Söylemek mi daha iyi, yoksa ölmek mi?: Call Me By Your Name

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Söylemek mi daha iyi, yoksa ölmek mi?: Call Me By Your Name

Yazı: Melikşah Altuntaş – İllüstrasyon: Mert Tugen
ÖNCEKİ Beyaz perdede tehdit altındaki çürümüş aileler SONRAKİ Gerçeklik leş gibi kokunca büyüyü yaratmak kime kalır?: Körfez

Kusursuz bir filmin ne tamamen orijinal bir hikâye, ne de sadece sıradışı bir görsel tecrübeden ibaret olamayacağını kanıtlarcasına, yalnızca ele aldığı öyküyü ona en uygun şekilde anlatmayı seçmiş, özel bir tecrübeyle karşı karşıyayız.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

KİM OLDUĞUNU BULMANIN ÖYKÜSÜ

Gizemli, tuhaf, tanıdık, yakıcı ya da daha birçok başka şeye tekabül eden, yüksek tansiyonlu bir “ilk aşk” öyküsü, hayatın büyük karmaşalarından bazılarını önümüze getirip, onlara mucizevi bir doğallıkla, sakin ve derinlikli cevaplar arıyor Andre Aciman’ın 2007’de yayımlanan olağanüstü romanı *Adınla Çağır Beni’de. 1983 yılının yakıcı yazında İtalya’nın güneyinde bir evde, 17 yaşındaki kahramanı Elio’nun sekiz haftalık, romantik ve tensel, bol gelgitli keşif öyküsü, Aciman’ın yetkin anlatım diliyle güçlenip, unutulmaz bir yapıta dönüşüyor.

Aciman’ın tüm samimiyeti ve yalınlığıyla, nostaljik bir ağıta dönüşen romanının sihri, ilkgençlik denen belalı dönemin karmaşık hislerini, aşk denen duygunun derinlerine nüfuz etmiş arzuların ışığıyla aydınlatıp, okuyucunun belleğine sonsuz bir güven duymasında gizli. İçinde olan, orada duran şeylerin gizledikleri, tüm güçlüğüne rağmen, ne kadar varabilir diline? Ya da romandaki daha açık ifadesiyle Söylemek mi daha iyi, yoksa ölmek mi? Yani, bu aslında bir varoluş itirafının ve kim olduğunu bulmanın öyküsü.

Toplumdışı görülen bir romansı, hemcinse duyulan bir tutkuyu, toplumun üst-orta katmanlarından birine mensup bir aile evinde, entelektüel bireyler arasında, aslında bu “olağandışı”lığa pek de güçlü reaksiyonlar göstermeyecek bir komün içerisinde var eden hikâye, ruhunda hissettiğin bir yönelimi, kendine, ona ya da topluma açıklayıp açıklamama kararını, bugüne kadar gördüklerimiz arasında belki de en rahat ortamda filizlendiriyor. Yalnızca bu nedenden dolayı dahi kuir edebiyat ve –bu yazının konusu olan beyaz perde adaptasyonu üzerinden– kuir sinemada eşine az rastlanır bir örnek Call Me By Your Name; bununla beraber, sıradan bir açılma öyküsünden de çok daha fazlası.

Image

GERÇEKÇİ MİZANSENLERİN GÜCÜ

Edebi ve müzikal yetenekleri pek fazla, çok sayıda dil bilen, felsefe, tarih, antropoloji gibi kuramlarla içli dışlı 17 yaşındaki Elio’nun, ailesiyle yaşadığı yazlık eve, felsefe profesörü babasının, 24 yaşındaki yüksek lisans öğrencisi stajyeri Oliver’ın gelişi ile başlayan sekiz haftalık süreç, Elio’nun hayatının en önemli dönemine tekabül ediyor Call Me By Your Name’de. Hikâyenin genç kahramanı, bu yeni adamın varlığıyla birlikte aşina olmadığı çok sayıda duyguyla sınanırken, hem kendini, hem de insanoğlunun ruhunun derinlerinde yatan ve henüz adı konmamış bazı başka hisleri keşfediyor bu tanışıklığı vesilesiyle.

I Am Love ve A Bigger Splash gibi filmlerinde, insan bedenini saran ve adeta tehdit eden tutku durumunu, benzersiz doğa fonlarında, büyük bir yetenekle karşımıza getiren Luca Guadagnino’nun, neredeyse o çeksin diye yazılmış gibi duran nefis Aciman romanından, kuir sinemanın en incelikli eserlerinden bazılarına yazar ve yönetmen olarak katkı sağlamış James Ivory imzalı nefis bir senaryoyla gerçekleştirdiği Call Me By Your Name uyarlaması, Elio ile Oliver arasındaki yüksek gerilim hattını, muazzam bir sinemasal dil ve dokunuşla resmediyor. Hikâyesinin en çarpıcı kısımlarını, tümüyle gerçek hissettiren anlar ve mizansenler üzerinden görmeyi seçen Guadagnino, romanın peliküle aktarması en güç bölümlerini dahi, izleyicisini filmin büyüsünden bir an bile koparmadan, büyük bir ustalıkla beyaz perdeye taşıyor.

Her ikisi de kızlara ilgi duyan iki erkek kahramanı Elio ve Oliver’ın, cinsel eğilimleri bir kenara bıraktıran ve yalnızca birbirlerinin varlığı üzerinden yükselen tutku dolu ilişkisini öyle kilit sahnelerle çözüyor ki Guadagnino, filmin dünya prömiyerini gerçekleştirdiği Sundance’den bu yana neden yılın en iyi filmi olarak anıldığını anlamak hiç de güç olmuyor. Zira karşımızda gerçek anlamda sinemanın gücünü benzersiz şekilde kullanan ve sadece bu yolla, bugüne dek gördüğümüz benzerlerinden ayrılan bir film var.

SİNEMASAL BİR MUCİZE

Sinemayı birleştiren tüm görsel, işitsel ve doğal etmenler sanki bu filmin büyüleyiciliğine hizmet eder şekilde bir araya gelmiş filmde. Burada önemli ölçüde Guadagnino’nun reji tercihleri devrede. Zira önceki filmlerinden de anlaşılacağı üzere Guadagnino için perdede, gerçekliğinden şüphe duyacağımız herhangi bir ana yer yok. Bu nedenle de sinemasının geldiği en olgun nokta olan Call Me By Your Name’deki gerçekliğin aktarımında, ne uyumsuz bir ses, ne de tabloyu andıran kadrajların içinde unutulmuş bir çapak bulmak mümkün.

Kusursuz bir filmin ne tamamen orijinal bir hikâye, ne de sadece sıradışı bir görsel tecrübeden ibaret olamayacağını kanıtlarcasına, yalnızca ele aldığı öyküyü ona en uygun şekilde anlatmayı seçmiş bir film olmasıyla Call Me By Your Name, sinema tarihinde önemli bir yeri hak ediyor. En ince detayına kadar düşünülmüş bir işçilikle bezenmiş görüntü ve sanat yönetimi, mekân seçimi, kostümleri, müzikleri, senaryosu, oyunculukları, rejisi ve tüm teknik kısımları, vazifesini başarıyla yerine getirmiş bir kadro tarafından üstlenilmiş çok film görmüyoruz. Bu yoksunluk içinde Call Me By Your Name’i, gelmiş geçmiş en iyi beyaz perde tecrübeleri arasında saymak da abartılı olmayacaktır bu yüzden.

* Call Me By Your Name, Sel Yayıncılık, 2016. 

Image

 
ÖNCEKİ Beyaz perdede tehdit altındaki çürümüş aileler SONRAKİ Gerçeklik leş gibi kokunca büyüyü yaratmak kime kalır?: Körfez
Bu yazıyı paylaş