Görmek, düşünmek, hissetmek: 1457 Ankara

Bu yazıyı paylaş
İçerik

Görmek, düşünmek, hissetmek: 1457 Ankara

Röp: 13Melek
ÖNCEKİ Balkonumdan Çırağan... SONRAKİ Birileri şakayı ciddîye alır

Ankara metropolünü yeraltından yerüstüne hisseden, “yürümek düşünmektir” diyen 1457 Ankara belgeselinin yönetmeni Halil Yetiş ile konuştuk.

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Kent meselesinin güncel politikanın düğüm noktalarından biri olduğu şu dönemde odağına bu meseleyi alan çeşitli belgeseller görücüye çıkmakta. Bunlardan biri de Ankara'yı merkezine oturtan ve ismini 1937'de keşfedilen bir asteroitten alan 1457 Ankara. Filmdeki sine-göz Ankara'nın yeraltında ve yerüstünde dolaşıp farklı kültürel ve sınıfsal kodlara sahip muhitler arasında mekik dokuyarak bir kentin karanlık ruh hâletini belgeliyor. Yönetmen Halil Yetiş ile Ankara'nın dönüşümünü, bu dönüşümün birey/toplum üzerindeki etkilerini ve filmdeki sinema dilinin düşünsel ve teknik ilham kaynaklarını konuştuk.

Seni ve bünyesinde bulunduğun Artıkişler ve KozaVisual gibi kolektifleri tanıyabilir miyiz?
Ankara'da doğdum büyüdüm, tiyatro kökenliyim, uzun yıllar tiyatro ile uğraştım. 2005 yılından itibaren birçok kolektif video ve sinema projesinde oyuncu ve yönetmen olarak çalıştım. Uçurtma ve Life is a Circle isimli iki kısa filmin dışında şu an üstünde konuştuğumuz 1457 Ankara belgeseli ve çeşitli video çalışmalarım oldu. Artıkişler kolektifinde bağımsız sanatçılar birlikte video işleri ve görsel sanat alanlarında çalışmalar üretip sergiliyorlar. KozaVisual ise bir görsel kültür ve sanat derneği olarak sanatçıların, kültür ve sanat çalışanlarının ve araştırmacıların bir arada düşünüp üretebilecekleri bir platform. Her ikisinin de ortak özelliği sanatçıların üretimlerini sergileyebilmesine ve dağıtım ağlarına ilişkin ana akım ve ticarî olmayan, alternatif alanlar ve ağlar geliştirmesi.

1457 Ankara üç bölümden oluşan bir film. İlk bölümde yeraltına odaklanmışsın.
Metropolü oluşturan vazgeçilmez ve zorunlu bir unsur olduğu ölçüde ve modern birey üzerindeki psikolojik etkisi sebebiyle bu filmin konularından biri oldu metro... Metro ihtiyacı şehirlerin kalabalıklaşması sonucu ortaya çıktığı için büyük öneme sahip. Metropoller, barındırdıkları nüfus ve aktivite yoğunluğu nedeniyle yeraltının yerüstü kadar yoğun olarak kullanıldığı kentler olmaya başladı. Gündelik yaşam kavramı değişti, gün içinde yapılan aktivite sayısı ve çeşidi arttı. Metro durakları kentteki hareketliliğin başladığı ve bittiği, kenti mekânsal, sosyal ve işlevsel olarak değiştiren, dönüştüren ve biçimlendiren dinamik noktalar hâlini aldı. İnsan hayatını şekillendirmeleri, ona kendi şartları doğrultusunda bir yapı, bir tarz ve giderek bir zihniyet kazandırmaları söz konusu oldu. Metronun teknolojik konforunun ötesinde, bireylerin metro içerisinde şehre dair tüm yer ve yön duygularını yitirmeleri, kendilerini yapay bir alanda şehirden soyutlamış olmaları bireylerin hareketlerini duruşlarını mekanikleştiriyor ve aynılaştırıyor. Bu aynılık içerisinde yapılan yolculukta sinyaller, anonslar ve mekanik ses yığınları hissedilen soyutlanmanın fonunu oluşturuyor. Yeraltı bir anlamda yaşam alanı barındırmayan kamusal bir alan. Tıpkı havaalanları ya da tren garları gibi bir yolculuk alanı ancak yapısından dolayı şehri soyutlayan bir alan. Bu nedenle şehrin soyutlandığı, davranışların mekanik ve yabancılaşmış bir hat üzerinde aynılaştığı bir yerden Ankara'yı anlatmak bir anlamda da şehri 1457 Ankara asteroidinin ismi ile özdeşleştirmiş bir anlatıya da uygun düşüyor. 

Image


Image

Image

Filmin ikinci bölümü olan "Sarsıntı"da yerin üstüne çıkıyoruz ve bizi bir Faust alıntısı karşılıyor.
Faust üzerinde kafa yoran araştırmacılar, bu eserin kendine özgü modern bir dünya sistemini ortaya çıkaran süreci dramatik bir tarzda ifade ettiğini söylerler. Modern dünyanın şeytanı Mephistopheles, Faust’a modern insanın kendisini dönüştürebilmesinin tek yolunun içinde yaşadığı toplumsal ve ahlakî dünyayı bütünüyle kökten dönüştürmek olduğuna inandırır. Böylece Faust, doymak bilmez genişleme uğruna sınırsız büyümenin tabiata ve insana ne yapacağını hiç sormadan ve düşünmeden bütün dünyayı parça parça etmekten çekinmeyen bilinçli biri olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda filmin ikinci bölümünde kentsel dönüşümün iş makineleriyle şehri işgali vesilesi ile, Faust'ta bahsedildiği gibi, sürekli parçalanma ve yenilenmenin, mücadelenin ve çelişkinin, belirsizlik ve acının girdabına sürüklenmekte olduğumuz, her şeyi yok etmekle tehdit eden, şiddetli ve sarsıntılı bir ortamın içinde buluruz kendimizi. Faust'un bir başka trajedisi "insanlık adına" daha modern bir şehrin inşası için bir yaşlı çiftin evinin yıkılması ve öldürülmesi emrini vermesiydi. Bu yaşlı çiftin küçük bir kulübeleri, küçük bir çanı olan kiliseleri ve ıhlamur ağaçları ile dolu bahçeleri vardı. Noktasına kadar her şeyi hesaplayan, toprağı ve denizi dönüştürmek için harekete geçen Faust, bu yaşlı çifte ve onların ellerindeki araziye takar kafasını. Yaşlı çift kendilerine teklif edilen paraları reddeder. Faust, ilk bilinçli kötülüğü işler ve Mephistopheles ile “güçlü adamlarını” çağırıp yaşlı çiftin öldürülmesine sebep olur. Günümüz dünyasında ve Ankara'sında kentsel dönüşüm adına yaşananlar ve bu yaşananlara direnen insanların mücadelesi ise Faust'ta yaşananlardan daha trajik oluyor ve buna hepimiz son yıllarda tanıklık ediyoruz. Şehri iş makineleri işgal ederken bu işgali gerçekleştiren makinelerin de zamanla çürümeye yüz tuttuğuna ancak insanlığın kendi hırsıyla tabiatı kökten dönüştürmeye devam ettiğine, gittikçe daha büyük, daha heybetli yapılarla insanları bu kez de şehirden ve doğadan soyutladığına şahit oluyoruz.

Üçüncü bölüm olan "Flanör"ün başında Sergei Yutkeviç'in 1933 tarihli Türkiye'nin Kalbi Ankara filminden sekanslar mevcut. Ankara o günden bugüne nasıl dönüştü?
Sergei Yutkevic’in belgeseli o dönemi en iyi anlatan görsel doküman. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte ülkenin siyasal ve ekonomik açıdan yeniden inşasına girişildiği 1930’lu yıllarda siyaset, ekonomi, eğitim ve kültür alanlarında önemli dönüşümler gerçekleştirilerek kapitalizmin gelişmesinin önündeki engeller kaldırılmaya başlandı. O dönemin kentsel politika bakımından dikkati çeken bir özelliği de merkezi devletin toplum üzerindeki denetim ağlarının oluşturulması şeklindeydi. Cumhuriyetin model bir kenti olarak tasarlanan yeni başkent Ankara o günden beri kentsel politikaların en kötüsünü yaşamakta. İşgücünün kente göçü ile nitelenen ve sermayenin kentlerde hegemonyasını kurduğu 1980 sonrası dönemde kredi veren bankalar, inşaat şirketleri, yapsatçılar, rantiye ve arsa spekülatörleri gibi sermayenin çeşitli bileşenleri büyümeye devam ederken, Ankara'nın dar gelirli kesimleri daha fazla fakirleşti. Hem nicelik hem de nitelik bakımından barınma sorunu, daha önce olduğu gibi günümüzde de varlığını sürdürmekte. Bu dönüşümün eksiklikleri saymakla bitmez. Ülkemizde Cumhuriyet tarihi boyunca giderek kronikleşen barınma sorununu çözmek için yürütülen politikalar ile adalet ve eşitliği sağlayabilme ve toplumsal düzeni gerçekleştirmek adına belirli bir estetik zevkten uzak tamamen işlevsel ilkeler doğrultusunda tasarlanmış kentler ve yapılar inşa edilmiş. Modern mimarinin dayandığı ideoloji, insanlar için yaşanabilir kentler yerine, işlevlerine göre belirlenmiş bölgeler inşa etmeye yöneltmiş. Kentlerde, katı işlevsellikten ötesine önem vermeyen, konutu iş dışında kalan zamanda barınmak için kullanılacak yer olarak gören anlayış bugün de devam etmekte. Örneğin şehrin merkezi olarak tanımlayabileceğimiz Kızılay bölgesinin neredeyse üçte birinde yürümek yasak çünkü devletin ve ordunun tüm kurumları şehrin merkezinde. Bu tür şehir yapılanmaları çoğunlukla fethedilmiş ya da işgal edilmiş şehirlerde olur, şehrin merkezine askeri ve sivil otorite yerleşir, insanlarsa şehirlerin dışındaki konutlarda yaşamaya sürüklenir.

"Flanör"de olağan ya da olağanlaştırılmış hayattan kesitler aktarıyorsun. Bu bölümü belleksiz bir şehir insanı oluşturma çabası olarak okuduk.
Bu bölüm bir flanör gibi gezinen kişinin gördükleri ve yaşadıklarını gösteriyor. Şehrin eski merkezi Ulus'un arka mahallerinden başlayıp şehrin yeni merkezi Kızılay'ın caddelerinde haklarını arayan insanlarla birlikte gezintisini bitiriyor. Ancak bir sonraki gün yine şehrin uzağında bir banliyöden şehre, bu kez belki de çalışmaya geldiğinde gezintisi kapatılmış ve kuşatılmış yerlerde ve kentsel dönüşümün sınıfsal çelişkilerinin keskinleştiği alanlarda sürüyor. Bireyler metropollerde mekanik ve işlevsel öğelerin toplumsal yaşamda etkili olmaya başladığı bir yapılanma içine doğru sürüklendi. Betonlaşmış yapay bir dünyada aynı saatlerde işe gidip gelen aynı ulaşım araçlarını kullanan, ortak mekânlarda alışveriş yapan, yemek yiyen, sosyal aktivitelerde bulunan, birbirinin aynı malları tüketen insanlar özelliklerini kaybederek nesneleşmekte ve anonim yaşamlar sürmekte. Özellikle de hızlı bir temponun var olduğu kentlerde yaşam tarzı ve tüketim şekli buna göre şekillenmekte. Teknoloji olmadan bir hiçe dönüşen birey, önce çevresine sonra kendisine yabancılaşmakta. Buna paralel olarak toplumsal dayanışmada yaşanan zayıflama, bireylerin birbirinden uzaklaşmasına, kolektif bir şehir hafızasının da yıkılmasına neden oluyor. Tarih, imitasyonlara dönüştükçe şehir de kendi kimliğini kaybediyor.

Image


Image

Image

Image

Filmde iki düşünüre referansta bulunuyorsun. Georg Simmel ve Ulus Baker.
Filmin oluşumunda bu iki düşünürün etkileri çok fazla onlara referansta bulunarak izleyiciye de bunu hissettirmek istedik. Simmel çoğu kitabında kent ve kent hayatından bahseder ve bunu bir edebî eser gibi işler. Bu nedenle okuması son derece keyiflidir. Simmel'in kitaplarında bir kenti nasıl tasvir ettiğini ve bunu yaparken nasıl bir yol izlediğini Ankara üzerinden takip etmeye çalıştım. Simmel kentlerde küçük küçük olayların ve çatışmaların kentin hafızasını nasıl etkilediğini ve bunun altındaki nedenleri inceler ve tartışmaya açar. Ulus Baker'in dediği gibi Simmel'in kent tasviri izlenimler halinde kentte dolaşan bir hafıza gibidir. Baker'in "video 'hatırlamanın hatırlanması ve yeniden hatırlanması' gibi bir formüle cevap verebilecek bir aygıt olarak yeniden kurulabilir mi" sorusu da bu bağlamda çok önemli oldu. Yürümek, düşünmektir der Spinoza. Bir flanörün düşüncelerinin, belleğinin aracı haline gelir kamera filmde. Sadece görüyorum değil düşünüyorum'un bir aygıtı olarak kamerayı kullandık. Baker, videonun imajlarla olmaktan çok “görüyorum” edimleriyle işlediğini, sinemayı seyrettiğimizi ama videoyu gördüğümüzü söyler. Bu, düşünmenin görmeye içkin olması halidir. "Düşünmenin, görme diye bir tarzı, varoluş hâli var" der Baker. Fakat bunların hiçbirisi duygulanımlardan bağımsız değildir. “Sanat eserinde 'düşünülmediği' gibi bir varsayım imkânsız olduğuna göre, düşünürken aynı zamanda hissedilmediği gibi bir fikir de sonsuzca anlamsız görünüyor bana” demiş Baker.  Dolayısıyla en büyük ilhamımızı bu düşünürlerden aldık filmi yaparken.

Politika ve iktidar mücadeleleri de filmde ön planda. Bürokratik binaların önünde 1 Mayıs gösterileri izliyor, Ulucanlar Cezaevi'nden anarşist ve sosyalist örgütlerin afişlerine savruluyoruz.
Bu siyasi kodlar filmin çekildiği dönemin içinde bulunduğu yönetim şekli ve onun oluşturduğu kültürü evrensel bir dile taşımak amacında. Türkiye'yi ve Ankara'yı hiç bilmeyen biri için filmi izledikten sonra bu kodlar sayesinde Ankara'nın siyasî ve kültürel yapısı hakkında bir fikir sahibi olmasını ve filmin daha sonra bir arşiv niteliğinde kalmasını da sağlamış oluyoruz. Ayrıca şehrin merkezinde görünürleşen toplumsal mücadele Ankara halkının kolektif hafızasında yer etmiş durumda. Şehri kuşatan ve dönüştüren egemen dile karşı süren mücadele aynı zamanda flanörün hem tanıklığıyla hem de katılımıyla sokakların trafiğe değil halka açıldığı anlar.

Filmin sonunda Dikmen mahallesi sakinlerinin polis şiddetine direnişine tanık oluyoruz.
Filmin son bölümünde yapılan çekimlere ek olarak başka kaynaklardan aldığımız görüntülerle de destekleyerek tamamladık bu bölümü. Ankara'da Dikmen Vadisi halkının kentsel dönüşüme karşı verdikleri mücadele ve dayanışma 2006 yılından beri devam ediyor. Devasa bir kent planı karşısında Dikmen halkının mücadelesi minör bir dayanışma fakat etkileri bir çatlağın yayılması hâlinde kente yayıldı. Yapılan her eylem ve etkinliğe kentsel dönüşüm planlarına karşı olan Ankaralılar ve Türkiye'nin pek çok yerinden dayanışma grupları katılıyor. Dikmen'de direnen çok az sayıda hane kaldı, kendilerine vaat edilen şehrin dışındaki TOKİ ve benzeri sitelere gitmek istemiyorlar. Dikmen, Ankara'nın ekolojik dengesinin de kalbi aynı zamanda. Orada yok edilmeye çalışılan sosyal ve politik bir dayanışma kültürü ve doğa var. Kentsel dönüşüm planları bu tür sosyal dayanışma ağlarını yok etmeye yönelik. Türkiye'de uygulandığı biçimiyle bu planlar aslında aynı zamanda çok eskiyen planlar. Şehrin çeperine dikilen siteler çok yakın zamanda çürüyecek. İnsanların sosyal hayattan kopmaları ve sağlıksız binalarda yaşamlarını sürdürmeye zorlanması, sürüklenmesi erken ölümleri getiriyor, doğrudan yaşamlarımızı tehdit ediyor.

Filmi tanıklıklar ve belgeler vasıtası ile değil, Dziga Vertov ve Chris Marker gibi yönetmenlerin sine-göz tekniği ile kurgulamışsın.
Bu bir kent monografisi ve ikonografisi fakat dikey değil yatay bir bakışı tercih ettik. Marker'in bu tür monografileri var, Marker'in imajları da kavramsal bağlamları olan düşünen imajlar, aynı zamanda şiirsel, edebi bir tarafları da var. Vertov ise daha dolaysızdır, şöyle der: "Kameranızla yaşamın içine dalıyorsunuz ve hayat alıp başını gidiyor. Akışı durmuyor hiç. Hiç kimse takmaz sizi. Çalışmanızı başkalarını rahatsız etmeden sürdürmeye alıştırmalısınız kendinizi". Modernliğin en büyük sinemacılarından Vertov da böyle bir "görüyorum"un peşindeydi: kino-glaz, yani Sinegöz. Görmek, düşünmek, hissetmek. Geliştirdiği montaj anlayışı hâlen etkili, montaj ilkesi aralıklar mefhumunca ilerler. Sinema ve videoda “aralık”, Vertov'un kurgu ilkeleri uyarınca, birbirinden çok uzak ve bağlantısız görünen iki imgenin ya da görüntünün arasında yer alan şeydir. Vertov'a göre, iki imgenin arasında bir boşluk yoktur, aksine bir yakınlık derecesi vardır ve bu sinematografik imge adı verilen şeyden başkası değildir.

Image

ÖNCEKİ Balkonumdan Çırağan... SONRAKİ Birileri şakayı ciddîye alır
Bu yazıyı paylaş