlardı. Onların görüşleri ve yaptığı yorumlar üzerimde büyük etki gösterdiği gibi hala da aklımdadır. Öfkeliyim çünkü Murdoch’un söyledikleri onu gözümde sığlaştırdı ve tüm o yazdığı şarkılar, ki büyük bir kısmına bayılırım, benim için acımsı bir tat taşıyacak artık bir süre.

Neticede, hala bir şeylerin naif kalabildiğine inanıyorum. Sanatçıların dünyada olup bitenler hakkında konuşmasını istiyorum çünkü gazeteleri açtığımızda gördüklerimiz hiç de iyi değil. Bir tarafım hala karanlığın dışında müziğin olduğuna inanıyor. Hatta daha da umutlu olduğum anlarda, müziğin ve sanatın dünyayı kurtarabileceğini düşünüyorum.

Tabii sihirli gözlerini gerçekten olup bitene çevirirlerse… Eğer olup bitenler hakkında konuşamayacaklarsa da… Bu durumda çenelerini kapasalar daha iyi olur!

*Belle And Sebastian’ın “Dear Catastrophe Waitress” (Sevgili Fecaat Garson) parçasına istinaden. 

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

SORU CEVAP: THE AWAY DAYS

Röp: Altay Aydemir

The Away Days’den Oğuzcan Özen ile ilkbahar, yaz ve sonbahara dair…

Mart ayında SXSW (ABD) festivalinde, hemen ardından mayıs içerisinde Brighton ve Londra (İngiltere) olmak üzere iki farklı ülkede önemli etkinliklerde çaldınız. Yurtdışı deneyimleri hakkında ne söyleyebilirsin?
Zaten hedefimiz yurt dışında bir etki yaratmak. Bunun için çok önemli iki adımdı bu konserler. Özellikle SXSW kesinlikle yaşanması gereken bir deneyim her grup için.

NME dergisinin temmuz sayısına Gezi Parkı protestolarıyla ilgili bir röportaj verdiniz, bu olay nasıl gelişti?
SXSW sonrası NME ile zaten iletişimdeydik ve bu Gezi Parkı olayları başladığında olanları geniş kitlelere ulaştırmak ilk hedefimizdi. NME'de İngiltere'nin en popüler müzik magazini olarak buna çok uygundu. Biz de bir röportaj ayarlayıp elimizden geleni yaptık.

Önümüzdeki sezon içerisinde The Away Days’e dair ne gibi gelişmeler var?
Önümüzdeki 1-2 ay içerisinde bir single yayınlayacağız ve 2013 bitmeden albüm kayıtlarına başlamayı planlıyoruz. Albüm çalışmalarını çok büyük ihtimalle Londra'da çok iyi bir prodüktör olan Eliot James (Two Door Cinema Club, Bloc Party) ile sürdüreceğiz.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

ÜLKEME DAİR HAKİKATİ BİR ŞARKI SÖZÜNDE ARIYORUM

Yazı: Emre Karacaoğlu

Ülkeme bakıyorum ve sadece bir şey düşünebiliyorum: “parçaların aslında birbirine uyduğunu biliyorum çünkü ayrışmalarını izlemiştim.”

Amerikalı modern prog rock grubu Tool’un “Schism” (Türkçede “bölünme,” “hizipleşme”) parçasının sözlerini alıntıladığımı Tool severler hemen anlamıştır zaten. Parçanın sözlerine dikkat edin; bizimki gibi sınıflar arası mesafelerin uçurum olduğu, ırk/din/mezhep kavgalarının gündemden düşmediği ve cinsiyetçiliğe dayanan ayrımcılığın gelenek hâlinde kuşaktan kuşağa geçtiği toplumları ve onları bekleyen sonu çok güzel ifade ediyor: “Ateşimizi besleyen ışık aramızda bir delik açtı/O yüzden bir sona varamıyoruz, iletişimimizi sakat bırakıyoruz/…/Suç yok, suçlayacak kimse de yok/Bu demek değil ki ben de istemiyorum/Parmakla işaret etmeyi, ötekini suçlamayı, tapınağın yıkılmasını, parçaları yeniden bir araya getirmeyi, iletişimi yeniden keşfetmeyi/Tartışmadan doğacak şiir değerlidir, uyumsuzlukta güzellik bulmak da öyle/Büyüyüp, iletişimimizi güçlendirmezsek, parçalanmaya mahkûmuz.”

Toplumsal meselelerde sanata kulak asmak âdetimiz değildir, o yüzden schism sözcüğü bir şarkı ismi olarak çoğumuzu etkilemeyecektir. O zaman, schismogenesis kavramından bahsedelim. Terimi ortaya atan İngiliz antropolog, sosyal bilimci Gregory Bateson anlatsın bize kaderimizi.

Schismogenesis, Yunancada “ayrışma” anlamına gelen skhisma ve “doğum, yaratım” anlamına gelen genesis sözcüklerinden oluşmuş, “ayrışmanın yaratımı” şeklinde açıklanabilecek bir terim. Bateson, kavramı 1930’larda, gruplar arasındaki bazı sosyal davranışları açıklamak için kullanmıştı. “Tamamlayıcı” ve “simetrik” şeklinde iki tipi olduğunu ileri sürmüştü. “Tamamlayıcı” tip, daha çok sınıfsal davranışları tasvir etmekte. Örneğin, baskın, egemen grup ya da iktidar, itaat eden, edilgen gruba ya da tebaaya X davranışında bulunur. Tebaanın yanıtı da Y davranışı olur. X ve Y davranışları birbirlerini tamamlar ya da birçok durumda olduğu gibi birbirlerini ateşler, daha abartılı davranışlara sürükler. Sonuç da kaçınılmaz olarak anlaşmazlık, çatışma, düşmanlık ve dengenin/düzenin parçalanmasıdır. “Simetrik” tip ise halk dilinde sıkça kullandığımız “sidik yarışı”nın bire bir karşılığıdır. Aslında aşağı yukarı birbirlerine denk olan iki grubun sadece çatışmadan beslenmesi, hattâ varoluş güçlerini bu mücadeleden almalarıdır. Daha fazla çatışmadan başka bir amaca hizmet etmeyen, saçma bir çekişmedir. (Buna en sık verilen örnek de ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaş dönemi nükleer yarışıdır.)

Ülkemizin içinde bulunduğu siyasal girdapların analizi ya Tool’un şarkı sözünde ya da Bateson’ın bu sosyal bilimler teriminde yatıyor işte. Normalde tez-antitez-sentez temeli üzerine kurulu olması gereken tartışmaların yerinde karşılıklı sindirmeler, tehditler, hakaretler ve hiç bitmeyen ödeşmeler görüyorum. Herkes birbirini suçluyor. Size de öyle gelmiyor mu: politika artık tamamen tıkanmış durumda. Ötekileştirme ve karşıtlıklar üzerine kurulu bu düzenden ülkemizin ve dünyamızın problemlerini çözmesini beyhude bir şekilde bekliyoruz. Aslında tek kabiliyetleri lobi yapmak olan, varlıklarını schismogenesis üzerine kuran siyasetçiler yerine “bütünleştirme” ve “birlik yaratma” edimlerinin peşindeki sanatçı ve bilim insanlarına kulak asmak daha doğru bir adım değil mi?

ÖNCEKİ Ayaküstü: Girişim şart SONRAKİ Teftiş
Bu yazıyı paylaş