Alper Canıgüz ve Cehennem Çocuğu

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Alper Canıgüz ve Cehennem Çocuğu

Röp: J. Hakan Dedeoğlu - İllüstrasyon: Mert Tugen
ÖNCEKİ Bu ay ne izlesem? SONRAKİ Sürekli İşleyen Bir Dijital Medya Kovanı: MODE İstanbul

Alper Canıgüz’ün Oğullar ve Rencide Ruhlar’ını okuyan hemen hemen herkesin, kitabın kahramanı Alper Kamu’nun edebiyat tarihindeki tuhaf dedektifler arasında yerini alacağına emin olduğundan şüphem yoktu. 2008 tarihli Gizli Ajans ile “acaba Kamu, tek seferlik miydi?” demiş olabiliriz ama Cehenemm Çiçeği’nin gelişiyle (tam 9 yıl beklemiş olsak da) kahramanımızın akıbeti netleşti; o uzun bir süre bizimle olacak.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

5 yaşında çürümenin başladığına inanan, arada sırada kafaya rakı diken, ona buna çok yerinde laflar çakan, hayata dair belki de biraz karanlık tespitler yapıp duran, edebiyatı çok seven ama hepsinden öte cinayet çözmeyi kendine görev edinen Alper Kamu’nun felsefe, mizah ve cinayet üçgeninde orta sınıf bir İstanbul mahallesinde cereyan eden maceraları Türk edebiyatının en kendine has eserleri arasında yer alıyor.

Oturup burada uzun uzun kitapların neyden bahsettiğini anlatmaya çalışmanın bir lüzumu yok. Bilen zaten biliyor ve muhtemelen giriş paragraflarını atlayıp hemen soru-cevap’a geçecektir. Bilmeyenler ise, şu an bu yazıyı okuyarak sadece zaman kaybediyorlar. Tek yapmaları gereken en yakındaki kitabevine gidip Alper Kamu kitaplarını edinmek olacaktır. Elbette Canıgüz’ün Alper Kamu’dan ibaret olamayacağını Tatlı Rüyalar ve Gizli Ajans’ın da es geçilemeyeceğini ekleyelim.

Evet, Alper Kamu zehir zemberek geri döndü ama aslında akıbeti her zaman belliymiş, daha ilk roman biter bitmez ikinci kitabın rotası çizilmiş. Artık elimizde iki günde bitirip sonra da yıllarca yolunu gözleyeceğimiz bir serimiz var.

“Alper Kamu hikâyeleri konvansiyonel polisiyeler olmamakla birlikte, bu türün kurallarına tamamen sadıktır ve az buçuk roman okuyan herkes bilir ki polisiye kahramanların pek çok hikâyesi olur.”

Alper Kamu’ya geri dönme fikri her zaman var mıydı? Yoksa Gizli Ajans’tan sonra aldığın bir karar mıydı?
Alper Kamu’nun ikinci hikâyesini, daha Oğullar ve Rencide Ruhlar’ı yazarken kurgulamaya başlamıştım. Tam da o dönemde vefat eden amcamın fotoğrafları arasından çıkan ve üzerinde “Hayatım boyunca sevdiğim tek kadın, Adalet” yazan fotoğraf olmuştu ilham kaynağı. Ayrıca Alper Kamu hikâyeleri konvansiyonel polisiyeler olmamakla birlikte, bu türün kurallarına tamamen sadıktır ve az buçuk roman okuyan herkes bilir ki polisiye kahramanların pek çok hikâyesi olur. Sherlock Holmes’tan, Hercule Poirot’ya, Maigret’den Behzat Ç.’ye, Dupin’den Remzi Ünal’a... Sayılamayacak kadar çoktur örnekleri. Hâl böyleyken, “Vayy tuttu ya ilki, yaz tabiî devamını” türünden eleştirilerdeki cehalet ve kötü niyet hakikaten akıllara durgunluk veriyor. Bu sorunuzu biraz uzun ve ayrıntılı yanıtlamamın sebebi bu türden zırvalıkların beni hakikaten çok sinirlendirmesi, kusura bakmayın.

Alper Kamu hayatımızda yer almaya devam edecek mi?
Umuyorum, evet. Hattâ üçüncü hikâyeyi kurgulamaya başladım bile, ama sırada yazmayı düşündüğüm başka bir roman var.

Yazarken sana genelde ne tip müzikler eşlik ediyor ya da ediyor mu? Cehennem Çiçeğini yazarken favori bir albümün var mıydı?
Favori albüm adı veremem ama Cehennem Çiçeği’ni yazarken Vladimir Horowitz dinledim çok. Serge Gainsbourg’un Cannabis’i ve Eric Demarsan’ın Le Cercle Rouge film müzikleri de sıkça eşlik etti yazma sürecine.

Kitapta 1 Mayıs’ta yaşanan olaylara dair güzel bir iğneleme var ufak da olsa. Eğer Gezi sürecinde kaleme almış olsaydın ufak da olsa dâhil eder miydin romana?
Bilemiyorum ki? Neticede o sözünü ettiğiniz pasajda 1 Mayıs gösterileri örnek gösterilse de, devletimizin pek hazzetmediği eylemlere karşı tavrı çok farklılık göstermiyor. Gazdan copa, TOMA’dan plastik mermiye, oradan gerçek mermiye uzanan araçlarla, artık söz konusu eylemin tehditkârlığı konusundaki değerlendirmesi neyse, ona göre müdahalede bulunuyor. Gezi olaylarının elbette kendine özgü bir yanı vardır ama devletin refleksleri açısından değişen pek bir şey yok.

“Benim de kimi zaman çileden çıkıp birilerine ters birşeyler söylediğim oluyor ama Alper Kamu’nun eline su dökemem o konuda.”

Kitapta İstanbul’un bahçeli apartmanlı orta sınıf mahallelerine has durağan, görkem ya da trajediden uzak aile yaşamlarına da bir bakış var. Biraz da karanlık bir portre çiziliyor sanki, özellikle büyüklerin dünyasına dair. Çocukların gözünden büyüklerin dünyası mı okuduğumuz, yoksa sana dair bir gözlem mi okuduklarımız?
Her ikisinden de var biraz herhâlde. Çocukluğumun geçtiği Acıbadem’deki mahalle ve oradaki arkadaşlarımdır anlattıklarım. Kara mizah için epeyi elverişli malzemelerdir hepsi. O gün yaşadıklarımızı, hissettiklerimizi bugünkü aklımla aktarmaya çalışıyorum.

Alper Kamuları film izler gibi okudum. Film olmak için çok yatkın ikisi de. Filme çevrilmesi için bir teklif aldın mı hiç? Ya da ister miydin? Alper’i herhangi bir çocuk canlandırabilir miydi acaba?
Evet bu konuda irili ufaklı yapım şirketlerinin epeyi bir girişimi oldu, hiçbiri neticelenmedi. Oyuncu konusu, dile getirilen problemlerden biri olmakla birlikte aşılamayacak bir mesele değil bence. Sanıyorum asıl sorun, ilk bakışta filmleştirmesi çok kolay gibi görünen bu hikâyelerin, işe sıvandıktan sonra hiç de öyle olmadığının fark edilmesinden kaynaklanıyor. Bizdeki sinema endüstrisi çok da gelişmiş değil malûm, çoğu yönetmen, yapımcı kitapları okuyup başta büyük heyecan duysa da, zaman geçtikçe “olası sıkıntılar” üzerinde yoğunlaşmaya başlıyor ister istemez. Benim bu konudaki yaklaşımım menfî değil ama asla film olsun da çamurdan olsun demem, diyemem. Ancak dirayetli bir yapım şirketi ve yetenekli insanlarla çalışılırsa ortaya iyi bir sonuç çıkabilir elbette.

Alper Kamu ona, buna çok sağlam laf yapıştıran bir çocuk. Okuyucu ister istemez kitap karakterleri ve yazarı arasında ilişki kurmaya çalışır ya, ben de merak etmeden duramıyorum, sen de yeri geldiğinde lafını esirgemeyen biri misin?
Yazmanın yaşama kattığı avantajlardan biridir bu. Fransızcaya Diderot’nun kazandırdığı bir kavram vardır “L’esprit de l’escalier” diye, ki komedyenin paradoksu diye de bilinir. Türkçeye merdiven zekâsı diye çevrilebilir kabaca. Anlamı şu oluyor; size bir laf ediliyor ve o anda söyleyecek bir şey bulamıyorsunuz ama ortamdan ayrıldıktan sonra (yani herkesle vedalaşıp merdivenleri inerken) aklınıza müthiş bir karşılık geliyor. Ah o zaman aklıma gelecekti de koyacaktım taşı gediğine diye hayıflanıyorsunuz ve fakat iş işten geçmiş oluyor. Eğer söz konusu durum bir hikâyede geçiyorsa, merdivenleri geri tırmanıp muhatabınızı morartmanız mümkün hâle geliyor. Benim şahsî tecrübelerime gelince... Kimi zaman çileden çıkıp birilerine ters birşeyler söylediğim oluyor ama Alper Kamu’nun eline su dökemem o konuda.

“Sıradaki roman, ünlü bir masaldan yola çıkan bir tür alegori diye tanımlanabilir sanırım. Üstelik bunun da fikri çok uzun süre önce aklıma düşmüştü, Tatlı Rüyalar’ı yazdıktan hemen sonra.”

Edebiyat, televizyon, sinema dünyasından favori dedektifini öğrenebilir miyiz?
Televizyonda, kuşkusuz Columbo. Polisiye kurallarını alt üst eden, yine de her bölümünü nefessiz seyrettiğiniz muhteşem bir dizidir. Gerçek bir çalışan sınıf kahramanı olağanüstü karakteri, sınıfsal yapısı, zekîce senaryolarıyla Columbo aşılması çok zor bir seviye tesis eder polisiyede. Edebiyatta ise Eduardo Mendoza’nın, Pepsi düşkünü, akıl hastası hafiyesini severim. Hâlâ baskısı var mı bilmiyorum ama Kayıp Genç Kızlar Labirenti ve Zeytinli Labirent isimli iki romanı yayımlanmıştı Türkçede.

Sırada ne gibi projeler var? Yakın bir gelecekte yeni bir kitap ya da farklı bir proje bekleyebilir miyiz senden?
Sıradaki roman, ünlü bir masaldan yola çıkan bir tür alegori diye tanımlanabilir sanırım. Üstelik bunun da fikri çok uzun süre önce aklıma düşmüştü, Tatlı Rüyalar’ı yazdıktan hemen sonra. Hattâ hikâyeyi baştan sona kurgulayıp bir 40-50 sayfasını da senaryo olarak kâğıda dökmüştüm. Daha fazla ayrıntıya girmeyeyim ama, ne zaman böyle yapsam o hikâyeyi yazamaz oluyorum.

 

ÖNCEKİ Bu ay ne izlesem? SONRAKİ Sürekli İşleyen Bir Dijital Medya Kovanı: MODE İstanbul
Bu yazıyı paylaş