2013'ün Öne Çıkan Tiyatro Oyunları

Bu yazıyı paylaş
İçerik

2013'ün Öne Çıkan Tiyatro Oyunları

Yazı: Okan Urun
ÖNCEKİ 2013 Göze Çarpanları: Saliha Yavuz SONRAKİ 2013'ün En İyi 5 Bağımsız Bilgisayar Oyunu

Biriken kolektifinden tanıdığımız, son dönemlerde İz ve YNT. İLT: Beraberce Ölmek oyunlarında izlediğimiz Okan Urun'a 2013'te en beğendiği tiyatro oyunlarını sorduk.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image



Sessizlik / Mehmet Birkiye / İstanbul Devlet Tiyatrosu
İngiliz yazar Moira Buffini’nin oyunu geçen sezonun en çok konuşulan işlerinden biriydi. Fonda Orta Çağ İngiltere’sinin Viking tehdidi altındaki dönemi, kendini doğduğundan beri erkek sanan Lord Silence ve onunla evlenen Prenses Ymma‘nın öyküsünü izliyoruz. İki perdelik oyun  bittiğinde salondan çıkmak istemiyoruz. Niye mi? Çünkü söz konusu devlet tiyatrosu olduğunda nadiren gerçekleşen durumlardan biriyle karşı karşıyayız: katmanlı bir oyun, mükemmel bir çeviri, oyundaki “cinsiyet sorunu” meselesini hakkıyla ele alan bir dramaturji, harika bir ekip ruhu geliştirip kendilerini tamamen oyuna adamış oyuncular ve bütün bunları çok iyi bir orkestra şefi gibi yöneten bir yönetmen. Oyun ve karakterler seyirciyi kendisine öylesine bağlıyor ki dönem kostümleri içinde arz-ı endam eden her birinin minik oyuncakları yapılsa alanı bulunur. Şaka bir yana oyunun başarısının sırrı mücevher gibi bir araya getirilmiş oyuncularında ve oyunda koro diye adlandırılmış bütün sahne değişimlerini gerçekleştiren dansçı/oyuncularda. Tahmin edersiniz ki DT yönetimi bu başarıyı görüp aynı ekibe yeni sezonda belki daha da uçacakları bir oyun yapma fırsatı VERMEDİ. Bizde işler böyle yürür. O yüzden siz bu sezon hâlâ oynayan oyunu bir koşu gidin görün! Başta Funda Eryiğit, Oya Okar ve Süleyman Atanısev olmak üzere tüm oyunculara da benden çok selam söyleyin.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image



Yola Çıktığım Gün Sakin Serin Bir Sabahtı / Yeşim Özsoy Gülan / GalataPerform
Yazar-yönetmen Yeşim Özsoy Gülan’ın 2012 İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyer yapan oyununun en önemli özelliği “mekana özgü” bir iş olması. Galata’daki eski Hamursuz Fırını’nı Barış Dinçel’in de yardımıyla sürreel bir lunaparka dönüştüren Özsoy Gülan burayı farklı nedenlerle bu ülkeden basıp gitmek isteyen karakterlerin buluşma noktası olarak belirliyor. Her gelen karakter modern tarihimizin ötekilerine gönderme yapıyor. Bembeyazlığı ve batık bir gemiyi andıran hâliyle dekor, yazarın usta işi monologlarını daha acımasız, daha keskin, daha çarpıcı kılıyor. Lunaparktaki Nuh’un gemisine binip gitmeye çalışan karakterler (Ermeni, Alevi, Kürt, gazeteci, genç kız) tam da bir arada hareket etmeyi öğrenmişken bir Hoca efendi beliriyor ve birbirlerine iğne iplikle bağlı güvenleri sarsılıveriyor. Bir an şu sırada gazetelerden ve televizyonlardan izlediklerimiz gözünüzün önüne geldi değil mi? Oyunun başarısı ve etkileyiciliği de tam da burada yatıyor: Bugünün derin analizi, mutluluk çağrıştıran bir yerin (lunapark) olanca tekinsizliği ve korkutuculuğuyla belirmesi ve çağdaş tiyatroda uzun zamandır görmeye alışık olmadığımız bir Deus Ex Machina etkisiyle son bulması (yükselen ve git gide yaklaştığı anlaşılan sirenlerin ve gürültülerin tavan yaptığı bir anda tüm karakterler birbirlerini kovalayarak çıkarlar ve ıssız lunaparkın bekçisi “bu saatte neler oluyor burada” diye belirir). Bize de şu soru kalıyor: İçinden geçtiğimiz bu günlerin Deus Ex Machina’sı ne olacak?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image



Vişne Bahçesi / Engin Alkan / İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları
Ne zaman bir Çehov oyunu sahnelense insanlar ikiye bölünür: sevenler ve nefret edenler. Alkan’ın iddialı rejisi de bu durumun istisnası olmadı diyebiliriz. Ranevskaya Ailesi ve şürekâsı üstlerine kilolarca pudra düşmüş kadar beyaz, tozlu, uçucu, uçuk, yer yer grotesk, çokça vurdumduymaz, kör, sakar, habersiz… Karşılarında ise dipdiri, kanlı canlı, semirmiş, şu sıralar televizyonda bolca izlediğimiz köşe dönücü-parlak fikirli müteahhitlerimizi aratmayan bir Lopahin. Tüm bu karakterler yerden göğe kadar beyaz çitlerle çevrili kocaman bir bahçenin ortasındaki kocaman bir masanın etrafında iki perde boyunca Çehovyen konuşmalarını sürdürüyorlar. Alkan, diğer rejilerinde de çok başarılı bir şekilde uyguladığı formülü bu defa Vişne Bahçesi’nin karakterlerine uyguluyor. Bir tersine dünyadayız; kadınların erkek, erkeklerin kadın gibi davrandığı bir dünya. Ya da en azından bize öğretilen sosyal cinsiyet performansının tersine döndüğü bir dünya diyelim. Bu da en iyi Yâşa karakterinde vücut bulmuş. Alkan “güzelim metne” sadece bunları yapmakla yetinse neyse; bir de üstüne eğlencesi bol sihirbaz numaraları eklemiş Şarlotta marifetiyle. Nefret edenler iyice nefret etmiştir ama sevenler kulübünde yer alan biri olarak Yâşa ve Şarlotta’nın başrole çıktığı bir Vişne Bahçesi beni fazlasıyla mest etti. Tüm bu “aman Tanrım Çehov’a neler yapmış!” atmosferini tamamlayan ve sonunda inşaat sesleri eşliğinde birer birer patlayıp yere düşen çit tahtaları ise rejinin ve teatral hazzın zirvesi oluyor. Oyuna Firs’in son repliğini dinlemek için gidenler vestiyerdeki kürklerine yönelirken, biz sevenler kulübü kendimizi bol likralı montlarımızla mutlu mesut sokağa atıyoruz. Oyun Şehir Tiyatroları’nın bu sezonki ne idüğü belirsiz repertuvarında devam ediyor mu bilemiyorum ama varsa kaçırmayın.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image



Katilcilik / Yiğit Sertdemir / Altıdan Sonra Tiyatro
İnternet üzerinden tanışmış üç karakter bir gün bir araya gelir ve masum (!) bir oyuna başlarsa ne olur? Yazar-yönetmen Sertdemir bu soruyu ve cevabını zamanda ve uzamda gidip gelen bir kurguyla veriyor. Bunun için oyununa iki oyuncu daha ekliyor;  birincisi yazarın düşüncesi / bilgisayar  konumundaki ekranda yazan yazılar, ikincisi ise dekorun kendisi. Kumbaracı50 çalışanlarının tişörtlerine kadar sirayet etmiş olan “kolon” durumunun üstesinden hareket edebilen, farklı şekillere giren ve mekâna hem yatay hem de dikey bir boyut kazandıran kutularla gelinmiş. Dolayısıyla üç kadın karakterimizin “ölümcül” gecesi ile onun öncesi ve sonrasındaki hayatları arasında gidip gelen oyunun değişim anları da başlı başına bir seyir keyfine dönüşüyor. Gerilim-komedi-dram sınırında ustalıkla ilerleyen bir oyunla karşı karşıyasınız ve öte yandan sanal / gerçek benlik arasındaki postmodern karmaşaya göz kırpan bir tarafı var. Tüm oyuncular hakkıyla üstesinden geliyor oyunun ama benim Aslı Can Kortan etkisi dediğim bir etki var ki o çok daha başka. Oynadıkları oyun gereği üstünü çıkarırken şarkı söylemek zorunda kaldığı an, şayet Katilcilik bir film olsaydı Golden Globe ya da Oscar heykelciği getirebilirdi kendisine. Oyun, bu sezon yoluna bir oyuncu değişikliği ile (üç kadından biri artık Sevinç Erbulak tarafından canlandırılacak) devam ediyor; gidin görün derim.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image

Oyun / Şahika Tekand / İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları
Şu kısacık listemde iki Şehir Tiyatroları oyunu varsa bunun başlıca nedeni kurumun bir önceki sanat yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu’nun sanatsal tercihleridir. Bunu böylece belirttikten sonra prömiyerini 2012 İstanbul Tiyatro Festivali’nde gerçekleştirmiş olan Beckett oyunu Oyun’un Tekand’ın senelerdir üstünde  çalıştığı ve çok başarılı örneklerini daha minimal düzeyde verdiği rejisinin imkânlarla birleşince nasıl da görkemli hâle geldiğinin somut bir kanıtı olduğunu söyleyelim. Yönetmen Beckett’in iki kadın bir erkeğini beşle çarpıp on beş yapmış, sonra bu on beş performansçı/oyuncuyu üç katlı ve her katı beşer bölmeli dev bir kutunun içine koymuş. Biraz matematik hesabı gibi oldu ama söz konusu Tekand rejisi olunca matematikten bahsetmemek mümkün değil. Cümleleri bölerek, esleyerek, kelimeye, heceye indirgeyerek, tekrar ve varyasyon üzerine kurduğu tekniği bir diğer Tekand (Esat) yine matematiksel bir ışıkla (pardon, ışık da bir karakter diyecektim sanki dünyayı yeniden keşfetmiş bir oyun analizcisi edasıyla) destekliyor. Ve karşınızda tıkır tıkır işleyen tüyler ürpertici bir insan makinesi beliriveriyor. Benim gibi bir süre bu makinenin mükemmeliyetine sinir olduktan sonra kendinizi bırakmaya karar verirseniz o zaman anlam dehlizlerinde kaybolmadan kelimeler ve seslerle bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Kendini baştan bırakanlar daha şanslı bir yolculuk  yaşayacaklardır. Kendini hiç bırakmayanlar ise en azından içinde bulunduğumuz zamanların soluksuz, acımasız, renkli gibi gözükse de renksiz koşusuna tanıklık edeceklerdir. Sadece bu bile tiyatro için paha biçilemezdir. Oyun devam ediyor mu bilemiyorum (bkz. Vişne Bahçesi yazısı son cümle).

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Image

Babamın Cesetleri / Berkun Oya / Krek
Yine bir camekânın arkasında, yine kulaklıklarla, yine tek mekânda geçen bir oyun. Tiyatrodan nefret edenler Krek’te sinema tadını bulduklarını söylüyorlar. Bense tüm bu yerleştirmenin içinde teatralliğin zaferini görüyorum. Hastane yatağında ölüm döşeğinde yatan savaş fotoğrafçısı bir baba. Oğulları ve gelini başında. Hastane koridoruna açılan kapı her açıldığında odadakiler de eksiliyor ya da çoğalıyor; aralarındaki ilişkileri de yavaş yavaş bu ikili, üçlü ya da dörtlü diyaloglardan anlıyoruz. Evet, oyun bazen çok erkek, bazen fazla bilmiş fakat sahici ve şaşırtıcı. Birbirimizle konuşurken soruların cevaplarını mantık çizgisinde vermediğimizi bilen, sessizliğin, bir an başka yere takılan ve sonra kendini toparlayıp konuya dönen aklın, söylenilenle ima edilen arasındaki derin uçurumun farkında olan bir kalem var karşımızda. Oyuncularını da tıpkı kelimeleri gibi özenle sahneleyen bir yönetmen var karşımızda. Oyunun konusunu bir yana bırakıp, başta da söylediğim ve bence Krek’in en büyük başarısı olan şeyden bahsedelim: teatrallik. Düşünün ki başka hiçbir seçenek bırakmayacak şekilde seslere odaklanıyorsunuz, bir ekran görevi görmeye başlayan camekânın arkasındaki kurgu sanki gizli bir kamera tarafından bazen yakın plan bazen genel plana geçiyor; işte tam da bu sırada, tam da sinema etkisinden çok mutluyken bir gerçeği hatırlıyorsunuz. Şimdi, şu anda, o oyuncular, bu camekânın arkasında oynuyorlar. Bu durumun farkına varmak herhangi bir tiyatro oyunundan daha büyük bir teatralliğin kapılarını açıyor işte.  Tam da bu durum bazılarının “o da gitsin sinema yapsın o hâlde” serzenişlerini geçersiz kılıyor. Çünkü tiyatro varlığını sorgulattığı her yerde daha fazla yaşar ve daha fazla “yaşadığı” her zaman da paha biçilemez zamanlardır. Hâlâ oynuyor; gidin, görün, düşünün. 

ÖNCEKİ 2013 Göze Çarpanları: Saliha Yavuz SONRAKİ 2013'ün En İyi 5 Bağımsız Bilgisayar Oyunu
Bu yazıyı paylaş