Bakmaya doyamayacağınız bir hayat hikayesi: Shoot The Arrow

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Bakmaya doyamayacağınız bir hayat hikayesi: Shoot The Arrow

Röp: Yetkin Nural
ÖNCEKİ Murat Üf Yaa SONRAKİ Fantazmagorya: Mark Hale - Mertcan Mertbilek - Tarık Töre Elgay

Neo-burlesk kraliçesi World Famous *BOB*'un dünyasına adım atmaya hazır mısınız?

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Fotoğraf sanatçısı Amy Touchette New York'un ünlü ve artık var olmayan rock kulübü CBGB'de sahne alan World Famous *BOB* ile tanışır tanışmaz kamerasına davranmak istemiş. Touchette ve *BOB* arasındaki içgüdüsel çekim üzerine sağlamca yapılandığından olsa gerek,  *BOB*'un fotografik biyografisi Shoot the Arrow kitabındaki siyah beyaz, bol grenli ve hayli atmosferik kareler bakanı da ânında büyüleyiveriyor,  memeleriyle margarita karıştırabilen bu neo-bürlesk kraliçesinin huzurunda huşu içinde bırakıyor.

Kendini kadından kadına ruhanî bir transeksüel olarak tanımlayan *BOB*'un nevi şahsına münasır toplumsal cinsiyet tanımının arkasında yatan dolu dolu bir hayat hikâyesi var elbette. Ancak *BOB*'un bir hayli usta ve zekâ kokan bir dille kaleme aldığı kendi hikâyesinin  detaylarına girerek kitapta Touchette'nin kısa girizgâhı haricinde okuyabileceğiniz tek –ve oldukça etkileyici– metnin büyüsünü kaçırmayacağım. Şunu diyebilirim: Amy Touchette'in çekip salıverdiği bu *BOB*, hedefi kalbe çok yakın bir yerden vuruyor.

Bize biraz kitaptan bahseder misin? World Famous *BOB* ile ne zaman, nasıl tanıştın? Onun fotografik biyografisini yapmaya nasıl karar verdin?
World Famous *BOB*'u görür görmez hayatını belgelemek istedim. Aniden bu isteği hissettiğimi çok net hatırlıyorum. *BOB* ile kurduğum işbirliğini özel kılan çok ayhrıntı var ve bu da onlardan biri.
*BOB*'un ilgimi çekme nedenlerinden biri de onu ilk gördüğümdeki bakış açımdı. Şova geç gittim o nedenle bulabildiğim tek yer sahne kenarında bir yerdi. Bir bürlesk şovu izlemek için sıradışı bir açıdan bakıyordum: dansçıların seyircilere döndüğünde takındıkları geniş gülümsemeli yüzlerini, arkalarını döndüklerinde yorgunluk ile saldıklarını izledim. Onları tüm şovu bu şekilde geçirmeleri beni çeken, oldukça zengin bir deneyim oldu. Bu ufak anlarda yaşamın ve hayatta olmanın gerekliliklerini geniş bir spektrumda izliyor gibiydim. Ve sonra sahneye *BOB* çıktı. Onu kaçırmanız imkânsız, hayat dolu ve oldukça görsel bir karakter. Fotoğraf medyumu için mükemmel bir özne...

Kendini *BOB*un şovunda nasıl buldun peki? Sık sık bürlesk izler misin?
Erkek arkadaşımla yemek yemiştik ve yapacak bir şeyler arıyorduk. Şova gitmek onun önerisiydi. Bürlesk o dönemde geri geliyordu ve ikimiz de merak ediyorduk. Manhattan Bowery'de çok ünlü bir rock kulübü olan CBGB'nin (ne yazık ki CBGB artık kapalı) bodrumunda bir şova gittik. Bu gittiğim ilk bürlesk şovuydu. Proje başladıktan sonra pek çok şova gittim, ancak kitap tamamlandıktan sonra eskisi kadar sık gitmiyorum.
Bence günümüzde neo-bürlesk adı verilen yeni formatıyla bürlesk oldukça büyüleyici, güzel ve insanı düşünmeye sevk eden ayrıntılarla dolu. Ancak benim Shoot the Arrow projesinde esas odağım bir birey olarak *BOB* idi. *BOB*'un bir bürlesk dansçısı olması projeye harika –ve özel– bir katman ekledi ancak ben onun işini geçerek daha derine, daha özel ve bireysel bir yere ulaşmak istedim.

Image


The Limelight, Chealsea

Image

Circus Sideshow Soyunma Odası, Coney Island

*BOB*'un kendisini sahne arkasında veya dışında fotoğraflamak isteyen sanatçılara pek de sıcak bakmadığını okumuştum. Onu kitap için ikna etmek zor oldu mu?
*BOB* sık sık filmcilerden, ressamlardan veya fotoğrafçılardan teklifler alıyor ve bu tekliflerin pek çoğu sahnenin arkasında neler olup bittiğini ortaya çıkarmak isteyen projelere dair oluyor. *BOB* ise genellikle insanların "keki yiyip tarifini sormamaları" gerektiğini düşünüyor. Sahne arkası ve dışı *BOB*'un şovu için materyallerini topladığı alanlar ve bu nedenle bu alanlar konusunda daha korumacı hissediyor. Bunu anlayabiliyorum, pek çoğumuz işimizi nasıl yaptığımıza dair süreçleri paylaşmak istemeyebiliriz.
Beraber çalışmaya karar verdiğimizle bu işbirliğini oldukça ağırdan aldım ve ilişkimizi adım adım kurduk. İkimizde projeyi birbirimizi zaman için tartarak ve hislerimizle ilerleyerek geliştirdik. Benim bu proje için kuvvetli hislerim ve sağlam bir vizyonum vardı. Fotoğrafları *BOB*'a göstererek ilerledim Ancak işbirliğimizin yapısının özgürlükçü olması ve zamana yayılması benim için önemliydi ve sanırım bu yaklaşımım benimle beraber çalışmaya ikna olmasına yardımcı oldu.

Kitabın oluşum süreci ve fotoğraf çekimlerini anlatır mısın biraz?
İlk başlarda üç saatlik periyodlar içinde görüşüyorduk. Nerede buluşacağımıza ve nerede çekim yapacağımıza *BOB* karar veriyordu. bu ilk süreç aramızdaki buzların erimesine ve birbirimizi tanımamıza yardımcı oldu. Ancak ben zamanla daha derine inmek istiyordum ve birkaç ay sonra 24 saatlik periyodlar içinde görüşmeye başladık. *BOB* nereye giderse ben de gidiyordum, nerede yerse ben de orada yiyordum, yatağında uyuyordum.... *BOB* bir performans sanatçısı olduğu için kamerayla güçlü bir ilişkisi var, ancak gün boyu süren uzun çekimler sayesinde bu ilişkiyi kırıp, gerçekten güzel, samimî ve sahici anları yakalamaya başladım. 

*BOB* oldukça renkli bir kişilik, fotoğrafları neden siyah-beyaz çekmeyi tercih ettin?
Öncelikle o dönemde estetik anlayışım siyah beyaza yatkındı. Bu projeden önce büyük ölçekli siyah-beyaz yağlı boya portreler yapıyordum ve siyah-beyaz estetiğinin nostalji hissine, yarattığı biraz hüzünlü, ruhani hisse aşıktım. Bu nedenle fotoğraf medyumuna geçtiğimde, fotoğrafın aslında anılardan olduğunu da düşünürsek, aynı estetiğe devam etmek doğru geldi. Aslında bu uygunluğun beni resimden fotoğrafa yönelttiğine de eminim.
*BOB*'un siyah-beyaz filmdeki yansımasını gördüğümde, fotoğraflardaki gerçeklik hissine bayıldım. Birşeyler çıkarılmış, eksilmişti ve renklerin şamatası dikkatimizi dağıtmadığı için onu daha dürüst bir noktadan görebiliyorum diye düşündüm. Aynı zamanda pek çok fotoğraf gece çekildi, onun yalnız veya gizemli bir durumda olduğu anlarda, ve ben bu senaryoların güzelliğini derin siyahlarla, bir kara film peçesinin arkasına yerleştirerek vurgulamak istedim. *BOB*'un öyküsü oldukça çağdaş bir öykü ve bu hikayeyi siyah-beyazın grenli, daha geleneksel estetiğiyle dengeleme fikri ilgi çekici geliyordu.

*BOB* kendi performansını "bir kadının kadın taklidi" olarak tanımlıyor ve drag queen dünyasında nadir rastlanan bir durum. *BOB*'u sahneden sahne arkasına ve günlük hayatına takip eden biri olarak, sahnedeki kadından kadına dönüşümünü nasıl değerlendiriyorsun? O sahnedeyken ve sahne dışındayken toplumsal cinsiyetinde ne gibi değişimler oluyor?
*BOB*'un şovu genellikle otobiyografik bir yapıya sahip. O nedenle sahnede olan biten sahne dışı hayatından çok da farklı değil. Bürlesk şovu oldukça feminen ve sahnede değilkenki tarzı da öyle. O toplumsal cinsiyetin bir tercih olduğuna inanıyor ve uzun, zorlu bir arama sürecinden sonra seçtiği cinsiyet kimliği bir kadın.  Ve bu dönüşüm sonrasında dünyayla olan ilişkisi konusuyla ilgili oldukça açık.

Image


Tease Hair Salon, Lower East Side

Image

Tompkins Square Kütüphanesi, Çizim Atölyesi, East Village

Kitapta senin için özel olan kareler hangileri? Bizimle paylaşmak isteyeceğin, aklında kalan hikâyeler var mı?
Benim için en özel kareler *BOB*'un en yakın arkadaşı olan ve bu proje sürecinde hayata veda eden Jeff'in yer aldığı kareler. Jeff çok özel biriydi; tamamen açık ve sevgi dolu, olağanüstü komik ve *BOB*'un hayatında diğer hiç kimsenin olamayacağı kadar sağlam bir kaya. Kitapta üçümüzün bir yaz günü Fire Island'a yaptığımız seyahatten birkaç kare var. Ve daha sonra Jeff küle dönüştüğünde çektiğim bir kare. Fotoğrafların ne kadar gerçekçi olabildiği gerçekten sürreel bir durum. Jeff bu projenin en büyük destekçilerinden biriydi; daha fotoğrafları görmeden önce bile projeyi kavramıştı. Onu çok özlüyoruz. Bu kitabı ona ithaf ettik.

Drag şovları izler misin? Sende iz bırakan özel bir drag queen var mı?
Düzenli olarak drag şovlarını izlediğimi söyleyemem. Fakat kitabın isminin ilhamı Jennie Livingston'ın harika belgeseli Paris Is Burning'de yer alan Dorian Corey isimli bir drag queenin sözünden geliyor. Belgeselin sonlarına doğru Corey bir yandan yüzündeki makyajı silerken şöyle der: "Herkes dünyada bir iz, bir intiba bırakmak ister. Aslında düşünürsen, dünyada iz bırakmak demek onu yaşamayı becermiş ve geride ismini hatırlayan birkaç insan bırakmışsın demek. Bu şekilde senden geriye bir iz kalmıştır, dünyayı bükmene gerek yok. Üstüne düşeni yap ve hayatın keyfini çıkarmaya bak. Eğer havaya bir ok attıysan ve çok yükseğe çıktıysa, sana bravo." Bu kitabın ismi için "shoot the arrow" (ok atmak) lafını seçtim çünkü Corey'nin sözlerini ilk duyduğumda hayatın çok doğru ve konsantre bir tanımlaması olduğunu düşünmüştüm. Hepimiz çabalıyoruz, sonuçlarının ne olacağını kestiremeden... Bu sözlerde okun nereye ineceğine dair bir şey söylenmemiş olması çok hoşuma gidiyor. Ucu açık, umut dolu üretim benim ilgimi çekiyor. Ancak Corey bunun da ötesinde bir noktaya değiniyor; hepimizin içinde bulunduğu duruma ve arzularımıza konuşan bir yere, hayat tarzı ne olursa olsun hepimizin anlayabileceği basit ve erdemli bir dille dokunuyor..

Bu aralar ne üzerinde çalışıyorsun? Yeni fikirler, yakın geleceğe dair projeler var mı?
En son serim Willamsburg, Brooklyn'de bulunan, McCarren Park Pool isimli bir halk havuzunun soyunma odasında çektiğim genç kız portreleri. Bu serinin benim için ayrı bir önemi var çünkü projeyi sonlandırma şansım olmadı. Soyunma odasında çekim yapmam için izin alamadım ve sonunda kaçak çekim yaptığım odadan kovuldum.
Çekim yapabildiğim zamanlar gerçekten özeldi, çünkü portrelerini çektiğim kızlar gerçekten ilham verici öznelerdi. Kadınlığa atılan ilk adımlar, bu sürecin onların hâl ve hareketlerinde kendine yer edinmesi, vücut dilleri, beni derinden etkiledi. Soyunma odasından kovulmuş olmam bana bir şekilde yanlış geliyor, ben gerçekten hepimizin bu genç kadınlara bakmamız gerektiğine, onlara bakarak bir şekilde birşeyler öğrenebileceğimize inanıyorum. Nedenini tam açıklayamasam da... Ancak sonunda havuza gelen ziyaretçilerden biri, kamerama çıplak bir şekilde yakalanacağını düşünerek beni şikayet etti ve kovuldum. Elbette bu endişeyi anlayabiliyorum ama böyle bir durumun olmaması için ekstra özenli davranıyordum. Zaten peşinde olduğum imaj da o değildi. Her durumda bu hikaye fotoğrafçılığa yeni yeni başlayanlara bir ders olsun: elinizdekinin değerini kaybetmeden önce bilin.

Image
Image
Image
Image
Image
Image
Image
Image
Image
Image
Image
Image
Image
Image
Image
Image
Image
Image
Image

ÖNCEKİ Murat Üf Yaa SONRAKİ Fantazmagorya: Mark Hale - Mertcan Mertbilek - Tarık Töre Elgay
Bu yazıyı paylaş