Bu buluşmanın kaç başlangıç noktası olduğunu ve hangi zamanlara kadar uzanabileceğini bilmiyorum. Röportajı bir kere daha dinledikten sonra diyebilirim ki en az iki yer var.
İki yıl önce, yine soğuk bir Şubat günü, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin “3 Bale” sini izlemek için ilk defa AKM dışında bir yere gittim: Fulya Sanat. Bir plazaya gittiğim için huzursuz, seyircinin de her zamanki gibi az ve öz(?) olmasından kaynaklı kararsızca mutsuzdum. Sıradan bir gündü yani. Dansçılar 3 farklı performans sergileyecekti. Bunlardan biri Patrick de Bana’nın Creatures‘ıydı ve ben bunu henüz bilmiyordum. Performansı izlemek, Proust’un Kayıp Zamanın İzinde anlattığı her şey gibiydi. “Aşk bir fikirdir” lafı gözlerimin önünde akıp giderken bunun nasıl da şuursuzca yaşanabileceğinin kanıtı gibi, her şey bittiğinde hayatımın anlamı Creatures’ı herkese anlatmak ve onun nasıl mümkün olduğunu aramaktan ibaretti sanki.
İkinci başlangıç noktası: Aya Sofya. Eve döner dönmez yapılması gerekeni yaptım ve Patrick de Bana’yı önce Google, ardından da Facebook’tan aradım! :) Google beni Carlos Sarua’nın Ibaria ve Fados filmlerine, o filmler de güzel sesli Mariza’ya kadar götürünce Patrick De Bana’ya arkadaşlık talebi gönderdim. Kabul etti! Bir buçuk yıl sonra İstanbul’da olduğunu öğrendim. Bir şey yapmak zorundaydım. Creatures’ın nasıl mümkün olduğunu ona da sorabilir miydim acaba? Çok sevinirim, dedi. Taksim veya Kadıköy’de her zamanki mekanlardan birinde bir şeyler içmek geldi aklıma. Pek güzel olur; ama ben Aya Sofya’da buluşup ona yakın bir yerde yapmak isterim bu sohbeti dedi. “Olay budur!” dedim. Dolmuşta herkes bana baktı. Gerçekten ilgilenen iki kişiye anlattım. Şoför hızlandı. Gerçi sadece eve gidiyordum ya, heyecan işte, o an yaşaman lazım gelen ve esnemek gibi de bulaşıcı bir duygu.
Aya Sofya’nın önünde buluştuğumuzda Patrick de Bana fotoğraf çekiyordu. Yanında durdum. Sanırım 10 – 15 fotoğraf daha çekti. Okuyacağınız röportajda Bana, koreografilerini yaparken geçmişi uyandırıp onu yanına, o ana çağırdığını ve geleceği yarattığını anlatıyor. Gözlerimle gördüm, yapıyor gerçekten. Resimleri çektikten sonra meydanda biraz yürüdük. Bu buluşmanın nasıl zamanlara uzanabileceğini, Aya Sofya’nın neleri temsil ettiğini konuştuk.
Röportajı yaptıktan birkaç gün sonra Toplumsal Tarih*** dergisinde şu satırlara denk geldim,
“Bu anıtın ve İstanbul’un tarihi ile yapıcı, yaratıcı, irdeleyici diyaloglara girebileceğimiz, siyasete ve sanata, dine ve sanata, topluma ve sanata dair soruların cevaplarını arayabileceğimiz, ötekini fethedip üstünlüğümüzü ilan etmektense yan yana durup eşit olmayı seçebileceğimiz bir yer olabilir.”*
Tam da bunlar olabildiği için buluşmanın başlangıç noktası o büyülü bütün zamanlara uzanabiliyor. Ya da hepimiz belirsiz bir anda sıkışıyoruz sanki. Zaten bu röportaj da, bakın neler mümkün, demenin yollarından sadece biri.
İyi okumalar...
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Emekli olduğunda Türkiye’de yaşamak istediğini söylüyorsun. O halde ilk soru, koreograflar emekli oluyor mu gerçekten?
Öncelikle bunun yaşla ilgili olmadığını söylemek lazım tabii. Tamam, bu kadar yeter artık dediğinde, doğru zaman gelmiş oluyor. Maurice Béjart ile çalıştım mesela ben. Yaşlıydı; ama aynı zamanda bilgiyi üretmeye ve paylaşmaya da devem ediyordu. Kişisel saatiniz durduğunda, ortadan kaybolmanın zamanı geldiğini anlarsınız.
Türkiye’de yaşamayı çok isterim. Altı ay burada, altı ay başka bir yerde yaşamayı düşünebilirim. Madrid’te iki köpeğim ve kedilerimle beraber şehrin oldukça dışında, kırsal diyebileceğim bir yerde yaşıyorum. Eğer bir gün Türkiye’de yaşarsam, mesela Taksim’de yaşamayacağım kesin. Medeniyetten uzaklaşmak istiyorum. İş, para ya da Hollywood’la ilgilenmiyorum. Umurumda olan tek şey “güzellik” Hayatın içindeki güzellikler ve sadece bunun anlamını öğrenmek ve anlamak için buradayım.
Belki biraz garip gelebilir; ama Osmanlı İmparatorluğu’na, Osmanlı’daki güzellik hallerine hayranım.
O hallerden bilinçli bir şekilde koparılarak yetiştirildiğim için dansı çok sevmeme rağmen AKM’ye bir dans gösterisi izlemeye gideceksem sanki batılılaşma projesi kapsamında bir faaliyet yapıyormuş gibi hissederdim kendimi. Biz genelde bahsettiğin güzellikle olan kopuşun yarattığı tarihsel buhrandan besleniyoruz buradaki üretim süreçlerinde. Buraya gelişinin nedeni olan Creatures ve Miniature koreografilerini sevmemin nedeniyse, senin bundan farklı olarak o bağlantıyı kurman ya da belki de o kopuş yokmuş gibi anlatman. Nasıl yapıyorsun bunu? Creatures nasıl mümkün oldu?
Geleceğe bakmıyorum. Vücut dilimin ve birikimimin sırrı geçmişle birlikte daldığım uykular. Geçmişi uykusundan kaldırıyorum ve ondan şimdiki zamanda bana katılmasını istiyorum. Birlikte geleceği yaratıyoruz. Bu yüzden benim koreografilerimin tek merkez noktası benim. Alman bir anne ve Nijeryalı bir babanın çocuğu olarak insanların kendi elleriyle yarattıkları ayrışmaların hiçbir anlamı olmadı benim için. Alman pasaportumun tek anlamı kolayca seyahat edebilmem. İnsanlar beni bir çeşit köprü olarak kullansınlar istiyorum. Dünya’daki şu kısa seyahatimizin anlamı para, rengimiz, cinsiyetimiz ya da pasaportumuz değil, olamaz; sadece aşk. Bunu anlayabilenlerin mutlu bir hayatı olabilecek.
Fados, aslında diğer Latin müzikleri gibi dansı olan, dans edilen bir müzik değil. Bundan iki yüz yıl önce İspanya’da bazı köylerde dans edildiğinin söylenceleri var ama bilmiyoruz… Orada da benzer bir şey yapmışsın aslında.
Dans ederken ya da insanları dans ederken izlediğinizde çok fazla duyguyu çok yoğun hissediyorsunuz. Çünkü dansta sessizlik var. Benim için dünyadaki en güzel şey, sessizlik. Bir duygudaki en güçlü ve harika şey de o. Dans sessizdir. Koreografiler de benim için sessizliğin hayalini kurmak gibi. Bazen üzgün biri olurum; çünkü hayal kurmadığım sabahlara uyanmak istemiyorum. Hayat böyle.. Ve sessizlik de aşkı ifade etmenin en güzel yolu. Biliyorsun, günlük hayatlarında insanlar sürekli, onu, şunu, bunu nasıl istediklerini söyler. Ama bir şeyi gerçekten istediğinde, o senin iç sesindir. Ben de o iç sesi gerçekleştirmek, onun dinlenilmesini sağlamak istiyorum.
Tam 5 yıl önce Fados’nun tanıtımı için Türkiye’ye geldiğinde Saura’nın sana dahi (genius) dediğini; sense henüz dahi olmak için çok genç olduğunu ve birkaç yıl sonra bunu tekrar konuşabileceğini söylemişsin. Var mı söylemek istediğin bir şey?
Öncelikle o kelimeden korkuyorum. Ölene kadar öğrenmek istiyorum. Ölüm hakkında öğrenmek istiyorum mesela. Dahi olmak yerine, dediğim gibi, farklı kültürler, cinsiyetler arasında güzel bir köprü olmayı tercih ederim. Benim üzerinden yürüyebilir, beni kullanabilirler.
Creatures ilk olarak Japonya’da sahnelendi. Koreografilerin için ülkeleri belirliyor musun? Hangi toplulukla çalışacağını mesela?
Hayır. Aslında insanların beni aramalarını, bulmalarını bekliyorum. Doğru zaman ve doğru yeri bekliyorum yani. O insanlarla buluştuğumuzda da, evimde gibi hissediyorum. Son zamanlarda Çin’de, Rusya’da, Japonya’da, Fransa’da ve Avusturya’da çalışıyorum. Hepsi benim için aynı, bir.
Rusya’da Cleopatra – ki çok merak ediyoruz; Londra’da da Jane Eyre- daha da merak ediyoruz...
Jane Eyre ‘ın premiyerini Çin’de yaptık. Sonra Londra’da turneye çıkıldı. Çin’de verilen en büyük dans ödülünü alan ilk yabancı oldum. İlklerden olmayı seviyorum.
Çin için ilginç olmuştur herhalde; ya da yanlış mı söyledim, senin için mi ilginçti?
Evet. Kesinlikle. Oldukça ilginç ve güzeldi. Çin artık dışarıya açılıyor ve bunun olumlu taraflarını da alıyor. Yeni şeyler yapmak, yeni bilgilerle donanmak istiyorlar. Şubat ayında iki haftalığına Şangay’da olacağım. Çin’deki Çinli insanlarla Avrupa’da sana tanıştırılan Çinliler çok farklı. Genel olarak söylemek isterim ki çok kibar, duygulu ve harika insanlar. Bu kadar seyahat edebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum.
Türkiye’ye tekrar ne zaman geleceksin? Var mı yeni projeler?
Türkiye’ye sürekli geliyorum. Benim için önemli ve özel bir yer. Yeni projeleri konuşmak için henüz erken sanırım.
İstanbul’da kurulan Şaman Dans Grubunun kareograflarından birisin aynı zamanda.
Yönetmenleri Murat Uygun, İstanbul’da Creatures için çalışırken Folklörle modern baleyi seninle birlikte birleştirebilir miyiz diye sordu. Yapamayız ya da yapmayalım demem imkansızdı. İlk performansımız “Boğaziçi” çok enerjik ve çok güçlü bir koreografi olmalıydı çünkü iki farklı tarafın buluşma noktasını temsil edecektik. Çok cesaretli ve harika insanlar. En küçükten en büyük canlıya kadar her şeyin birbiriyle olan etkileşimini görmek için dans güzel bir yol, iyi ki var Şaman Dans Grubu.
Turneye gidiyorlar mı? En azından Avrupa’nın da böyle bir ruha ihtiyacı yok mu sence?
Hollanda’ya gitmişlerdi. Keşke daha sık gezebilseler… Tek bir dünya olduğumuzu anlamak zorundayız. Eğer böyle yaşamaya devam edersek kendi korkunç senaryomuzu yazmaya devam edeceğiz. Bir gün Toprak Ana, “Çok yoruldum” dediğinde bütün özürler için çok geç olacak. 3. Dünya ülkeleri dediğimiz yerler mesajı çoktan aldı. Birçoğunda bu algı var özellikle de buraların patronu ben olacağım diyen gelişmiş ülkelere nazaran. Onların öğreneceği çok şey var çünkü belli ki bu sistem çalışmıyor artık. Karamsar olmak istemiyorum ama dünyadaki varlığımızın bu gidişle kısa bir filmden farksız olacağını düşünüyorum. Bu yüzden buralardan gitmemin vakti gelecek. Bu oyunu oynamak istemiyorum. Sadece kaybolmak istiyorum.
Sanatçının dünyanın ya da hayatın bu karamsar tarafından beslenmesi hakkında ne düşünüyorsun?
Bu karamsarlığa ihtiyacı olan insanlar var. Soruna kendi hikayemle cevap vereyim. En büyük ve en derin hayalim bir derviş olmak. Ve olabildiğim zaman, üretmeyi bırakacağım. Benim kahramanlarım Mevlana ve Şemz. Bulutlardan kaleler inşa edebilirim. Ve o kaleleri yaptığım zaman, gerçek olmadıklarını biliyorum. Ama bir gün, o kale beni bırakıp gittiğinde “en azından denedim” diyebileceğim. Ve hayatımın sonuna kadar da bunu yapacağım. Buluttan kaleler inşa edeceğim. Yani güneşin doğuşunda umut etmeye devam edeceğim.
*** Çiğdem Kafescioğlu Toplumsal Tarih, Ocak 2014,